Babür Kimdir, Hayatı, Dönemi, Eserleri, Edebi Kişiliği, Hakkında Bilgi

BÂBÜR (1483-1530)

Hint-Türk hükümdarı. Hindistan’ daki Bâbürlü (Gurkanlı) devletinin kurucusudur.

Gazi Zâhireddin Muhammed Bâbür, 14 Şubat 1483’te Fergane’de doğdu. 26 Aralık 1530’da Agra’da öldü. Timur’un beşinci kuşaktan torunudur. Babası, Fergana Emiri Ömer Şeyh Mirza, annesi Cengiz Han soyundan Kutluğ Nigâr Hanım’dır. Çocukluğu, giderek parçalanmakta olan Timur Devleti’nin iç çekişmeleri, babası ile akrabalarının savaşmaları arasında geçti. Ömer Şeyh Mirza’nın ölümü üzerine henüz on bir yaşında iken 10 Haziran 1494’te Fergana’da tahta çıktı. Bu tarihte, Timur’un torunları ayrı devletler kurmuşlardı; Hüseyin Baykara Horasan’da, Ebu Said Maveraünnehir’de bağımsız bir konumdaydılar.

Amcası Semerkant Hanı Sultan Ahmed, dayısı Taşkent Hanı Mahmud, daha o tahta çıktığı günlerde Fergana topraklarını almak için saldırıva seçtiler. Bâbür ilk savaş deneyimlerini babasına bağlı komutanların saldırıları yüzgeri etmesiyle sonuçlanan bu savaşta kazandı.

Bâbür’ün yaşadığı yıllarda Orta Asya siyasal bakımdan çok karışıktı. Hükümdarlık kurumunun belli kurallara bağlı olmaması, devletin hükümdar ailesinin malı sayılması, büyük aşiret beylerinin geniş topraklara yarı-bağımsız bir biçimde egemen olmaları, halkın yönetime karşı duyarsızlığı, ortak çıkarlar nedeniyle prenslerin birbirleriyle ittifaklar kurmaları ve karşılıklı çatışmalar kargaşanın başlıca nedenleriydi.

Bâbür, kendisine düşmanlık güden amcalarının ölümlerinden sonra 1496’da atası Timur’un başkenti Semerkant’ı ele geçirdi. Ancak talanlar ve akınlarla yoksullaşmış ata yurdunda askerlerini doyuracak hiçbir şey bulamadı. Ertesi yıl Semerkant’ı bırakarak az bir güçle Hocent’e çekildi. Timurlular’ın zayıflamasından yararlanarak güçlenen Muhammed Şevba-ni, aynı yıllarda bağımsız Özbek Devleti’ni kurmaktaydı.

1501’de Ser-i Pül savaşında Muhammed Şeybani’ ye yenilen Bâbür, on sekiz yaşında iken tahtını ve ülkesini yitirdi ve Taşkent’te dayısı Mahmud Han’a sığındı. Daha sonraki yıllarda Semerkant’ı almak için bir iki girişimde daha bulundu ise de, her seferinde Şevbani’ye yenildi. Sonuçta, Pamir Dağları’na çekilmek zorunda kaldı.

Sürgünde, kendisine danışmanlık ve akıl hocalığı eden yaşlı bir bilge, her gece ona, Hindistan’ı, Hint tarihini ve zenginliğini anlattı. Bâbür, bu ülkevi zaptetmek ve orada yeni bir devlet kurmak düşünesiyle Horasan illerine haberciler göndererek Türkmenler’i yanına çağırdı. Kısa zamanda 20.000 kişilik bir gönüllüler ordusu kurarak harekete geçti.

1504’te Hindikuş Dağları’nı aşarak kan dökmeden Kabil’i aldı. Burasını merkez edinerek küçük bir devlet kurdu. Sayıca az ama disiplinli ordusuna dayanarak, Afganistan’ın engebeli topraklarında, ırkları, inançları farklı yöre halkı üzerinde merkezi bir yönetim oluşturdu. Hindikuş’la Gazne arasındaki topraklan, askerlerine ve komutanlarına dağıttı. Özbek istilasından kaçan Semerkant, Hisar, Fergana halkını da bu bölgelere yerleştirdi.

1505’te, Sind kıyılarına dek ilerledi. Özbekler’in çekildiğini öğrenince Horasan’a yürüdü. Ancak, Kabil’de çıkan ayaklanma yüzünden Hindikuş Dağları’ nı geçerek başkente döndü. 1507’de “Padişah” sanını alarak Timurlular’ın en büyük başkanı olduğunu ilan etti. O yıllarda bir başka hükümdar, Safevîler’in ilk hükümdarı Şah İsmail (I. İsmail), Bâbür’ün rakibi Özbek Hanı Şeybani ile kıyasıya savaşıyordu. Bâbür, Şah İsmail’le ittifak kurdu.

Şah İsmail orduları Özbekler’i yendi. Bu arada Şeybani Han da öldürüldü (1510). Bâbür, bu sonuçtan umutlanarak 1511’de giriştiği Maveraünnehir seferinde Semerkant ve Buhara’yı ele geçirdiyse de, hutbelerde Şah İsmail’in adını okutturmak, askerlerine kızılbaş külahı giydirmek zorunda kaldı. Bölgenin Sünnî halkı bundan rahatsızlık duydu ve Şah İsmail orduları çekilince karışıklıklar baş gösterdi. Alman kentler yeniden Özbekler’in yönetimine geçti. Bâbür, 1512’de Gucduvan’da Özbekler’e yenildi. Ardından koruyucusu Şah İsmail de Çaldıran’da Osmanlılar karşısında bozguna uğrayınca, Bâbür, Maveraünne-hir’de geçirdiği dört yıldan sonra Kabil’e döndü.

Hindistan’ı ele geçirmesi

1517’ye değin ülkesinin içişleriyle uğraşarak ordusunu güçlendirmeye çalıştı. Hindistan’daki gelişmelerle ilgilendi. Bu büyük ülke karışıklıklar içindeydi. Valiler, racalar, bağımsızlıklarını kanlı çekişmelerle sürdürürken halk kötü koşullarda yaşıyordu. Bâbür, istilaya girişmeden, Kunar ile Sind arasında .güvenliği sağlayarak Afgan beylerinin güvenini kazandı. 1519’da, bin beş yüz kişilik bir güçleSind Irmağı’m geçti. Yukarı Pencab ile Şehab arasındaki bölgede egemenliğini kolayca kabul ettirdi.

Bâbür Timur’un tek ve gerçek mirasçısı sıfatıyla Delhi Sultanı İbrahim Lûdî’ye elçi gönderdi. Bu elçinin Lahor’da tutuklanması üzerine 1520’de yeniden Sind’i geçerek Pencab’a yöneldi. İki yıl sürecek bu uzun ve güçlüklerle dolu seferinde, Siyalkut ve Seyyidpûr kentlerini ele geçirdi. Lahor’a .yürüyeceği sırada Kandehar emırinin saldırıları yüzünden geri döndü. 1522’de Kandehar’ı alarak Argun kabilesini Sind’in aşağı vadisine sürdü. Oğlu Hümayun’u Be-dahşan valiliğine atadı. Böylece, Sevhun, Sind ve Belucistan arasındaki geniş topraklarda egemenliğini sağlamlaştırdı.

Delhi Sultanı İbrahim Lûdî’nin kötü yönetiminden şikâyet eden Afgan beylerinin ve Lûdî’ye başkal-dıran Pencab Valisi Devlet Han’m çağrısıyla 1524’te bir kez daha Sind’i geçerek Pencab’ı ve merkezi Lahor’u aldı. 1525’teki dördüncü seferinde Hindistan içlerine ilerledi. 13.000 kişilik disiplinli ordusu ve topçu bataryaları ile 1526’da İbrahim Lûdî’nin 100.000 kişilik ordusunlı ve fillerini Panipat’ta ezip yok etti. Birkaç gün içinde Delhi ve Agra’yı ele geçirdi.

Bu büyük yengi Bâbür’ü çözümü zor sorunlarla başbaşa bıraktı. Hint halkı, Afgan Beyleri,yerli prensler, yağmacı kabileler, değişik inançlı topluluklar, her yerde karışıklıklar çıkarmaya başladılar. Ordunun ulaşım yolları kesilmiş, yiyecek sıkıntısı baş göstermişti. Hint iklimine alışık olmayan askerler yurtlarına dönmek istiyorlar; salgın hastalıklardan kırılıyorlardı. Bâbür, izlediği siyasetle bu değişik ülkede kısa sürede yeni bir düzen kurmayı başardı. Oğlu Hümayun, Afgan beylerini dize getirirken kendisi de Gucerat’ın yeni sultanını sindirdi. 1527’de Kanva’da, asıl büyük düşmanı Rana Sanga’yı ve Raçput ordusunu bozguna uğrattı. Sıcağa ve susuzluğa dayanamayan Bedah-şan askerlerini yurtlarına gönderdikten sonra Agra’ya dönüp yerleşti.

1527-1529 arasında olağanüstü bir çaba ile Rac-putlar, Lûdîler, Belûcîler, asi Afgan Beyleri ve Ben-galliler ile savaştı. Bağımsız beyliklerin çoğunu ortadan kaldırdı. Son olarak Ganj’ı geçti ve 6 Mayıs 1529’da Bengal hükümdarına boyun eğdirdi. Dönüşte Luknav’ı kesin olarak aldıktan sonra 24 Haziran’da Agra’ya geldi.

Seferden, savaşmaktan, yazmaktan, düşünmekten ve içmekten bıkmayan Bâbür, sağlığını hızla yitirdi. Oğlu Hümayun da şiddetli bir hastalığa yakalanarak Agra’ya geldi. Oğlunun iyileştiği günlerde Bâbür ölmek üzereydi. 26 Aralık 1530’da, devlet adamlarını ve komutanlarını toplayarak Hümayun’un hükümdarlığını hepsine kabul ettirdi. Aynı gün, 47 yaşında iken öldü. Kimi tarihçiler, oğlu tarafından zehirletilerek öldürüldüğünü ileri sürerler. İlkin Jum-na kıyısındaki Nûr-Efşan Bahçesi’ne konan cesedi, vasiyeti uyarınca altı ay sonra Kâbil’e götürülerek bir su kenarına gömüldü. Torunlarından Şah Cihan, 1646’da burada görkemli bir türbe yaptırmıştır.

Bâbür, cihangirliğiyle çelişen ince yapılı, zeki ve zarif bir insandı. İyi bir komutan, çağının ilerisinde bir diplomat ve yönetici, güçlü bir şairdi. Beceriye değer verir, görevlendireceği kişileri titizlikle seçerdi. Yakın ilişki kurmaya çalıştığı Osmanlı padişahlarının (II.Bayezid, Yavuz ve Kanunî ile çağdaştı) yönetim ve askerlik deneyimlerinden yararlanmaya çalışmış; İstanbul’dan getirttiği topçu öğretmenleriyle mimarları, savaş ve bayındırlık işlerinde kullanmıştı.

Türlü serüvenler ve olaylarla dolu geçen kısa yaşamı, 16. yy Doğu dünyasında önemli bir yer tutar. Hindistan’daki egemenliği birkaç yıl olmakla birlikte, burada büyük değişiklikler yapabilmiştir. Onun girişimleri ile Hindistan’da tarım üretiminin, açlıktan kırılan ülke halkını doyuracak bir düzeye ulaştığı bilinmektedir. Kılıç kullanmada, ata binmede, ok atmada ne ölçüde usta ise, insanları yönetmede de öylesine becerikliydi. Her şeyin yitirilmiş olduğu sanılan anlardabile telaşlanmaz, umudunu kaybetmezdi. Gereksiz yere kan dökmekten, yakıp yıkmaktan hoşlanmaz, her düzeyden insana karşı alçakgönüllü davranır, kendisine yapılan basit hizmetleri bile ödüllendirmekten zevk duyardı. Bağışlanmasına sığman en azılı düşmanlarını affederdi.

Askeri, idari, siyasi yoğun işleri arasında spora, ava, eğlenceye ve ibadete ayıracak zaman bulur, güzel sanatlarla uğraşırdı. Sık sık düzenlediği içki meclislerinde döneminin en ünlü sanatçılarım bulundurur, onlarla tartışır, sohbet ederdi. Gençliğinde içki kullanmadığı, hatta meclislerde ikram edildiği zaman utangaçlıkla geri çevirdiği halde sonradan ayyaş denecek derecede içkiye alışmıştı. Özellikle yirmi sekiz yaşından sonra gece gündüz demeden içtiğini, yirmi dört saatte dört kez içki sofrası kurdurduğunu kendisi yazmaktadır.

Dindardı, ama bağnaz değildi. Hindistan’daki bütün inançları serbest bırakmış, en sapık inançlara bile ilişmemişti. Farsçayı, başkaca bir iki Doğu dilini biliyor, Türkçe konuşuyor, şiirlerini ve anılarını Türkçe yazıyordu. Türklüğü ile övünür, atalarının, özellikle Cengiz’in yasalarına titizlikle uyardı. Aynı zamanda bir duygu ve heyecan adamı olan Bâbür’ün güzel sanatlara yatkınlığı ve hevesi vardı. Bulduğu her fırsatta okur, gittiği yerleri incelerdi. Düz yazıda, şiirden daha başarılıydı. Ayrıca saz çalar, beste yapardı. Hatt-ı Bâbürî (Bâbür Yazısı) denen bir yazı türü geliştirmişti.

Edebi kişiliği

Bâbür’ün en göze çarpan özelliği edebi kişiliğidir. Gerçi onunla çağdaş olan Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman, Çağatay hakanı Hüseyin Baykara, Özbek Hanı Şeybani de o dönem Doğu dünyasının önemli hükümdarları olmalarının yanı sıra birer şairdiler. Ancak hiçbirinin edebi yönü, siyasi kişiliğinin önünde değildi.

Bâbür’ün edebiyatla ilgisi, ötekilerden farklı olarak hükümdarlığının ve cihangirliğinin ilerisindedir. Nazım tekniğindeki bilgisi ve becerisi, yalnız şiirlerinde değil, aruz konusundaki önemli yapıtında da görülmektedir. Yüksek ve ince bir sanat zevkine sahip bulunduğu, Bâbürnâme adlı anı defterinde de izlenmektedir. Bu yapıt onun, kendi kusurlarını bile çekinmeden yazabilecek kadar gerçekçi ve içten olduğunu da göstermektedir. Buna karşılık, eserinde kendisini öven, başarılarını açıklayan bir cümleye rastlanmaz. Zaferlerini ve başarılarını pek yalın ve olağan bir üslupla anlatmıştır.

Bâbür, bir yandan, inişler çıkışlar arasında binbir olayla dolu geçen siyasi yaşamıyla, öte yandan Çağatay edebiyatının 16.yy’daki en güzel ve özgün eserlerinin sanatçısı kimliğiyle ilginç bir insandır.

Yapıtları

En önemli yapıtı olan Bâbürnâme, Doğu Türk-çesi (Çağatayca) ile yazılmıştır. Yaşamının bütün dönemlerini anlatan ve asıl adı “Vekayi” olan bu anılar toplamı, seçkin bir otobiyografidir. Bâbür, özel ve resmi yaşamını olduğu gibi anlatmış olduğundan, okuyucu burada salt kahramanlıklar ve serüvenler peşinde koşan bir hükümdar göremez. Ortada, yaşamı birçok bakımlardan başkalarına benzeyen, basit, yumuşak yaratılışlı, sevimli bir insan vardır. Herkes gibi, kusurları, erdemleri, günahları, zayıf ve güçlü yanları olan bir insan… Bunun yanı sıra yapıtta, görülen yerler, anıtlar,; ilginç bitkiler, yaratıklar, ilişki kurduğu toplumların ortak ve değişik özellikleri, kişilerin psikolojileri, çok dikkatli bir gözlem süzgecinden geçirilerek anlatılmıştır.

Dilinin sadeliği, üslubunun doğal ve akıcı oluşu, betimlemelerin renkliliği gibi daha birçok özelliği bakımından Bâbürnâme, yalnız Doğu Türkçesi’nin değil genel olarak Türk edebiyatının şaheserlerinden sayılmaktadır.

Yine Çağatayca yazılmış olan Aruz Risalesi nde,
Türkler’e özgü nazım türleri konusunda bilgiler verilmektedir. Bu bilgiler, Nevaî’nin Mizanü’l-Evzan adlı yapıtındaki bilgilerden daha geniştir. O zamana değin kullanılan vezinler için bol Türkçe örnekleri içerdiği gibi, Bâbür’ün bulduğu yeni vezinlere ilişkin örnekler de vardır. Bâbür, bu yapıtını ölümünden birkaç yıl önce tamamlamıştır.

Şiir diliyle yazılmış, Hanefî Fıkhı’na (Hukuk kuralları) ilişkin konulan içeren-Mübeyyen adlı yapıtı, dalıa çok öğretici niteliktedir. 1522’de yazılan bu yapıtın sanat bakımından önemi ve özelliği olmamakla birlikte, Bâbür’ün din bilimleri ile de uğraştığım ve Hanefî mezhebine bağlılığım gösterir.

Bâbür, Orta Asya’nın tanınmış mutasavvıflarından Hoca Ubeydullah Ahrarî’nin tasavvuf ahlakını anlatan Risale-i Validiye adlı yapıtını da manzum olarak Türkçe’ye çevirmiştir. 243 beyitlik bu küçük çeviri, arı bir dille ve kolay anlaşılabilecek bir biçimde yazılmıştır. Bu öğretici çeviri de sanat yönünden önemli sayılmaz ama Bâbür’ün tasavvufla da ilgilendiğini gösterir. 1529’da yazılmıştır.

Bâbür’ün şiirdeki ustalığım yansıtan asıl yapıtı Divan’ıdır. Gazeller, mesneviler, rubailer, kıtalar, o dönemin modası olan muammalar, ayrıca Türkler’in Divan edebiyatına kattığı bir tür olan tuyuğlardan oluşan Divan’da, hece ölçülü bir de türkünün bulunması dikkat çekicidir. Bütün şiirlerinde sade, doğal ve içten bir dil egemendir. İşlenen konularda yer yer tasavvuf etkisi ve günlük yaşayışın yankıları vardır. Kimi şiirlerinde ise, döneminin ünlü Çağatay şairi Ali Şir Nevaî’nin etkisi görülür. Bâbür, Çağatay edebiyatının Nevaî’den sonraki en büyük sanatçısı olarak bilinir.

Bâbür, 16. yy’da Macaristan’dan Çin sınırlarına dek uzanan Türk egemenliğini Doğu’da tamamlayan ve temsil eden seçkin bir hükümdardı. 12. yy’dan başlayarak Selçuklu ve Osmanlı egemenlikleri ile yeni açılımları gerçekleştiren Türkler’in, 16.yy’ın ilk yarısında Yavuz, Kanunî, Şah İsmail Safevî, Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevaî, Bâbür, Ekber Şah gibi, siyasal ve askeri yeteneklerini sanatçı kişilikleri ile birleştirmiş yöneticilere sahip olması, ulaşılan uygarlık düzeyinin doğal sonucu sayılmalıdır.

Bâbür, Hindistan’da yeni bir uygarlığın ve imparatorluğun temelini atmıştır. Onunla başlayan Türk İmparatorluğu, Hindistan’ın her yanım bayındırlığa kavuşturacak, kendi deyimiyle “ırmaklardan başka suyun bulunmadığı” bu ülkede kanallar açılacak, havuzlar yapılacak, bakımlı bahçeler yetiştirilecek, yollar, camiler, köprüler, hayır kurumlan yükseltilerek Delhi, Agra, Benares gibi yeni sanat ve kültür merkezleri doğacaktır.

•    YAPITLAR
: Divan, (ö.s.), D.Ross (yay-)> 1910; Risale-i Vâlidiye Tercümesi, («.s.), M.F.Köprülü (yay.), Milli Tetebbular Mecmuası, 1-5, 1915-1916; Vekâyi: Bâbür’ün Hatıratı, (ö.s.), R.R.Arat (çev.), 2 cilt, 1943-1946; Aruz Risalesi, (ö.s.), 1972; Mübeyyen.

•    KAYNAKLAR
: Y.H.Bayur, Hindistan Tarihi, I. ve II. Cilt, 1946-1947; S.M.Edward, Babür, 1926; W.Erskine, History of İndia I, 1854; F.Grenard, Babur, 1971; Cl. Huart, Babür, 1913; S.L.Poole, Baber, 1899; L.F.R. Williams, An Empire Builder of the Sbcteenth Century; Baber, 1918.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski