Mübalağa Nedir -Türk Edebiyatında- Özellikleri, Hakkında Bilgi

Mübalağa, edebî bir üslûp yahut şairane bir duyarlık çer­çevesinde yapıldığında okuyucuda bir he­yecan uyandırır. Edipler ve şairler, duygu ve heyecanlan tabii boyutlarının dışına ta­şıyıp muhatabın zihninde kuvvetli bir iz bı­rakmak istediklerinde mübalağaya başvu­rur, böylece anlatmak istedikleri şeyi ya büyüterek veya küçülterek ya da ona uy­gun bir çağrışımla etkili bir teşbihte bu­lunup mübalağa kalıbına dökerler. Bura­da önemli olan husus, sanatkârın heyeca­nıyla yaptığı mübalağa arasında bir nisbet ve letafetin bulunmasıdır. Bir edebî sanat olarak mübalağanın yapmacıktan uzak, za­rif ve nükteli olması gerekir. Gerçeği aşan bir söz güzel ve etkili bir hayalle çerçeve­lenmiyorsa mübalağa soğuk düşer ve ifa­de bayağılaşır.

Eski belagat kitaplarında “izam” başlı­ğı altında ve İfrat, tefrit, iktisad, istidrak İle birlikte kullanılan mübalağa belagat il­minin ihtilaflı konulanndandır. Çünkü dü­şüncenin değerine uygun ifade bulunama­dığı veya istenilen şekilde ifade edileme­diği zamanlarda olduğu gibi söze değer katmak gerektiği durumlarda da mübala­ğaya başvurulabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de mü­balağanın sıkça kullanılmış olması, ayrıca teşbih, istiare ve kinaye sanatlarıyla doğ­rudan ilişkili bulunması şairleri mübalağa­lı ifadeler kullanmaya yöneltmiş, giderek mübalağalı sözlerin daha etkili olacağı fik­ri benimsenmiştir. Mübalağanın güzelliği teşbih unsurunun ön planda olması, bir şart cümlesiyle ifade edilmesi, yergi veya övgü amacıyla kullanılması, içinde güzel bir hayal barındırması gibi hususları ihti­va etmesiyle ölçülür.

Belagat kitaplarında mübalağa ifadede­ki aşırılığın derecesine göre tebliğ, iğrâk ve gulüv şeklinde üç kısma ayrılarak ince­lenmiş, akla yatkın ve âdete uygun müba­lağaya tebliğ, akla uygun olmakla birlikte âdete uygun bulunmayan, gerçekle çelişen mübalağaya iğrâk, akla ve âdete uygun ol­mayan mübalağaya da gulüv adı verilmiştir. Tebliğ, muhatabın hayal gücünü okşa­yarak tarif veya tasvir edilen şeyin daha iyi kavranmasını sağlaması bakımından mübalağanın en makbul türü sayılır. Fu-zûlî’nin, “Ey Fuzûlî çıksa can çıkmam ta-rîk-i aşktan / Reh-güzâr-i ehl-i aşk içre kı­lın medfen bana” beyti bu tür mübalağa­ya örnektir. Çünkü canı pahasına aşktan dönülmemesi ve mezarların yol kenarla­rına yapılması akla da göreneğe de uygun düşmektedir. Nâbrnin, “Âb akmada mâ-nend-i cinan ravzalarından Sahnında gö­nül olmada bülbül gibi nâlân” beytinde de böyle bir mübalağa vardır. İç açıcı bir bah­çeden akan suların cennet tasvirlerine ben­zetilmesi ve orada insan gönlünün bülbül gibi coşması mümkün ve akla uygundur.

Belli bir nükte taşıyan iğrâk örnekleri de belâgatçılar tarafından makbul sayılmış­tır. Ahmed Paşa’nın, “Hey kıyamet gel he­sabın gönlüme sor zülfünün Elli bin yıl­dan uzundur her şeb-i hicran ona” bey­tinde böyle bir mübalağa söz konusudur. Bir gecenin uzunluğunun elli bin yıl gibi bir zaman hesabıyla ölçülmesi akla uygunsa da böyle bir kıyaslama âdete aykırıdır. Ba­kîye ait, “Kametin yâdına bir âh edeyim kim dudu / Gülşen-i aşkına bir serv-i hırâ-mân olsun” beytinde sevgilinin boyunu hatırlayınca ah etmek, ayrıca gül bahçe­lerinde servilerin bulunması akla ve ge­leneğe uygundur; ancak ağızdan çıkınca göklere doğru yükselip giden buğunun bir duman gibi düşünülüp bahçede servi ola­rak bir yerde çakılı durup salınması ger­çeğe aykırıdır.

Güzel bir nükte yahut latif bir söyleyişi ihtiva etmiyorsa gulüv türü mübalağa makbul sayılmaz. Nefî’nin, “Erdi bir ga­yete te’sîr-i hevâ kim bir mûr Bir dem-i germ ile eyler yedi deryayı serâb” beytin­de görüldüğü gibi bir karıncanın nefesiy-le denizleri kurutması akla uygun olmadı­ğı için bu beytin muhatapta bıraktığı etki pek hoş değildir; dolayısıyla beyitteki mü­balağa gulüvvün makbul olmayan bir tü­rü sayılır. Edep dairesini veya dinî sınırları aşan mübalağalar da gulüv cinsinden ka­bul edilmiştir. Öte yandan ihtiva ettiği nük­te bakımından insanı hayrete düşüren gu-lüvler de vardır. Nedim’in, “Güllü dîbâ giy­din amma korkarım âzâr eder / Nazeninim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni” beytinde böyle ince bir nükte mevcuttur. Çünkü ipekten incinmek hem akla hem göreneğe aykırı­dır. Bununla birlikte bir şairin sevgilisine zarafet, nezaket ve narinlik yakıştırması ancak bu derece güzel olabilir. Befâgatçı-lar latife yollu yazılmış gulüv örneklerini de makbul saymıştır. Zâtî’nin, “Eyitti ol perî bir gün düşüne girerim bir şeb / Se­vincimden nice yıllar geçiptir görmedim uyku” beyti bu tür mübalağaya güzel bir örnektir. Uyuyabilse sevgilisini rüyasında görebilecek olan âşikın sevinçten uykula­rının kaçması hoş bir nükte kabul edilir. Mübalağada maksadın tam olarak ifade edilmesi önemlidir. Bir sanatkâr, mübala­ğanın hangi türünü kullanırsa kullansın eğer maksadını güzel ve etkili biçimde ifa­de edebiliyorsa mübalağası başarılı sayı­lır. Buna göre sanatkâr, kendi heyecanını muhatabına duyurabildiği sürece müba­lağayı gulüv derecesinde yapmış olsa da başarılıdır.

Divan şairleri geniş hayal dünyalarını an­latabilmek için sık sık mübalağaya baş­vurmuşlar, özellikle methiye, fahriye ve hic­viye yazarken güzel mübalağa örnekleri ortaya koymuşlardır. Bu şairler içinde mü­balağanın en makbul örneklerini övme, övünme ve yerme hususunda üstat kabul edilen Nefî vermiştir. Nâmık Kemal’in teb­liğ için “makbul”, iğrâk için “mâkul”, gu­lüv için “medhul” dediği meşhurdur. Şeyh Galib Nâbfyi eleştirirken, “Hem bir dahî bu kim ol sühan-sâz İğrâkda mürg-ı pest-pervâz” diyerek onun mübalağa konusun­da iğraktan öte geçemediğini, bunun da bir şair için eksiklik sayıldığını ima eder.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski