Franz Baader Kimdir, Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Hakkında Bilgi

BAADER, Franz (1765-1841)

Alman tanrıbilimci ve doğa bilgini. Hegelci tümtanrıcılığa karşı insan istencinden kaynaklanan bir özgürlük anlayışını savunmuştur.

Franz von Baader Münih’te doğdu, aynı kentte öldü. Babası, dönemin önemli hekimlerinden biriydi. Önce Ingolstadt ve Viyana üniversitelerinde hekimlik ve doğa bilimleri öğrenimi gördü. Bir süre, doğduğu kentte babasının yanında çalıştı. Daha sonra mineraloji ve kimya okudu; Freiburg’ta madenler üzerinde araştırmalar yapan kimi öğrenim kurumla-rında üç yıl süreyle çalışmalar yaptı. Orada, dönemin ünlü maden bilim uzmanı Vermer’in yanında kaldı, Alexander von Humboldt ile yakınlık kurdu. Bu süre içinde doğa bilimleri ve bilimsel uygulamalar konusunda, çağına göre ilginç sayılan yazılar yayımladı. Sonra İngiltere’ye, İskoçya’ya gitti, madenlerle ilgili çalışmalar yapan kurumlan gezerek, bilimsel gözlemlerde bulundu (1792); bu kurumlarda çalışan doğacı bilginlerle tanıştı, çalışmalarını izledi. 1796’da Hamburg’a gitti. Jacobi, Claudius gibi o dönemin önde gelen aydınlarıyla ilişki kurdu. 1798’de Münih’e döndü, madenler ve paralar üzerinde bilimsel çalışmalar yapan toplantılara katıldı. Bu çalışmaları sonunda, cam yapımında potas yerine kullanılabilecek “glauber tuzu”nu buldu. Daha sonraki yıllarda Polonya’nın bağımsızlığı için çalıştı (1815).

Baader’ın, bir doğa bilgini olmasına karşılık, felsefe anlayışında tanrıbilimle ilgili konuların ağır bastığı, usla inanı bağdaştırmaya çalıştığı, kilisenin daha yumuşak bir tutumu benimsemesi ve toplumcu bir anlayışla davranması gereğini savunduğu görülür. Doğa bilimleriyle, birbiriyle bağdaşmaz gibi görünen konularda, yakınlık kurmaya çalışması, felsefede us ilkelerine dayanan bir özgürlük anlayışının egemen olması, düşüncelerinin değişik görüşlü aydınlarca eleştirilmesine yol açmıştır.Bu nedenle Baader kimilerince tanrıbilimci, kimilerince “mistik”, kimilerince doğa bilgini, kimilerince de filozof sayılmıştır. Çok değişik alanlarda çalışması, değişik bilimsel sorunlarla ilgilenmesi yüzünden, felsefeye yönelik görüşleri, kabarık bir sayıya varan yapıtlarında dağınık bir durumdadır. Bu nedenle düşüncelerinin anlaşılması kolay değildir. Deneye dayalı çalışmalarını içeren yazılarında deneyle ilgisi yokmuş gibi görünen felsefe sorunlarına yer verdiği, o sorunlara deney bilimlerinin yöntemlerine dayanarak çözüm aradığı sık sık görülür. Bilimden felsefeye, felsefeden bilime geçen bu çalışma biçimiyle, onun bilimle felsefeyi bağdaştırmayı düşündüğü sanılmıştır. Oysa, onun yapmak istediği, bilimsel sorunların özünde felsefe ile tanrıbi-limi ilgilendiren öğelerin bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Felsefede eleştirici yöntem

Baader’ın düşünce düzeninde en güçlü yan, kendinden önce gelenleri ve çağdaşlarını, deney bilimlerinden kaynaklanan bir yöntemle eleştirmesidir. Filozofların düşüncelerini eleştirirken iki farklı tutum izler; birinde, eleştireceği filozofun en güçlü sanılan yanını ele alır; İkincisinde, eleştireceği filozofun en güçsüz olduğu alana girer. Böylece, filozofun en güçlü ve en güçsüz iki yanını karşı karşıya getirerek, aradaki boşluğu göstermeye çalışır. Bu tutumunun en açık örnekleri Kant, Schelling, Fichte, Hegel gibi çağının en önemli filozoflarına ilişkin eleştirilerinde bulunur.

Baader’ın felsefesi, gerçekte, Kant’tan başlayıp Hegel’de doruğuna varan idealist düşünceye, tanrıbi-limden kaynaklanan, bir tepki niteliği taşır. Ona göre, Kant ile Hegel arasında, düşünme biçimi bakımından önemli bir ayrılık yoktur. Kant’m izini süren, öteki Alman idealistleri için de aynı durum söz konusudur. Felsefeyi, yalnız mantık ilkelerine dayalı düşüncenin kurgucu ürünlerinden arındırmak gerekir. :Temelini özgürlüğün oluşturduğu felsefe, us ilkelerine dayanır; ancak inanın da usla olan bağlantısını gözden kaçırmamak gerekir. Us, doğa bilimlerinin ötesinde, kapalı bir varlık ortamında, kendi başına bir nesne diye alınmamalıdır. Baader, özellikle dinle felsefeyi, usla inanı konu edinen bu görüşlerini Vorlesungen über spekulative Dogmatik (1827) adlı yapıtında ele almış, değişik din görüşlerini, eleştirici bir tutumla karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırmada, tanrıbilim sorunlarına insanın tarihi bakımından çözüm aranmıştır. Aranan çözümün odağı Tanrı’dır.

Ona göre Tanrı “yaratan”dır, “ölümsüz”dür, bütün evrene “egemen”dir. Tann’nın yarattığı bir varlık olan insan usla, düşünme yetenekleriyle donatılmıştır. İnsan yaratıldığı günden başlayan bir oluşum süreci içindedir; bu nedenle de bir “tarih varhğı”dır.“İnsanın tarihi”nde birbirini izleyen, birbi-riyle bağlantılı olan “yaratılış”, “düşüş”, “kurtuluş” gibi aşamalar (moment) vardır.

Tanrı’nın yarattığı insan, başlangıçta, suçsuzdu. O düşünen bir varlık olarak yaratılıştan suçlu değildir, arınmıştır. Ancak, insanın kökeni dolayısıyla arınmış olması bir yetkinlik, bütün varlık aşamalarında bir üstünlük taşıdığı anlamına gelmez. İnsanın yaratılışında başlıca amaç kendisini yaratan Tanrı’yı sevmesidir. Tanrı insanı yaratırken, kendisinin sevilmesini düşünmüştür. Sevgi, insanın içinde yaşadığı doğanın gerektirdiği bir eğilim değildir; bir içgüdü de değildir; o tannsal bir veridir, bir nesneye yönelmeyi, bir nesneye (Tanrı’ya) eğilim duymayı gerektirir. Bu sevginin özünde özgürlüğün öğeleri saklıdır.

Özgürlük

Özgürlük iki nesneden birini, iyiyi ya da kötüyü seçmek anlamına gelmez. Özgürlük, “iyi” olandır, “iyilik”tir; “iyilik” ise “kötülük”ün karşıtıdır. “Kötülük” özgürlükten yoksun olmadır, “kulluk”, “köleliktir.

Özgürlük, insanın gelişme aşamaları bakımından bir yetkinlik değildir, bir “olabilirlik” niteliğindedir. Öte yandan içerik söz konusu olursa,özgürlük sevginin kendisi değil, insanı ona götüren yoldur; onun özüne giriş yeridir. Özgürlük, önsüz-sonsuz bir tanrısal yaşam biçiminde anlaşılırsa, onda önceden bir birey istencinin varolduğu ileri sürülemez. Özgürlüğün özünde, kendi kendini yadsıma vardır. Bu nedenle, ancak kendi kendini yadsıyabilecek gücü taşıyana özgür denebilir.

Oysa, başlangıçta insan (Havva ile Adem) kendi bireysel istencini kullanarak iyi ile kötüden birini seçmiştir. Bu seçme olayı, insanın suçsuz yaratıldığı dönemden sonra ve sevgiden öncedir. Özgür insanın “nefsin” tutkularından kurtulamayışı, bunun bir gereklilik niteliği taşıması, bu seçme yüzündendir. Tanrı ile birleşen insanın, ondan ayrılmaya çabalaması, başlangıçta yaptığı bu seçmenin kaçınılmaz sonucudur. Ancak bu durum bir çelişki ya da Tanrı’ya karşı gelme, ayaklanma sayılmaz. Başlangıçtaki olayın doğal sonucudur.

Elindelik de (cüz’i irade) özgürlük anlamına gelmez. Birey istenci (elindelik), kötülüğe sürükleyen karşıt güçlerin etkisi altında kaldığından suça yönelir. Havva ile Adem’in işledikleri söylenen suçun özü budur. Bu olayda, karşıt güçler durumunda olan kötülüklere yenik düşen insanı, tutkularının tutsağı (köle) durumuna getiren birey istencidir. Bunun özgürlükle ilgisi yoktur. Öte yandan birey istenci (elindelik), kendini ya da köleliği, bu iki seçenekten birini, seçmektir. Elindelik seçmeden önce gelir, iyi ve kötüden birini seçebilir. “Kötülük” sıkıntıdan başka bir şey değildir.

Seçme deneyle gerçekleşebilir

Seçmede, iyi ile kötüden hangisine yönelineceği önceden kestirilemez. Karşıt durumlar özdeş koşullar altında bulunduğundan, seçmenin yönü ve seçilenin niteliği deneyle anlaşılır. Deney, seçilenin niteliğini ortaya koyar. Karşıt durumda olan da seçilebileceğinden, bu olayda, usu suçlamanın gereği yoktur. Birey istencinin, iki karşıt durumdan birini, kötüyü seçmesiyle, insanda ikinci dönem olan “düşme” başlamıştır. Birinci durum “yaratılış”tı. Yaratılan insan, taşıdığı istençle “seçme”ye yöneldi, kötüyü seçti. Birey istenci, kişinin eyleme geçmesinde, “yapabilme”yi gerçekleştirmeye yarayan neden durumundadır. İnsan, elinde olan bir yetiyle (cüz’i irade-birey istenci), iyi ile kötüden birini seçince ilk yargısını (kararını) vermiştir. Bu karar, başlangıçta verildiğinden, değiştirilemez. İnsan, bu kararıyla “düşmüştür”, kendini kurtarma olanağı kalmamıştır. Onun kurtuluşunu sağlayacak tek güç “tanrı kayrası”dır. Tanrı ise yaşamdır, diriliktir. Düşme evrenin sonudur, yokluktur, sonsuz bir acı çekiştir. Böyle bir olay olmadığına göre demek ki “düşme” bir yerde durdurulmuş, önlenmiştir. Evren yokluktan (yok olmaktan) kurtulmuştur. Buna karşılık insan acı ve kaygı içindedir. Tanrı insanı yuvarlandığı yokluk uçurumundan kurtarmak için kendisi de uçuruma inmiş, insanın çektiği acıları çekmiş, kaygılara sürüklenmiş, insan biçimine girmeye bile katlanmıştır. İsa’nın kendini tüketerek soyunu kurtarması böyledir. Bu durum üçüncü dönem olan “kurtuluş”tur.

İnsan tarihinde yazgının yönlendirici bir yeri vardır. Yazgı Tanrı’nın önceden çizdiği değişmez yoldur; ancak bu, insanın kendi istenciyle düştüğü uçurumun nedeni değildir. Tanrı engin bilgisiyle bütün olanları, olacak olanları kavradığından, yaratılan insanın ne yapacağını da bilir. İşte yazgı önceden bilmenin verdiği olanaklarla düzenlenmiş tanrısal bir yoldur.

Tutkular ve istenç

İyi ile kötü, insanın bütün davranışlarını etkiler, kişinin istencini yönlendirir. Kişinin bütün düşünme yetileri bu iki gücün etkisi altındadır. Kişinin, bu iki durumdan kurtulmak için, üçüncü bir seçenek bulma olanağı yoktur.

Tutkular insanın bütün varlığını denetim altına alır, onu tutsak eder. Kişi tutkunun tutsağı olunca nesnelerin özünü göremez, bilemez. Kötülük, algı yetisinin (zihnin) ışığını söndürür, onu işlemez duruma getirir; insanı delirtir. Yanılmanın kaynağı da iyinin karşıtı olan bu kötülüktür.

İyi, kişiyi doğru yola götürür, yanılmadan kurtarır, anlayış yetisini güçlendirir, yolunu aydınlatır, doğruyu bulma olanağı sağlar.

Baader’e göre istencin, anlayış gücü üzerindeki etkisi büyüktür. Buna karşın ahlakla ilgili kanılar, davranışlar eylemlerle bağlantılıdır. Tutkulara, doğal eğilimlere bağlı bir yaşama biçimi, onlara tutsak olmayan bir yaşama biçimiyle eştutulamaz.

•    YAPITLAR: Franz von Baaders Saemtliche Werke, (ö.s.), F. Hoffmann (yay.), 16 cilt, 1851-1860, (“Franz von Baader’in Toplu Yapıdan”).

•    KAYNAKLAR
: D. Baumgardt, Franz von Baader und die Philosophiescbe Romantik, 1727; J. Claasen, Franz von Baaders Leben und Theosophische W erke, 1886-1887; F. Hoffmann, Die Vorhalle zur Baader, 1861.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski