Anselmus Kimdir, Hayatı, Eserleri, Felsefesi, Hakkında Bilgi

ANSELMUS (1033 – 1109)

İtalyan tanrıbilimci. İnanç sorunlarına us ilkelerine dayanarak çözüm aramış, Tanrı’nın varlığını varlıkbi-lim yöntemiyle ve Aristoteles mantığına dayanarak kanıtlamaya çalışmıştır.

Piemonte yakınlarındaki Aosta’da doğdu. 21 Nisan 1109’da başpiskopos olarak bulunduğu Canterbury’de öldü. Soylu ve varlıklı bir ailedendi. İnançlarına, geleneklerine çok bağlı olan annesi Ermenberga’nın etkisiyle bir manastıra kapandı, babasının karşı çıkışı üzerine manastırdan ayrıldı. Gençliğinin büyük bir bölümünü değişik işlerde çalışmakla geçirdi. Fransa’ya gitti, sonra Normandiya’da Saint Marie Kilisesi’ne girerek, bütün çalışmalarını din konuları üzerinde yoğunlaştırdı. Burada önce keşiş (1060), sonra duacı ve papaz oldu (1078). Kısa bir süre içinde, bilgisinin genişliği, din sorunlarını çözmede uyguladığı yöntem ile üne kavuştu, başpapazlığa yükseltildi. Piskoposluk seçimlerinde kralın yetkilerine karşı çıktığı, Papa III. Gregorios’un görüşlerini savunduğu için önce Kral II. William’ın, sonra da I. Henry’nin buyruğu ile sürgüne gönderildi. Daha sonra ölünceye değin kalacağı Canterbury başpiskoposluğuna atandı.

Felsefeye Augustinus’un credo ut intelligam (anlamak için inanıyorum) önermesini yeni bir yorumdan geçirmekle giren Anselmus çağının ünlü adc: (nominalist) tanrıbilimcisi Roscelinus’la yaptığı tartışmalarla büyük ilgi topladı. Tanrıbilim sorunlarına us ilkelerine dayanan, ancak ustan önce inanın gerektiğini ileri süren bir yöntemle çözüm aradı. Bu .yönteı. Aristoteles mantığından kaynaklanan, kavramlar arasında kurulan bağlantıya dayanan bir çalışma biçimidir. Anselmus bu yöntemde Platon’un ortaya attığı kavramlardan yararlandı. Dinle felsefenin bu kavramlardan beslenen bir düşünme yöntemiyle uzlaşabileceği görüşünü savundu.

Anselmus’a göre, felsefe bir tanrıbilimdir; onun başlıca konusu Tanrı varlığının kanıtlanmasıdır. Tanrı varlığının kanıtlanmasını erek edinmeyen, işe ondan başlamayan bir düşüncenin olumlu sonuca varma olanağı yoktur. Felsefe alanına giren, çözüm;bekleyen bütün sorunların kaynağı ve öncülü, Tanrı varlığıdır. Tanrı biri özü, öteki nitelikleri bakımından iki ayrı sorunu içerir. Bu sorunlar, kavramlarla dile getirilirse de, gerçek birer varlığı kapsar. Bu gerçek varlık Tanrı’dır. Ancak Tanrı konusunda düşünmeye başlamak için inan (iman) gereklidir. İnan düşünmenin başlangıcı değil ereğidir. Tanrı varlığına inanmadan Tanrı’yı, niteliklerini düşünmek çelişmeye düşmektir. İnanmak anlamayı sağlar, bu nedenle “anlamak için inanıyorum” önermesi geçerlidir.

İnanma ve Tanrı

İnanmak, üzerinde durulan konunun anlaşılması için ilk ışık kaynağıdır, sorunun çözülmesinde başlıca etkendir. En gerçek, en yüce varlık Tanrı olduğundan, anlamak için inanmak Tanrı’ya bağlanmaktır, Tanrı varlığının kesinliğini benimsemektir. Kişi inandığı sürece bilmeye, anlamaya çalışır, varlık sorunlarının içerdiği gerçeği kavramak ister. Bilgiye yükselmek için önce inanmak gereklidir; bu gereklilik de varlığın özünü ilgilendiren bir olgudur. Sorunlara yaklaşmada, sorunların çözülmesi için gerekli bilgiyi edinmede tek yol inanmaktır, bu nedenle inan bilgiden önce gelir, inanmayan kimsenin başarabileceği bir iş olmadığı gibi varabileceği bir erek de yoktur, inanmakla erek birbirini gerektirir, biri olmadan öteki olamaz. İnansız erek, ereksiz inan bir çelişkidir.

Tanrı önsüz-sonsuz bir varlıktır. “Varlık” kavramı önce Tanrı için geçerlidir; nesnelerin varlığı dolaylıdır, sonradır. Tanrı ile varlık, var olmak birbirini gerektirir, biri olmadan öteki olamaz; biri düşünülmeden öteki düşünülemez. Tanrı salt varlıktır, salt varlık olan Tanrı a se et per se (kendiliğinden ve kendisinde vardır). Tanrı’nın varlığı, özü gereği, kendinden başka bir varlığı gerektirmez, o yalnız kendi kendisiyle vardır. Tanrı evrenden önce vardı, bütün varlıklar tanrısal anlakta (zihinde) öncel olarak bulunuyordu. Bu durum tanrısal bilginin de sonsuzluğunu, tanrısal varlıkla birlikte olduğunu gösterir. Tanrı’nın düşünme yeteneğinde önceden bulunmayan, tanrısal bellekte yeri olmayan bir nesnenin varlığını düşünmek saçmadır. Tanrı bütün yetkinliklerin kaynağıdır, onun yüce varlığı bütün yetkinliklerle donatılmıştır. Bu yetkinlikler de sonradan kazanılmış nitelikler değil, tanrısal özle birliktedir. Bu nedenle Tanrı iyiliğin, yüceliğin, doğruluğun, güzelliğin, bilgeliğin, yetkinliğin kendisidir. Bunları nitelik olarak düşünürüz, ancak gerçekte, bunlar nitelik değil, tanrısal özün, tanrısal varlığın bütünündedir.

Tanrı zaman ve uzayla da bağımlı değildir, onların üstündedir. Tanrı kavramı en yetkin varlığı (ens perfectissimum) içerir. Tanrı’nm varolmadığını düşünmek ise en yetkin varlığın bulunmadığını ileri sürmektir. Bu durumda Tanrı kavramı ile Tanrı varlığı birbiriyle çelişir. Tanrı kavramının yüklemi, Tanrı varlığının dışına itilir, böylece Tanrı “en yetkin varlık” olmaktan çıkar, oysa Tanrı kavramının içeriği “en yetkin varlık”tır.

Anselmus, Tanrı’nın varlığını, düşünülebilen” en yetkin varlık” kavramı ile bağlantılı kılarak kanıtlamaya çalıştı. Bu kanıtlama türüne “varlıkbilimsel kanıtlama” dendi. Bu kanıtlamanın kaynağı da Platon’
un kavramları (idea) gerçek varlık olarak niteleyen kuramıdır. Anselmus bu kuramdan yola çıkarak, ona yeni bir yorum getirmiş ve Tanrı en üstün gerçek varlıktır (ens realissimum) demiştir. Tanrı kendi kendinin nedenidir; kendi kendinin nedeni olması dolayısıyla gerekli olarak vardır, varolmaktan başka bir durum Tanrı için söz konusu olamaz. Tanrı evrenin, evreni dolduran varlık türlerinin de tek ve gerekli nedenidir. Bu nedene göre varolmak Tanrı’da olmak, Tanrı olmak varolmaktır. Tanrı’da bulunan nitelikler insanlarda, öteki varlıklarda bulunanlara benzemez. Tanrısal nitelikler tanrısal varlıkla özdeştir. Tanrı dışında kalan varlıklarda bulunan nitelikler ise o nesnenin varlığı ile özdeş değildir. Tanrısal nitelikler, gerçekte, tektir.

Tanrı ile insan arasındaki bağlantının ortaya çıktığı olaylardan biri de “günah” sorunudur. Bu sorun Anselmus’un Cur Deus Homo (“İnsanın Tanrısallığı”) adlı yapıtında en ince ayrıntılarına dek işlenmiştir. İnsan, yaratıldığı ilk dönemde, ağır bir suç işlemiştir. Bu suç Tanrı’ya karşıdır. Böyle büyük bir suçun bağışlanması insanı aşar. Tanrı’nm yüceliğine, büyüklüğüne karşı işlenen bu suçu ancak Tanrı, kendi varlığında, özünü küçük düşürmeden bir eylemde bulunarak bağışlayabilir. İşlenen suçun, büyüklüğü nedeniyle gene yüce bir varlıktan öc alınarak bağışlanması gerekir. Bunu düşünen Tanrı, İsa’nın varlığında insan biçimine girmiş, suçun büyüklüğüyle orantılı olarak, tanrısal bir varlığa dönüşen İsa sonsuz acılar çekerek, insanlığı kurtarmıştır. Tanrı’nm, İsa’nın varlığında, insan biçimine girmesiyle kendi yüceliğine yaraşır bir eylemde bulunduğu, böylece kurtuluş sorununun çözüldüğü ileri sürüldü. Anselmus, İsa’ nın Tanrı ile olan özdeşliği ya da benzerliği sorununu, “günah” olayını ortaya atarak sonuca bağladığı görüşünü savundu. Ona göre İsa gerçeğin, doğruluğun kendisidir. Kendini gerçeğe ve doğruluğa adayanlar İsa için can verenlerdir. Ancak, onun, tek varlık olarak Tanrı’yı tanıması, Tanrı dışında bir varlık görmek istememesi varlık birliği inancına eğilim duyduğunu göstermiştir. Kimi felsefe tarihçileri, Anselmus’un kilisenin baskısından çekinerek, varlık birliği görüşünü açıklığa kavuşturmadığı kanısındadırlar.

Anselmus’a göre, duyular bireysel varlıkları algılar, tümelleri algılamak, kavramak yalnız usun başarısıdır. Tümeller bireyleri aşan birer varlık olduğundan duyularla algılanamaz.Tümel kavramlar gerçek varlıklardır. İnsan, çevresini kuşatan niteliklerden yola çıkarak salt ve tanrısal nitelikleri kavrama olanağı bulabilir. Bunu başarabilmek için önce inanmak gerekir.

Evren

Evren yaratılmıştır, yoktan varedilmiştir (ex nihilo). Evreni dolduran bütün varlık türleri de yaratılmıştır. Ancak, bu yaratılış eylemi kimi bilgelerin sandığı gibi değildir. Bütün varlık türleri, daha önce, tanrısal anlakta düşünce olarak vardı. Yaratılış bu düşünce niteliği taşıyan varlıkların tanrısal özden dışa taşarak biçimlenmesi, görünüş alanına çıkmasıdır. Tanrı, engin bilgisiyle, yüce istenciyle neyi yaratacağını biliyordu, yaratılanlar onun düşünme yeteneğinde gerçek biçimlerini almıştı. Tek varlık Tanrı olduğundan, “yaratılmış varlık” da Tanrı düşüncesinden çıkan varlık olabilir. Tanrı “salt varlık” olduğundan bütün varolan nesnelerde onun bulunması doğaldır. Bir nesnenin varlığı salt varlık dışında gerçekleşemez. Bütün varolan nesneler bu salt varlığa katılmaları nedeniyle vardır. Varolmak bu salt varlığa katılmaktır. Salt varlık olan Tanrı, kendi özü gereği, yaratmadan edemez, yaratmak tanrısal varlığın bir gereksinimidir.

Ahlak sorunlarının işlenmesinde de başlıca yöntem bu “salt varlık”la bağlantı kurmak, ondan yola çıkmaktır. Tanrı “salt iyi”dir, “salt doğru”dur, “salt değer”dir. Bu nedenle bu tanrısal nitelikler olmadan “iyi olan”,“doğru olan”, “değerli olan”dan söz edilemez, bunlar düşünülemez.

Bilgi

Anselmus, De Fide Trinitatis (“Üçleme’ye Bağlılık Üstüne”) adlı yapıtında bilgi sorununu ele almıştır. Bilgi salt usla sağlanır, salt us ise “salt varlık” olan Tanrı’dan kaynaklanır. Bilmek eylemi, nesneleri kavramlarının örgüsü içinde, düşünerek sonuca varmaktır. Kavramsal bilgi bize nesnenin kendini verir.

Bu durum, nesnenin kavramıyla varolması sonucudur. Bilginin kesinliği, doğruluğu yargının içeriğine bağlıdır, bilgiyi oluşturan da doğru yargılardır. Bir yargının doğruluğu ise varılan sonuçla bağlantılıdır.

Yargının doğruluğunu gösteren başka bir özellik de içerdiği konuyla olan uygunluğudur. Doğru yargının içerdiği konuyla olan bağlantısı özne ile nesne arasında bir uyumun bulunduğunu kanıtlar. Gerçek bilgi Hıristiyanlık’ın özündedir, onun özünü kavrayan gerçek bilginin kaynağına varır. Bu kaynağa inanla (iman) gidilir, kesin bilgiyi aramadan önce inanın eksiksiz olması, bütün kuşkuların üstünde olması gerekir. Evrenin, evreni dolduran ve çevremizi kuşatan varlıkların anlaşılması başka türlü olamaz. Nitekim, inanmayan bir kimsenin anlayabileceği bir konu da olamayacaktır. Dinle ilgili sorunlarda inan, bu evrenin anlaşılmasında deneyin işini görür. Sesi hiç bir zaman işitmemiş olan bir sağır-dilsizin, ses konusunda açık bilgisi de olamaz. Bu nedenle inanmamak görmemektir, görmemek ise anlamamaktır. Öyleyse inana varmak için düşünmüyoruz, anlamak için inanıyoruz.

Hıristiyan dininin anladığı Tanrı’yı yadsıma olanağı yoktur. Tanrı’yi yadsıyan bir kimsenin, bütün düşünme gücünü kullanarak en yetkin bir varlık tasarlaması kaçınılmazdır. İnsan ne yapsa düşünme yeteneği en yetkin bir varlığı tasarlayacaktır. Bu durumda kişi kendi kendisiyle çelişkiye düşer. En yetkin varlığın bulunduğunu düşünmeden edemeyen kişinin, en yetkin varlık olan Tanrı’yı tanımaması yalnız Hıristiyan dininin ilkeleriyle değil us kurallarıyla da bağdaşmaz. Anselmus Proslogium (“Sunuş”) adlı yapıtında bu düşüncelerini açıklarken, kilise büyükleri gibi katı bir görüşe bağlanmamış, usu < inanla uzlaştırmaya çalışırken sağlıklı bir düşünme Evren eyleminin içine girmiştir.

Gerçeklik

Anselmus, gerçeklik konusunda, Platon’un idea Gerçeklik öğretisinden kaynaklanan bir görüşü savunmuş, bu öğretiye yeni bir yorum getirmiştir. Özellikle Monologium’da ileri sürdüğü düşünceler, Platon’un öğretisine değişik bir açıdan baktığım kanıtlar. Tanrı konusundaki düşünceleri Platon’un özel bir açıklanışı niteliğindedir. De Veritate’dt (“Gerçek Üstüne”) bütün gerçeklerin Tanrı varlığında yoğunlaştığını, birliğe ulaştığını açıklamış, çoklukta tekliğin bulunduğunu ortaya atmıştır. Bu düşünce, bize çokluk biçiminde görülen nesnelerin Tanrı varlığında birliğe ulaştığını, tek varlığa dönüştüğünü, gerçekte yalnız Tanrı’nın varolduğunu bildirir.

Anselmus, düşüncelerini belli konular üzerinde yoğunlaştırırken, kimi sorunların çözümünde Tanrı kayrasının gereğini de ileri sürdü. Ancak bu kayranın ne yolla sağlanabileceğini açıklığa kavuşturmadı. Kişinin düşünme özgürlüğü, istenç özgürlüğü gibi sorunlara değindi, bunlarla ilgili çözümleri Augustinus’tarı kaynaklanan bir yöntemle araştırdı. Görüşlerinin açıklanışmda daha çok usa vurmaya dayanan bir tümevarımı benimsedi. Aquino’lu Thomas ile D’Ailly bu kanıtlama yöntemine karşı çıktılar.

Anselmus’un çağındaki yaygın etkisi ölümünden sonra da yüzyıllar boyunca sürdü. Özellikle kilise çevrelerinde, düşüncelerinin genişliği, tanrıbilim sorunlarına getirdiği yeni çözüm yöntemiyle başvurulan başlıca kaynaklardan biri oldu; kendisine İkinci Augustinus adı verildi. 1494’te büyük bir törenle, Hıristiyan ermişleri arasına alındı; Canterbury’li St. Anselm olarak anılmaya ve ölüm günü olan 21 Nisan’da adına tören düzenlenmeye başlandı. Onun uyguladığı yöntemi, daha sonra, Descartes geliştirerek matematik sorunlarına uyguladı. Tanrıbilim sorunlarının çözümünde, nesnelerin nitelenmesinde kavramlara verdiği önem nedeniyle, kimi felsefe çevrelerinde, adcılığın (nominalizm) kurucuları arasında sayıldı.

Anselmus’un tanrıbilim anlayışında, özellikle “çoklukta birlik” düşüncesinde Yeni-Platonculuk ve İslam düşünürlerinin etkileri açıktır. İslam düşüncesinden ne yolla yararlandığı kesinlikle bilinmiyorsa da, bu kaynağın Orta Çağ’da Arapça’dan Latince’ye yapılan çevirilerle ilgili olduğu bellidir. Tanrı’mn bütün nesnelerde görünüş alanına çıkması varlık türlerinin çokluğunu sağlar. Gerçekte varolan birdir, o da Tanrı’dır; çokluk bir görünüştür. Bu düşünce Yeni-Platonculuk’un varlık anlayışını dile getirir. 8. yy ortalarından sonra tasavvuf akımı da bu görüşü benimsemiş, İslam ülkelerinde hızla yayılmasını sağlamıştır.

•    YAPITLAR
: S. Anselmi Opera Omnia, (ö.s.), F.S. Schmitt (der.), 6 cilt, 1946-1961.

•    KAYNAKLAR: R. Allers, Anselm von Canterbury, Leben, Lehre, Werke, 1936; A. -Schurr, Die Begründung der Philosophie durch Anselm von Canterbury, 1966.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski