Albertus Magnus Kimdir, Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Hakkında Bilgi

ALBERTUS MAGNUS (1207-1280)

Alman tanrıbilimci. Aristoteles’in görüşlerini Hıristiyan inançlarına göre yorumlayarak dinle felsefeyi uzlaştırmaya çalışmıştır.

Lauingen’de doğdu, Köln’de öldü. Kimi kaynaklara göre Bollstâdt kontlarından, kimine göre soylu
bir asker ailesindendir. Önce Köln’de ve Paris’te öğrenim gördü, sonra İtalya’ya giderek Padova Um-versitesi’nde felsefe ve tıp okudu. Dominiken tarikatına girdi (1223), başpapaz oldu. İlk Çağ Yunan bilgelerinin, özellikle Aristoteles’in, Arapça’dan Avrupa dillerine çevrilen o dönemde bilinen yapıtlarını okudu. Aristoteles’in düşüncelerinden etkilenerek İslam filozoflarının İlk Çağ Yunan bilgeleriyle ilgili yorumlarını, eleştirilerini inceledi. Bu çalışmalar ona İslam düşüncesini tanıma olanağı sağladı. Arapça öğrendiği, Arap düşünürlerinin yazılarını kendi kaynaklarından okuduğu, ders verirken kürsüye Arap öğretmeni kılığıyla çıktığı söylenir.

Çağının bütün bilimlerine ilgi duyan Albertus Magnus, bilgisinin genişliği, konuşmalarının etkililiğiyle büyük ün sağlamış, bu saygınlığının yarattığı olanaklarla Regensburg, Köln ve Paris üniversitelerinde felsefe ve tanrıbilim okutmuştu. Aralarında, sonraları Orta Çağ’ın en büyük Aristoteles yorumcusu ve tanrıbilimcilerinden sayılan Aquino’lu Thomas’ın da bulunduğu öğrencilerinin çokluğu nedeniyle, bugün kendi adıyla anılan Maubert (Magister Albertus) alanında, açık havada ders verirdi. Bu arada deney bilimleri, özellikle kimya konularında, çağma göre ileri bir aşamaya varan çalışmalar yaptı. Nitrik asidin madenler üzerindeki etkisi, altının arıtılması, potasyum ve kükürt özlerinin açıklamşı, Aristoteles-Ptolemaios kuramına göre gökbilim gözlemleri, hayvanların ve bitkilerin çoğalması, beslenmesi gibi çok değişik konularda sürdürdüğü araştırmalar sonucu kendisine “Doctor Universalis” sanı verilmişti.

Aristoteles yorumu

Albertus Magnus felsefeye Aristoteles’in düşüncelerini yorumlamakla girdi. Önce Farabî, İbn Sina, İbn Rüşd, Ibn Tufeyl gibi İslam bilgelerinin yapıtlarını inceledi, onların Aristoteles’le ilgili yorumlarını öğrendi, sonra bu yorumlara dayanarak Hıristiyan inançlarıyla bağdaşabilecek yeni yorumlar ileri sürdü. Felsefe sorunlarını, Aristoteles mantığından kaynaklanan usa dayalı ilkelerle yorumlarken, Hıristiyan dininin öngördüğü varlık anlayışının özüne dokun-mamaya, kutsal kitapların önerdiği inanç kurallarına aykırı düşmemeye özen gösterdi. Onun anlayışına göre felsefe, kendi sorunlarına çözüm aradığı sürece Hıristiyanlık’m inanç kuramlarına karşı değildir.

Felsefe bütün varlık türlerini konu edinen bir bilimdir. İçerdiği konuların özelliklerine göre iki bölüme ayrılır:

1-    Gerçek (real) felsefe: İnsan varlığıyla bağımlı olmayan, ayrı bir alan oluşturan varlıkları konu edinir. Bu varlık alanları da kendi içeriklerine göre üç bölüme ayrılır:

a- Tanrıbilim: Bu alanın konusu yalnız tanrısal varlıkla, onun nitelikleridir.

b- Matematik: Bu bilim alanında aritmetik, gökbilim, müzik, geometri gibi bilimler bulunur.

c- Fizik: Başta insan olmak üzere bütün diri varlıklar, bitkiler, hayvanlar bu bilim dalında incelenir.

2-Uygulamalı    (pratik) felsefe: İnsan istencine bağlanan, özellikle, anlayış gücünün (zihnin) bağımsız çalışmasıyla ortaya konan düşünce ürünlerinin (bilgilerin) bütününü içerir. Ahlak politika ve öteki toplum bilimleri bu alana girer.

Mantık, felsefenin birinci bölümüdür. Anlayış gücünün çalışmasını düzenleyen genel kuralları içerir. Anlayış gücünün bilinenden kalkarak bilinmeyene doğru ilerlemesini sağlar. Anlayış gücünün çalışma alanı kavramlardan oluşan bir ortamdır. Bu ortamda bilinenin kavramından yola çıkılarak bilinmeyenin bilinmesi sağlanır. Mantığın konusu tasım (syllogismos) değil kanıtlamadır.

Tanrı

Tanrı, en yüce varlıktır, yaratılmamıştır, önsüz-sonsuzdur. Bütün varlık türlerinin, bu varlık türlerini
içeren evrenin en yüce nedenidir, ilk devindiricisidir. Tanrısal gücün etkisi Tanrı’nın bulunduğu doruktan tabana doğru, en yüceden en alt alana doğru, aşama aşama gerçekleşir. Tanrısal etki tanrısal biçimden bütün varlık biçimlerine (nesneleri biçimlendiren özlere), etkinden edilgine, diri olandan diri olmayan özdeğe dek yayılır, evrensel varlık alanını kaplar. Öte yandan Tanrı kendi kendisiyle sınırlıdır. Tanrı’mn varlığı kanıtlanabilir, ancak tanrısal bütün usun sınırlannı aştığından, olduğu gibi kavranamaz. Bu kavra-namazlığm belli nedenleri vardır:

a- Tanrı sonsuzdur, oysa insanın kavrama yeteneği, usu sonludur. Sonlu olanın sonsuzu kavraması söz konusu değildir.

b- Tanrı insan ruhunu kendi ışığıyla aydınlattığından insanla Tanrı arasında bir bağlantı vardır. Bu bağlantı aydınlatanla aydınlanan ilişkisidir; aydmla-nanın aydınlatanı kavrama olanağı yoktur.

c- Tanrı bütün anlayış güçlerinin (zihinlerin) kaynağıdır. Bu tanrısal kaynak etkindir, bütün anlayış güçleri ondan doğar.

d- İçlerinde insanın da bulunduğu bütün yaratıklar sonludur, ölümlüdür. Sonlunun sonsuzu kavraya-mayışmda olduğu gibi, ölümlünün de ölümsüzü kavraması olası değildir.

Birtakım tanrısal gerçeklerin insan özünde görüntüsü bulunmaz. Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi bu gerçeklerden biridir. İnsanda görüntüsü olmadığından üçlemenin özü bilinemez, ancak tanıtlanabilir. Tanrı’nın özüyle varlığı özdeş olduğundan ikisinin de bilinme olanağı yoktur. Tanrı’nın özü tanrısal varlığı, tanrısal varlık da Tanrı özünü gerektirir. Bu nedenle ikisini birbirinden ayrı düşünme olanağı yoktur.

Bilinemeyen tanrısal varlık bilinen varlıklardan yola çıkarak tanıtlanabilir. Albertus Magnus’un uyguladığı bu tanıtlama yöntemine sonraki dönemlerde “varlıkbilimci tanıtlama” adı verilmiştir.

Tanrı ilk varlıktır, evren ise, onun istenciyle yaratılmıştır. Bu nedenle, varoluş bakımından tanrısal olan, öteki varlık türlerinden öncedir (ante rem). İnsan, hayvan, bitki, maden gibi varlıklar, ilk varlık olan Tanrı’ya oranla sonradır (post rem). Yaratma bir yoktan varetmedir (ex nıhilo). Ancak, bu yaratma eylemi tanrısal özden fışkırma niteliği taşıyan bir eylemdir (emanatio).

Ruh, gövdeyi biçimlendiren, gövdenin biçimi olan özdür. Diri gövdenin belli bir yerinde değildir, bütününe yayılmıştır. Ancak diri gövdenin egemenliği altında da değildir. Bütün devindirici yetiler ruhun özünde vardır. Duymak, bitkisel güç (içgüdü), sezmek ruhun özüyle bağlantılı eylemlerdir. Yargı gücü, imgelem, sağduyu duyuların arınmış gücünden kaynaklanır. Bu arınmış gücün odağı ruhtur. Görünüş alanına çıkmayan ruh gövdeden ayrıldıktan sonra da varlığını sürdürür ve ölümsüzdür. Ancak ruhun, evreni yaratmış olan Tanrı’ya ulaşabilmesi için, nesnelerin varlığından yola çıkıp, aşama aşama yükselmesi gerekir. Bu olay o varlık katlarını aşmadır, gövdeden gövdeye geçiş değildir.

Bütün yaratıklar Tanrı varlığının kanıtlarıdır. Bu varlıklar kendi türlerine, niteliklerine göre tanrısal varlığın bir yanını yansıtırlar. Sözgelişi güzel nesneler Tanrı’daki yüce güzelliği, tatlı nesneler en yüksek varlığı, arınmış nesneler de tanrısal arınmışlğı yansıtır. Böylece Tanrı’nın güzellik, arınmışlık, yücelik gibi nitelikleri, evrende bulunan üç ayrı varlıkta görünüş alanına çıkar.

Tümeller

Albertus Magnus’un üzerinde uzun uzadıya durduğu sorunlardan biri de, bütün Orta Çağ boyunca tartışma konusu olan, tümellerdir (universalia) . Onun düşünce evreninde tümeller odak niteliğinde, biçimlendirici, gerçek varlıklardır. Tümellerin varlığı nesneye gerçeklik kazandıran biçimin varlığına benzer. Ancak tümelin varlığını kendi biçimi dışında düşünme olanağı yoktur, o kendi biçimi içindedir.

1-    Tümeller tanrısal algı gücünde biçimlendirici neden olarak (causus formativus) tikel bireyden önce vardır (ante rem).

2-    Tümeller “çoklukta birlik” kuralı gereğince bireylerde bulunur (in re).

3-    Tümeller ruhta gövdeden soyutlanmış olarak, bireylerden sonra da varlıklarını sürdürür (post rem).

4-    Birer gerçek olan tümeller tanrısal anlayış gücünün (zihnin) dışında bağımsız birer varlık değildir. Onların varlığı tanrısal anlayış gücü ile sınırlıdır.

Albertus Magnus, tümelleri birer varlık ilkesi olarak görür. Bu anlamda, tümellerle Platon’un “idea” ları arasında açık bir benzerlik vardır.

Biçim, nesnede eylem olarak gerçekleşir; özdeğin gelişme süreci içinde ulaşacağı son aşamadır (finiş).

Biçim, gelişme süreci içinde erek olduğuna göre özdeğin özünde vardır. Bu nedenle bireyleşme (indi-viduatio) ilkesi biçimlerin tözsel dayanağı (substra-tum) olarak özdekte bulunur. Bir nesne, ancak kendi kurucu özdeğinde bulunan biçimi alabilir. Nesnenin, kendi özünde oluşturucu neden niteliği taşıyan biçimden ayrı bir biçim alma olanağı yoktur.

Anlık (intellectus) biri etkin, biri edilgin olmak üzere iki karşıt özellik taşır. Bireylere göre değişik olmasına karşılık, edilgin anlık bir olanaktır; belli bir durumda kalmaz, sürekli olarak değişir. Etkin anlık ise kavranabilen biçimleri, değişmez duruma getirerek tümelleştirir; edilgin anlığı, içerik bakımından geliştirir. Etkin anlığın ruhla karışıp kaynaşma olanağı yoktur.

Ahlak

Ahlak sorunlarının çözümünde, Albertus Mag- Ahlak nus, törel bilinç (vicdan) denen yargılayıcı güce önem verir. Ona göre törel bilinç doğuştan gelen yüce bir yasadır. Kişiyi eylemlerinin iyiliklerine, kötülüklerine göre yargılar. Bir eylemin yapılıp yapılmaması konusunda denetleme görevini yerine getirir. Bir us yasası olan törel bilinç yaşama kurallarını yönlendirir. Onun doğuştan olması, bu önceden yönlendirici niteliği yüzündendir. Ancak, özel ödevlerin bilinçle yönlendirilmesini sağlayan törel bilinç, sonradan kazanılmış bir yetenektir. Kişinin özünde kötülüklere engel olan, iyilikleri gerçekleştiren içkin (immanent) bir güç vardır. Bu güçle törel bilinç uyum içindedir.

Erdem kişisel bir yetenektir; devindirici, eylemleri Tanrı katında olumlu gösterici bir etkisi vardır.

Tanrı bu özel yeteneği, insan ruhlarına önceden yerleştirmiştir. Erdem içeriği bakımından ikiye ayrılır.

a- Kişiyi Tanrı kayrasına yaraşır bir davranışa götüren, umut, sevgi, inan gibi gerçeklerin bilinmesini sağlayan erdem. Bu erdem türü Tanrı vergisidir, sonradan kazanılmış değildir.

b- Ruhun eylemlerini, tutkularım denetim altına alan, doğrulukla bağlaşımlı kılan erdem. Bu erdem ise sonradan kazanılmıştır.

Albertus Magnus’un etkisi çağlar boyunca sürmüş, tanrıbilime getirdiği yorumlar yeni bir Hıristi- < yan felsefesinin doğmasına olanak sağlamıştır. Özel- Tümeller likle Yeni-Platonculuk ve İslam düşüncesinden esinlenen görüşleri uzun tartışmalara yolaçmış, İslam felsefesine duyulan ilginin yoğunlaşmasına yolaçmış-tır. Tanrı, ruh, evren, yaratılış, inan, ölümsüzlük gibi Hıristiyan düşüncesinin temelini oluşturan sorunlara getirdiği çözüm biçimi Platon-Aristoteles felsefelerinden kaynaklanan dinci öğretilerin başlıca dayanağı olmuştur.

YAPITLAR: Summa De Creaturis ,(ö.s.), 21 cilt, 1651, (“Yaratış Üstüne”),

•    KAYNAKLAR: D’Assailly, Albert le Grand, 1870, Bach, Des Albertus Magnus Verhaeltnis der Erkenntnisslehre, 1881; Joel, Das Verhaeltnisse Alberts d. Grossen zur Erkenntnisslehre das Avicenna, 1866; A. Sehneider, Die Psychologie Alberts d. Grossen, 1903.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski