Ahmed b. Âsım Antâkî (ö. 239/853). İlk devir sûfîlerinden.
Tebeüt-tâbiîne yetişti. Fudayl b. lyâz ve Haris el-Muhâsibî başta olmak üzere ilk sûfîlerin çoğu ile görüştü. Bişr el-Hâff ve Serî es-Sakatî ile çağdaş olup Ahmed b. Ebü’l-Havârî ve Ebû Süleyman ed-Dârâni’nin mürididir. Kaynaklarda adı hadis râvileri arasında da yer alır. Hamdûn el-Kassâr’dan önce nefsi kınama (melâmet) konusunda söz söyleyen ilk sofilerden sayılan Antâkfnin L. Massignon’a göre tasavvuf tarihindeki asıl değeri, nefis muhasebesi usulü ile ilgili görüşleridir. Şeyhi Haris el-Muhâ-sibrnin ortaya koyduğu, iç tecrübe yoluyla nefis muhasebesi usulünü geliştiren Antâkı’nin Kitâbü’ş-Şübühât ve Kitâbü Devâ’i dâ’i’l-kulûb ve ma’rifeti himemi’n-nefs ve âdâbihâ adlı iki risalesi olduğu rivayet edilmekte ise de bunların ona ait olması şüphelidir. Bazı kaynaklarda Ebû Nuaym’ın Antâkfnin bu ikinci risalesinden iktibaslar yaptığı, Gazzâli’nin de ondan sık sık bahsettiği belirtilmektedir. Risaleleri keşfeden Sprenger bunların ona ait olmayıp şeyhi Muhâsibfden naklen yazıldığını söylüyorsa da Massignon bu eserlerin nakilden ibaret olmadığını ve Antâkrye ait bulunduğunu savunmaktadır. Hilyetul-evliya ve Tezkiretü’l-evliyâ daki hal tercümesinde nakledilen sözleri, Muhâsibrnin Kitabü’l-Halve’sinden parçalar ihtiva etmektedir.
Antâki’nin ilgi çekici bir yanı, marifet ve haya kavramları için yeni bir anlam arayışı içinde olmasıdır. 0, marifeti imana benzeterek tasdik, ikrar ve haya olmak üzere üç kısımda mütalaa eder. Allah’ı tasdik marifetiyle değil, haya marifetiyle tanımak lâzımdır. Allah’ı İkrar marifet değildir, gerçek marifet onu tanıdığın zaman haya etmektir. Bu duruma göre hayayı ortaya koyan marifet, Allah’ın dil veya kalp ile tasdikine dayanan marifetten üstündür. Tasdik ve ikrar marifetleri muteber olmakla birlikte isyan ve günah ihtimali taşır; haya marifetinde ise isyan ihtimali ortadan kalkmıştır. Antâkî, ameli Allah’a yakınlık kavramı ile birlikte ele alır ve amelsizlik için isyan tabirini kullanır. İnsanın maddî yapısıyla ilgili olanlara zahirî isyan, ruhî ve manevî yapısındaki itaatsizliklere de bâtınî isyan adını verir ve Allah’a yakınlığın ilk şartının bâtını isyanı terketmek olduğunu söyler. O, insanî iradeyi hareket noktası olarak ele alıp kul Allah doğrultusunda sistemli bir fikrî faaliyeti savunan kelâmı tavra karşılık, ilâhî iradeyi esas alan Allah kul istikametinde gerçekleşen ruhî ve manevî başarı üzerinde durmuştur.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi