Sinema Tekniğinin Gelişimi
1895 ’te, çektikleri filmleri hareketli olarak perdeye yansıtarak Sinema Çağı’nı açan Lumiere’ ler, kendilerinden önce yaşamış birçok mucit ve araştırmacının görüntü üzerine yaptıkları deneylerden ve elde ettikleri sonuçlardan yararlanıyorlardı. Bu deney ve buluşlar, görüntüyü yansıtmaya ve görüntüyü saptamaya yönelik çabalar olarak incelenebilir.
Firavunlar döneminde Mısır’da ve Roma imparatorluğu döneminde İtalya’da kullanıldığı bilinen “büyülü fener”, içindeki ışık kaynağı yardımıyla önündeki camın üstüne çizilmiş görüntüyü yansıtan, bugünkü göstericinin ilkel biçimiydi. Leonardo da Vinci’nin çizimleri arasında, bir yansıtma aygıtının tasarımı da vardı. 1646’da Alman Cizvitleri’nden Athanase Kircher (1601-1680), görüntüyü 150 m uzaklıktaki yüzeye yansıtabilen bir büyülü fener yaptı.18.yy’a gelindiğinde, o günlerde özellikle Almanya’da tanınıp yaygınlaşan Çin gölge oyununun yanı sıra, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde büyülü fener gösterileri yapılıyordu.
Bugünkü fotoğraf makinesinin ve sinema alıcısının (kamera) ilkel bir örneği olan camera obscura (karanlık kutu) ise, üstünde küçük bir delik bulunan bir kutuydu. Bu delikten giren ışınlar, dışarıdaki bir cismin görüntüsünü deliğin karşısındaki iç duvara ters olarak yansıtıyordu. ilk kez, Arap filozof ve bilgini İbn Heysem* tarafından gerçekleştirilen karanlık oda deneyleri, Batı’da 16.yy ortalarından sonra geliştirildi.
1820’lerde bulunan thaumatrope, disk biçiminde, bir yüzünde kuş, ötekinde kafes resmi bulunan ve çapının çevresinde hızla döndürüldüğünde, kuşu kafesin içinde gösteren bir oyuncaktı. Bu sıralarda, gözün ağtabakası üstüne düşen görüntünün, bunu oluşturan nedenin ortadan kalkmasından sonra hemen kaybolmayıp, çok kısa bir süre daha kaldığı kanıtlandı. “Ağtabaka izlenimi” denen, sinemanın dayandığı bu temel özelliği açıklayan Belçikalı Joseph Plateau (1801-1883), 1829’da phenakistiscope’u, 1832’de de bunun daha gelişmiş bir şekli olan phantascope’u yaptı. Saniyede 10’dan fazla birbirini izleyen görüntünün gözde uyandırdığı hareket izlenimine dayanan bu aygıtların birçok benzerleri de yapıldı.
19.yy başlarında Fransa’da, camera obscura’ya ilişkin çalışmalar yapan Daguerre’in, Niepce ile birlikte fotoğrafı bulması, sinema yolunda atılmış en önemli adımlardan biriydi. Amerika’ da, İngiliz asıllı Eadweard Muyhridge (1830-1904), koşan bir atın fotoğraflarını, yirmi dört ayn fotoğraf makinesi kullanarak, saniyenin altı binde biri kadar bir hızla çekti. Fransız Marey bu hareket çözümlemesinden esinlenerek ve Jules Janssen’in (1824-1907) Venüs gezegeninin hareketlerini saptamak üzere geliştirdiği “fotoğraf tabancası”ndan yararlanarak, 1882.’de, aynı cam levha üstüne saniyede on iki resim kaydeden “fotoğraf tüfeği”ni gerçekleştirdi. Marey, beş yıl sonra da, Eastman tarafından 1884’te üretilmiş olan, gümüş bromür kaplı kâğıt şeritlerden oluşan filmleri kullanarak, saniyede yüz kadar resim çekebilen chronophotographe’ı yaptı. Eastman birkaç yıl sonra, sinemanın temel gereksinimlerinden birini karşılayan saydam selüloit filmi üretti.
Öte yandan, Fransız Emile Reynaud (1844-1916), daha önceki praxinoscope’unu geliştiriyor, şeritler üstündeki çizimleri perdeye yansıtan “optik tiyatro ” ile canlandırma sinemasının öncüsü oluyordu. İngiliz W.K.L.Dickson’ın (1860-1935) yöneticiliğinde, Edison ’un laboratuvarlarında 1888’de geliştirilen çekim makinesi kinetograph ve 1894’te yapılan göstericisi kinetoscope’tan sonra, Lumiere kardeşler, film çeken, basan ve gösteren cinematographe’lanyla ilk sinema gösterisini yaptılar. Lumiere’lerle birlikte sinema hızla yaygınlaştı ve 20.yy’da da yedinci sanat olarak gelişti.
Fransız Raoul Grimoin-Sanson (1860-1941) 360 dereceye tamamlanan silindirik bir perde ve eşzamanlı çalışan on ayn gösterici kullanarak yarattığı cineorama’yı, 1900’dekiParis Sergisi’n-de sundu. Çepeçevre perdenin ortasındaki izleyiciler, balondan çekilmiş olan filmleri, balonun sepetindeymişçesine izliyorlardı.
1900’lü yıllarda gerçekleştirilen ilk renk işlemi kinemacolor, objektifin önünde döndürülen kırmızı ve yeşil filtrelere dayanıyordu. Birçok yöntemin denenmesinden sonra, ABD’de Daniel F.Comstock ve Herbert T.Kalmus (1881-1963) tarafından 1910’larda geliştirilen technicolor, en başarılı, en dayanıklı renk işlemi olarak yerleşti. Gösterim sırasında bir müzik yayınının, icrasının ya da Japonya’da olduğu gibi anlatıcıların eşlik ettiği filmlerden sonra, 1920’lerdeki seslendirme çabalarıyla sinema yeni bir döneme girdi.
1926’da seslendirilmiş ilk film, 1928’de de konuşmalı ilk film gösterildi. 1950’lerde geliştirilen cinerama ve cinemascope yöntemleriyle genişleyen görüntü ve birden fazla kanala kaydedilen sesler, sinemaya yeni bir boyut kazandırdı.
1960’larda gerçekleştirilen üç boyutlu görüntü yaygınlık kazanmadı. Bugün Lazer ışınından yararlanmaya yönelik çalışmalar, sinema için henüz deneme aşamasında bulunmaktadır.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi