Mübhematü'l-Kuran Türü, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Mübhemâtü’l-Kur-‘ân. Kur’ân-ı Kerîm’de mahiyeti ve muhtevası kapalı olan lafızların açıklanmasını amaçlayan telif türü.

Sözlükte “gizli ve kapalı olmak; kapalı bırakmak” anlamlarındaki ibhâm masda-rından sıfat olan mübhem kelimesi “ka­palı bırakılan, mahiyeti bildirilmeyen şey” demektir. Râgıb el-İsfahâ-nî, duyu veya akıl alanına girmekle birlik­te algılanması ve anlaşılması zor olan her şeye mübhem denildiğini belirtir. Buna göre Kur’an’da kendi ismiyle veya ne olduğunu ortaya ko­yan bir kelimeyle belirtilmeyip bunların ye­rine insan, melek, cin, hayvan, ağaç, yıldız ve şehir için kullanılan zamir, işaret isim­leri, zaman ve mekân isimleri, künye, la­kap ve vasıf gibi kapalı kelime ve ifadelerle zikredilen hususlara “mübhemâtü’l-Kur-‘ân” denilmiştir. Erken dönem­den itibaren konuyla ilgili çalışmalar ya­pan dil âlimleri, Kur’an’daki bazı edatların mübhem yanlarının bulunduğunu veya bir­likte kullanıldıkları kelimeleri mübhem ha­le getirdiklerini söylemiş, bunlara dair ör­nekler vermişlerdir; bu örneklerin bazıları şunlardır:

Kur’an’daki mübhemâtın delâlet ve muhtevasını ortaya çıkarabilmek için baş­vurulacak kaynaklar Kur’ân-ı Kerîm’in ya­nı sıra Hz. Peygamberin ve ondan esinlen­dikleri kabul edilen sahabe veya tabiînin sözleridir. Süyûtî, rivayet bilgisinin zorun­lu olduğu bu alanda görüş ve içtihada im­kân bulunmadığını ileri sürmüşse de bu konuda Kitâb-ı Mukaddes’ten, tarih araştırmalarının ve bilimsel bulguların so­nuçlarından da yararlanmak mümkündür. Rivayete dayanan mübhemât bilgisinin Resûl-i Ekrem’e kadar ulaşan sağlam bir isnadla elde edilmiş olması gerekir. Kur­’an’da mübhemlerin araştırılması husu­sunda olumsuz bir beyan bulunmamakla birlikte iki konuda kısıtlama getirilmiştir. Bunlardan biri Ashâb-i Kehfin sayısı hak­kında ileri sürülen rakamlarla ilgilidir. Kur-‘an bu türden bir arayışı ve tecessüsü ge­reksiz görerek bunun için “recmen bi’l-gayb” (karanlığa taş atma) ifadesini kullan­mıştır Bundan maksat olayın özünden uzaklaşıp ayrıntılarla il­gilenmenin yanlışlığına dikkat çekmektir. İkinci olarak Kur’an’da bazı mübhem hu­suslara ait bilginin Allah nezdinde saklan­dığı belirtilmiştir. Nitekim Allah’a ve müslümaniara karşı düşmanlık besleyenlerin, münafıkların kimlerden ibaret olduğunu -Peygamber dahil- Allah’tan başka kimse­nin bilemeyeceği ifade edilmiştir.[Enfâl 8/60; Tevbe 9/101] Zerkeşî’ye göre bu türlü şeylerin araştırılması ve haklarında kanaat bildirilmesi doğru değildir. Süyûtî ise bu hususların tek tek şahıslar tarafından irdelenmesinin me-nedilmiş olabileceğini, ancak olayın araştı­rılmasının yasaklanmadığını belirtmiştir.

Rivayet yönteminin kullanıldığı esbâb-ı nüzul, fezâilü’I-Kur’ân, nâsih-mensuh, İs-râiliyat gibi konularda görülen sakıncalar mübhemât için de geçerlidir. Esbâb-ı nüzu­le dair zayıf rivayetler zaman zaman âyet­lerin yanlış anlaşılmasına yol açmakta, hiç­bir asla dayanmayan ve bilinmesinde fay­da bulunmayan İsrâiliyat türünün nakli de ciddi problemler ortaya çıkarmaktadır. Özellikle Kur’an’ın nazil olduğu zamanla ilgili mübhemlerin çözümünde esbâb-ı nü­zul rivayetlerine fazlaca başvurulmaktadır. Önceki peygamber­lerden ve milletlerden bahseden âyetlerde yer alan mübhemâtta ise İsrâiliyat’tan ve Kitâb-ı Mukaddes’ten yararlanılmaktadır. Ancak bilinip bilinmemesi önemli olmayan konularda İsrâiliyat’a başvurmak ciddi sa­kıncaları da beraberinde getirmektedir. İlk dirayet müfessirlerinin başında yer alan Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, bu tür âyetlerin tefsirinde âyetten alınacak ibrete etkisi bulunmadığından mübhemâtm yorumun­dan kaçınmanın gerekliliğini ısrarla vurgu­lamıştır. ibn Teymiyye de Asfıâb-ı Kehfin köpeğinin rengi, Nuh’un gemisinin büyük­lüğü ve yapıldığı ağacın cinsi, Hızır-Mûsâ kıssasında Hızır’ın öldürdüğü çocuğun is­mi gibi konularla ilgilenmeyi faydasız bir uğraş olarak nitelendirir. Öte yandan me­selâ Mûsâ peygambere arkadaşlık yapan kişinin Hızır olduğu sahih rivayetle nakle­dildiği için bunu benimsemekte bir sakın­ca görülmemiştir Kur’an’da geçen mübhem­lerin medlulü vahyin nazil olduğu dönem­de ashap tarafından bir dereceye kadar bilinmekteydi. Meselâ Mücâdile sûresinin ilk âyetlerinde sözü edilen kadının Havle bint Sa’lebe olduğu pek çok kimsenin bil­gisi dahilindeydi.

Kur’an’da mübhemâtın yer almasıyla onun evrenselliği arasında sıkı bir müna­sebetin bulunduğunu söylemek mümkün­dür. Kur’ân-ı Kerîm sadece bir bölgeye ve­ya bir kavme indirilmiş olsaydı onun mu­hatapları ve içinde geçen yer adları gibi hususlar daha belirgin bir nitelik taşıyabi­lirdi. Nitekim Kur’an’da anlatılan Yûsuf kıs-sasındaki şahıslar, mekânlar ve zaman di­limi belli belirsiz tanıtılırken Tevrat’ta bu unsurlara ayrıntılı biçimde yer verilmiştir. Aynı durum Kur’an’ın na­zil olduğu dönem için de geçerlidir. Kur’an’­da Mekke, Medine ve Arabistan’daki diğer yerler ve özel isimlerden çok az söz edil­miştir. Bunun hikmeti Kur’an’ın bütün za­man, mekân ve şahıslara hitap etmesidir. Tefsir usulünde yer alan “sebeb-i nüzulün hususiliğinin hükmün umumiliğine engel olmayacağı” prensibi, Kur’an’ın doğrudan Arap toplumuyla ilişkilendirilmesini nere­deyse tamamen ortadan kaldırmıştır.

Mübhemât konusuna Zerkeşîve Süyû-tf gibi âlimlerin bazı yaklaşımları şöyledir:

1. Kur’an’ın bir yerinde açıklanan kelime veya ibarenin başka bir yerde kapalı bıra­kılması. Meselâ Nisa sûresinde (4/69} Al­lah’ın nimet verdiği kimselerin nebîler, sıd-dîklar, şehidler ve sâlihler olduğu ifade edildiği halde bu husus Fatiha sûresinde (1/7) açıklanmamıştır.

2. Meşhurluk se­bebiyle adın belirtilmemesi. Bakara sûre­sinde (2/35) “Ey Âdem! Sen ve eşin cen­nete yerleşin” cümlesinde eşinin adının zikredilmemesi bu hususun herkesçe bi­linmiş olmasındandır.

3. Bildirilmesinde ciddi bir faydanın bulunmaması. Bakara (2/259), A’râf (7/163), Yûnus (10/98) ve Kehf (18/77) sûrelerinde geçen “karyele­rin isimlerinin verilmemesi bu türdendir.

4. Bir kişi veya bir olayla ilgili bulunduğu halde kavramın genelleştirilmesi. Malla­rını gece gündüz, gizli açık Allah yolunda harcayanlardan bahseden Bakara sûresi­nin 274. âyeti aslında Hz. Ali hakkında na­zil olmuşken kullanılan ism-i mevsûl (eile-zîne) genellemeye imkân vermektedir.

5. İsim yerine şahsın erdemli bir niteliğinden bahsedilmek suretiyle mübhem kelimeye ait mâna ve muhtevanın saygın hale ge­tirilmesi. Nûr sûresinde “içinizden faziletli olanlar” (24/22], Zümer sûresinde “doğru­yu tasdik edenler” (39/33] ifadeleriyle Ebû Bekir es-Sıddîk kastedildiği halde onun adı yerine vasfı kullanılmıştır.

6. Muhatabın veya hakkında konuşulanın küçümseyici bir sıfatla aşağılanması. Kevser sûresinde (108/3) Hz. Peygamber’! ayıplayanın her türlü iyilik ve güzellikten yoksun (ebter) ol­duğu söylenmiş fakat ismi verilmemiştir; ancak bu kişinin aslında As b. Vâil olduğu bilinmektedir.

Kur’an’da özel isimlere az yer verilmiş olması mübhemât açısından dikkat çekici sonuçlar doğurmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in nazil olduğu dönemde yaşayan şahıslar­dan sadece Hz. Peygamberin Muhammed ve Ahmed, evlâtlığının Zeyd adı yer almış, “Ebû Leheb” ise bir künye olarak kullanıl­mıştır. Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali gibi Ön­de gelen sahâbîlerden, Resûl-i Ekrem’in eşlerinden, müşriklerin elebaşlarından ve diğer bazı insanlardan mübhem kelime­lerle defalarca söz edilmiş olmasına rağ­men bunların isimleri zikredilmemiştir. Kadın adı olarak Kur’an’da sadece Mer­yem’in geçmiş olması ayrıca dikkat çekici bir husustur. Meryem adının çok kullanıl­ması, Hz. îsâ’nın farklı bir şekilde dünya­ya gelmesi ve bu münasebetle yahudiler-le hıristiyanların Meryem ve îsâ hakkında birbirine zıt kanaatler taşımasıyla ilgili olduğu âyetlerin içeriğinden anlaşılmakta­dır.

Kur’an’da mübhemâtın bulunması ona bir üstünlük ve evrensellik boyutu kazan­dırırken bazıları mübhem kelimeleri ken­di mezhep, meşrep ve telakkilerine göre yorumlamaya çalışmışlardır. Meselâ İsnâ-aşeriyye Şîası’nın İleri gelen âlimlerinden İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Hz. Ali’nin ima­metinin nasla belirlenmiş olduğu şeklin­deki iddiasını kanıtlamak için kırk kadar âyetin te’viline başvurmuştur. Kur’an’da Hz. Peygamber’in geçmiş üm­metlere gönderilenler gibi bir uyarıcı ol­duğu ifade edildikten sonra, “Her toplu­mun manevî bir rehberi olmuştur” mâna-sındaki âyette geçen “hâdr kelimesi [Ra’d 13/7] Şiîler’ce Hz. Ali diye yorumlan­mıştır. Geçmişte peygamberlerine karşı çı­kan kavimlerin cezalandırıldığına ve Nûh tufanında müminlerin gemiyle taşınıp kur­tarıldığına temas eden âyetlerin ardından, “Bütün bunları, sizin için geçmişten uza­nıp gelen bir uyarı olması ve duyarlı her kulağın duyması için yaptık” [Hâkka 69/ 12] mealindeki âyette yer alan “üzün” ke­limesiyle Hz. Ali’nin kulağına işaret edildiği yine Şiîler’ce ileri sürülmüştür. Daha çok bâtınî yorum türüne giren bu açıklamalara Tabersî ve Tûsî gibi mutedil Şiî müfessirle­rinin de yer vermesi problemin önemini göstermektedir. Bâtınî grupla­rının yaptığı te’viller ise Allah kelâmının açıkça istismarı niteliğindedir.

Mübhemâtü’l-Kur’ân’la ilgili olarak ya­zılan eserler geç tarihli olmakla birlikte bu konuya hadis mecmualarında, müşkilü’l-Kur’ân, mecâzü’l-Kur’ân, müteşâbihü’l-Kur’ân gibi lugavî tefsirlerde, esbâb-ı nü­zul kitaplarında ve Kur’an tefsirlerinde te­mas edilmiş, Kur’an ilimlerine dair eser­lerde de mübhemât genişçe ele alınmış­tır. Mübhemâtü’l-Kur’ân’a dair eserlerin başlıcaları şunlardır:

1. Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî (ö. 581/1185), et-TaYü ve’I-Flâm îîmâ (bimâ) übhime mine’l-esmd’ ve’l-flâm fi’1-Kufân. Mushaf ter­tibinin esas alındığı kitapta mübhem ke­limelerin delâletleri gösterilmiş, yer yer ha­dislerden de faydalanılmıştır. Çok sayıda yazma nüshası bulunan eserin farklı adlarla neşirleri gerçekleştirilmiştir

SüheylFnin bu eseri temel alınarak çok sayıda çalışma yapılmıştır.

2. Bedreddin İbn Cemâa, et-Tibyân fî (it-) mübhemâü’l-Kur3ân. Mü­ellif, bu eserini ihtisar ederek Ğurerü’t-Tibyân li-müblıemâti’l-Ku^ân’i telif et­miştir.

3. Celâleddin es-Süyûtî, Müfhimâtü’l-akrân fî mübhemâti’l-Kur’ân. Ko­nuyla ilgili en yaygın kitap özelliğini koru­makta olup birçok baskısı yapılmıştır.

4. Seyyid Yûsuf b. Abdülkâdir el-Hüseynî es-Saydâvî el-Esîr, Hediyyetü’1-ihvân fî tefsîri mâ übhime ale’l-‘âmme min elfâzi’l-Kur’ân.

5. Vildân Faik b. İslâm Ağa, Tavzîhu’l-mübhemât Uma verede fi’1-Kur’ân mi-ne’1-kelimât.

6. Hamed Mu­hammed b. Sarâyî – Yûsuf Muhammed Şâmisî, el-Muecemü’l-câmi’ limâ şurri-ha bihîve übhime îi’l-Kufâni’l-Kerim mine’I-bilâd ve’l-mevâzic.

7. Abdülcevâd Halef, el-Yâküt ve’l-mercân fi tef­sîri mübhemâti’l-Kur’ân.

8. Hü­seyin Yaşar, Kur’an’da Anlamı Kapalı Âyetler: Mübhemâtü’l-Kıır’ân.

9. Mevlüt Erten, Mübhemâtü’l-Kur’an.

10. Mevlüt Erten, “Mübhematü’l-Kur’an.

11. Halis Albayrak, “Mübhematü’l-Kur’an İlmi ve Kur’an Tefsi-rindeki Yeri.

12. Mustafa Öztürk, “Mübhemâtü’l-Kur’ân ve İmâmiyye Şîası

13. Süleyman Gezer, “Kur’an’daki Belirsiz Anlatımlar: Mübhemata Sözlü Dil Bağlamında Bir Yak­laşım.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski