Apeiron Nedir, Hakkında Filozof Görüşleri

Apeiron

İlk Çağ Anadolu-Yunan felsefesinde evrenin, onu dolduran varlıkların, tek bir ilkeden türediği sorunu Thales’in* suyu “oluş”un arkhesi saymasıyla başlamıştır. Evren, görünüşte, değişik varlıklardan kurulu bir bütündür. Oysa gerçekte varolan tek ilkedir, arkhedir. Bu ilkede, varlığın taşıdığı bütün özellikler, nitelikler bulunur. Varlık türlerinin oluşması bu ilkenin değişik koşullar altında başkalaşmasına, sürekli değişip dönüşmesine bağlıdır. Yaş-kuru, soğuk-sıcak, katı-yumuşak, akıcı-uçucu gibi karşıt özellikler taşıyan bütün nesneler de bu ilkenin ürünleridir. Bu ilke diridir, yaratılmamıştır, yokolmayacaktır, kendiliğinden vardı, öyle kalacaktır.

Thales’in somut bir varlık olarak düşündüğü ilke su idi, duyularla algılanan, evrende yeterince bulunan bir varlıktı. Suyun, bir varlık ilkesi olarak benimsenmesi, özellikle karşıt nitelikler taşıyan nesnelerin oluşmasında ortaya çıkan soruna çözüm aranmasında birtakım güçlükler yaratmıştı. Mantık kurallarına göre çalışma gereğinde olduğunu ileri süren felsefe, suyun varlık türlerinin anamaddesi olarak benimsenmesinde birtakım çıkmazlarla karşı karşıya gelmişti. Bu çıkmazların ilki bir tözden oluşan varlık türlerindeki karşıtlıkların belli bir uyuma bağlanarak giderilmesiydi. ilk Çağ Anadolu-Yunan felsefesi bu çıkmazları kesin bir sonuca vardırarak giderecek durumda olmadığından, sürekli bir arayış içindeydi, işte, Thales’in çağdaşı ve öğrencisi Anaksimandros’un, varlığın oluşturucu ilkesi diye, “belirsiz” anlamına gelen apeiron u ortaya atmasının nedeni budur. Apeiron belli nitelikler taşıyan varlık türlerinin oluşturucu öğesi olmakla birlikte, bilinen niteliklerin ötesinde bir yapı taşır. Onun değişerek yeni varlıklar ortaya koyması oluş sürecini gerçekleştirir. Oluş süreci önü-sonu olmayan, kesintiye uğramayan, kendi kendini sürekli yenileyen, biçimlendiren bir yaratma akışıdır. Bu akışta yoktan varetme değil, karşılıklı dönüşüm yoluyla biçimden biçime girme söz konusudur.

Soyut, kavranamayan, bütün özellikleri duyularla bir veri durumuna getirilemeyen apeiron, Thales’in somut varlık olan “su”yu ilke saymasına karşı bir tepki ya da yeni bir yorum olarak ortaya çıktı. Böylece felsefe tarihinde, somut varlık olan ilkenin karşısına, yalnız dönüşümleri sonucu duyularla kavranan olayların, varlık türlerinin yaratıcısı sayılan soyut bir töz çıkmıştır. Anaksimandros’un apeiron olarak adlandırdığı bu tözün, kendisinden yüz elli yıl sonra gelen, gene Anadolulu bir bilge olan Anaksagoras ’ın düşünce evreninde nous denen bir ilkeye dönüştüğü görülmüştür. Nous taşıdığı nitelikler bakımından, apeiron’a benzemez; ancak soyut bir varlık olması dolayısıyla, özdeş düşünce ortamında ele alınmıştır.

Gerek apeiron, gerekse nous ilk Çağ’dan Orta Çağ’a yorum değiştirerek geçmiş, tektanrıcı dinlerin ortaya çıkışıyla yaratılış olayının açıklanışında bambaşka anlatım biçimi kazanmıştır. Augustinus’tan Bonaventura’ya dek bütün Orta Çağ Hıristiyan tannbilimcileri, Tanrı varlığının açıklanışında, “bilinemez”, “kavranamaz”, “belirsiz” ve usun gücünü aşan bir tözden sözetmişlerdir. Tanrısal nitelikler taşıdığından dolayı “bilinemeyen”, “belirsiz” olan bu tözün kaynağının, felsefe tarihinde ele alman sorunların gelişim çizgisi izlenince, apeirona vardığı görülür. İslam Orta Çağ’tnda apeiron kavramının benzeri “bilinemez” diye nitelenen yaratıcı tanrısal güçtür. Bu güç sınırsızdır, sonsuzdur, doğmamıştır, yokolmayacaktır; bütün oluşların, yok oluşların, değişmelerin, dönüşmelerin kaynağıdır, başlıca ilkesidir.

İslam tasavvufunda tek varlık olan Tanrı, değişik niteliklerle, “görünüş alanı”na çıkınca varlık türleri oluşur. Evreni dolduran bütün varlık türleri “bilinemeyen”, usun kavrayış gücünü aşan, ancak bütün nitelikleri özünde taşıyan tanrısal erkten kaynaklanır. Varoluş, bu tanrısal erkin duyulara verilmesi, görünür duruma gelmesidir. İslam düşünürlerinin, doğrudan doğruya, apeiron kavramıyla karşılaştıkları öne sürülemez. Ancak, İlk Çağ Anadolu-Yunan düşüncesini Batı’dan önce öğrendikleri, o dönemde bilinen felsefe yapıtlarını Arapça’ya çevirdikleri, bu yolda ilk adımı attıkları gözönünde tutulursa, hangi kaynakların etkisi altında kaldıkları kolayca anlaşılır. Nitekim “bilinemez”, “belirsiz”, “yaratılmamış” ve “yokol-mayacak” gibi durumları bildiren kavramlar Hıristiyan anlayışına da, İslam düşüncesine de Anadolu-Yunan kökenli felsefe ürünlerinden geçmiştir. Tektanrıcı dinlerde, özellikle doğuş dönemlerinde, bu tür kavramları türetecek başka bir kaynak bilinmemektedir.

Orta Çağ’dan sonraki Batı felsefesinde önemli bir sorun olan “bilinemez” kavramının kökeni de apeirondan beslenen “belirsiz” anlamına dayalı yorumdur. Özellikle kaynak sorunlarında, oluşun varlığı tartışma dışı bırakılırken, oluşa yol açan ilkenin bütünlüğünün bilinemediği durumlar ortaya çıkmaktadır, ilke devindirici, ortaya koyucu bir güç olarak alındığında bile, özü bilinememekte, “belirsiz”kalmaktadır.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski