AHMED HİLMİ [Şehbenderzade] (1856-1913)
Türk felsefeci. Özdekçi öğretiye İslam inançlarından kaynaklanan bir düşünceyle karşı çıktı. Türkiye’de felsefe tartışmalarım, eleştirileri başlatanlardandır.
Filibe’de doğdu, İstanbul’da öldü. Doğduğu yerde öğrenim gördükten sonra İstanbul’a geldi, Mekteb-i Sultani’yi bitirdi. II. Meşrutiyet’ten sonra basın alanında çalışmaya başladı. Önce Posta ve Telgraf Nezareti’nde görev aldı, sonra Beyrut’a atandı. Beyrut’ta bulunduğu sırada düşünce özgürlüğüyle ilgili tutumu yüzünden Mısır’a kaçmak zorunda kaldı. İstanbul’a dönünce Fizan’a sürüldü. Bir süre sonra gene İstanbul’a döndü (1908), Darülfünun’da felsefe okutmakla görevlendirildi. Bu arada Hikmet adlı bir felsefe dergisi çıkardı, bu dergiyi sonradan gazeteye dönüştürdü.
Ahmed Hilmi felsefeye, yaşadığı yıllarda Baha Tevfik’in öncülük ettiği özdekçilik (maddecilik) akımına karşı çıkmakla, özdekçiliği savunanları eleştirmekle, girdi. Özellikle, Baha Tevfik’in Ludwig Büch-ner’den Madde ve Kuvvet adıyla çevirdiği, çağdaş özdekçiliği savunan yapıta karşı girişilen tartışmalarda adını duyurdu. Özdeğin (maddenin) bütün sorunların çözülmesinde bir kaynak olamayacağı görüşünü ileri sürerek Batı düşünürlerinin yapıtlarından aktarmalar yaptı ve düşüncelerini kanıtlamaya çalıştı. Ona göre “madde” yoktur, yalnız kütle ve süredurum vardır. Özdek, kütle ile süredurumun birer nitelik olarak bulunduğu nesnedir. Gerçekte “madde” boş bir kavramdır. Onun yapısı, özü bilinmemektedir. Ayrıca olayların açıklanışında özdekten yararlanma olanağı yoktur.
Evrenin yasaları kişinin ürettiği birer kavramdır, güç de gerçek bir varlık değildir. Özdek sonsuz olmadığı gibi yaratılmamış bir varlık da sayılamaz. Yaratılmayan bir nesne evrende bulunamaz. Doğada yokolma olayı kaçınılmazdır.
Tinsel olayların ayrı nitelikleri, ayrı özellikleri vardır, onları özdek olayları ile açıklamak, özdeksel olaylara indirgemek olanağı yoktur. Tinin varlığını beynin fizyolojik yapısına bağlamak da yanıltıcıdır; sorunu aydınlatmaya değil daha karışık bir duruma sokmaya yarar. Tin gövdeden bağımsız olarak vardır, onun özü kişinin usunu aştığından bilinemez, kavra-namaz.
Ben ona bağlı benlik, değişen gövdede değişmeyen tinsel etkinliktir. Gövde değişir, oysa tin gövde üzerinde değişmeksizin, etkinliğini sürdürür. Tinin bu değişmezliği, etkinliği kişide “ben” “benlik” denen varlıkları oluşturur.
Tanrı vardır, önsüz-sonsuzdur; “varlık” kavramı altında toplanan bütün nesnelerin yaratıcısıdır. Tanrı’ nın özü bilinemez, insan usunun bilme gücünü aşar. Tin tanrısal bir varlık olduğundan, gövdeden ayrıldıktan sonra da yaşamını sürdürür. Ölüm gövdenin dağılması, tinin tanrısal evrene dönüşüdür.
Ahmed Hilmi tinle, Tanrı ile ilgili görüşlerini açıklarken çağdaş deney bilimlerinin verilerinden, kendi anlayışına göre özel bir yorumlama ile yararlanmaya çalışır. Tinin ölümsüzlüğünü fiziksel “gücün sakımı” ilkesine bağlar. Bu konuda, başta Muhyiddin Arabî olmak üzere, Kuran’dan esinlenen İslam düşünürlerine dayanır. Ahmed Hilmi, çağdaş felsefe öğretileri karşısında, İslam dininden kaynaklanan düşünceleri nedeniyle etkili olmamıştır.
• YAPITLAR: Huzur-ı Aklü Fende Maddiyatı Meslek-i Dalâleti, 1916, (“Akıl ve Fen Karşısında Sapık Materyalizm Mesleği”); Tarih-i İslam, 1910-1912; Üss-i İslam, 1916, (“İslamın Temelleri”); İstibdadın Vahşetleri, 1910; Şeyh Bedreddin, ty.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi