Richard Avenarius Kimdir, Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Hakkında Bilgi

AVENARIUS, Richard (1843-1896)

Alman filozof. Empiriokritisizmin kurucusudur. Bilincin, çok az güç tüketerek, bilinmeyeni bilinene çevirme yeteneği olduğunu ileri sürmüştür.

Paris’te doğdu, Zürih’te öldü. Ailesi, geçmişi konusunda yeterli bilgi yoktur. Leipzig Üniversite-si’nde çağın ünlü bilgini Drobisch’in yanında öğrenim gördü. Zürih Üniversitesi’nde felsefe okuttu. Önce Ludwig’in fizyoloji verilerine dayanan mekanikçi doğa kuramım, sonra Herbart’ın tasarımlar kuramım inceledi. Deneye dayalı doğa bilimleri üzerinde çalıştı. Doğa yasalarının kaynağım, bu yasalarla bağlantılı sorunların çözüm yollarını araştırdı. Bir süre Drobisch’in matematik felsefesi, doğa bilimleriyle felsefe arasındaki bağlantı ve Herbart felsefesinin temel ilkeleri üzerinde ayrıntılı çalışmalara koyuldu. Sonra Spinoza’nın ileri sürdüğü Tanrı, doğa, töz kavramları üzerinde durdu. Bu üç kavram arasında kurulan varlık birliğinin nedenlerini, Spinoza’yı böyle düşünmeye götüren kaynaklan araştırdı.

Yöntemi

Avenarius felsefeye doğa bilimlerinin verilerinden yararlanarak, deney bilimlerinin yöntemlerini kullanarak yaklaştı. Ele aldığı sorunlarla ilgili görüşlerini Kritik der reinen Erfahrung (“Arınmış Deneyin Eleştirisi”), insanla evren arasındaki varlık sorununu, bağlantıyı, gene deney verilerine dayanarak Der menschliche Weltbegriff (“İnsansı Bir Evren Kavramı”) adlı yapıtlarında sergiledi. Felsefe ile deney bilimleri arasında bir yöntem birliğinin bulunduğu görüşünden kaynaklanan bu yaklaşımın ereği gerçek bilgiye götüren genel ilkeleri bulmak, felsefe sorunlarının çözümünde kesin sonuca ulaşmaktır. Böyle bir sonuca varabilmenin yolu da bilinçle özdeği, fizik olanla tinsel olanı uzlaştırabilecek bir nitelik taşıyan “arınmış deney”dir. Bu deney bütün kuşkulandırıcı, bulanık katkılardan uzak, bilinç ışığı altında kesinlik kazanan bir ölçü, bir kaynak niteliğindedir. Arınmış deneye ulaşmakla açık seçik, kesin bilgiye varılır.

Deney belli bir bilimsel yönteme dayanan, bireyle çevresini, evreni bütünleştiren, bireyin kendini de, evreni de anlamasını sağlayan bir işlemdir; kaynağı doğadır. Bu deneyde bireyin gerçeği kavrayabilmesi için soya çekimle gelen, geleneklerle aktarılan, bilim bakımından uygulama olanağı bulunmayan bütün verileri bir yana atması, bütün eski birikimlerden, kalıntılardan arınması gerekir. Arınmış deney (reine Erfahrung) bireyi gerçeğe ulaştıran tek yöntemdir. Felsefe bu tür deneyin bilgi alanıdır.

Felsefe, deney verilerinden, bilincin etkinliğiyle, çok az bir güç tüketerek bilimsel sonuçlar çıkarma işlemidir. Bu işlemin ereği, bilinmeyeni bilinir duruma getirerek kesin bilgiyi sağlamaktır. Bu işlemin sağlıklı bir biçimde yürütülmesi için başvurulması gereken tek kaynak deneydir, deney verileridir. Deney verilerinden kaynaklanmayan bütün tasarımların yok sayılmasıyla başlayan düşünme işlemi kişiyi katkısız deneye, arınmış deneye ulaştırır. Felsefe bu arınmış deneye varma yollarını araştırırken bilincin ışığından yararlanır.

 

Bilinç

Bilincin sonsuz bir tasarlama yeteneği, imgelemgücü vardır. Bu yeteneğiyle bilinmeyeni bilinene çevirir, anlaşılır duruma getirir. Tanıma, anlama gibi varlıkları, sorunları kavramaya, bilmeye yarayan işlemlerin tek kaynağı bilinçtir. Bilincin ışığı altında aydınlığa kavuşmayan bir bilginin kesinliği söz konusu olamayacağı gibi, bilincin dışında kalan bir nesnenin bilinmesi olanağı da yoktur. Felsefe sorunlarının çözümünde bilinç deney verileriyle bağlaşımlıdır.

Felsefe sorunlarının ortaya çıkışında ruhbilim ve biyoloji etkenlerinin gözden uzak tutulmaması gerekir. Felsefenin bütün sorunları, kendi gelişim çizgileri üzerinde, doğal bir tarih sürecine dayanmaktadır. Bu nedenle, sorunun çözümünü kendi doğal tarih süreci içinde aramak, bireylerin bilinç birikimlerinin kökenine inmek gerekir. Bir felsefe sorununu bireyin varlığından, yaşadığı doğal ortamdan, toplumdan ayrı düşünme olanağı yoktur. Sorunun kökeninde bir yaşam öğesi, biçimlendirici bir yaşam olayı saklıdır. Bu sorun bireyle, içinde yaşadığı toplum arasında doğan gerginlikle bağlantılıdır. Gerginliğin kaynağı bireye çevresinden gelen uyarımlarla bu uyarımlara karşı bireyin gösterdiği direniş, karşı koyma arasında oluşan ilişkidir. Bu ilişkinin kaynağı kişinin varlığını sürdürme, kendini koruma gücüdür.

Çevre uyarıları değişik ilişkiler içinde ortaya çıkar. Bu ilişkiler bireyin direnişiyle çevrenin etkisi arasındadır. Çevre uyarılarıyla, etkileriyle birey direnişi arasında eşitlik varsa denge sağlanır; U=D (uyarı=direnç) durumu ortaya çıkar. Bu durumda birey çevresiyle uyum içinde olduğundan mutludur, dengelidir. Çevresini bir bütün olarak kavramış, anlamıştır. Tasarımları, algıları deney verilerinden kaynaklanmaktadır. Anlaşılma güçlüğü, kuşkulu durum söz konusu değildir. Uyarı-direnç ilişkisinin en yüksek aşaması olan bu durum birey varlığında düzenin sağlandığım, çevre-birey ilişkilerinin uyuma dönüştüğünü gösterir.

Bireyin gücünde bir artış, doğal tutumunda, toplumsal davranışlarında gelişmeye yönelik bir değişme olmadan yeni bir çalışma gereği ortaya çıkarsa çözümü gereken yeni bir sorun söz konusudur. Ortaya çıkan, çözümü gereken sorun bireyin gücünü baskıya alır. Bu baskı çevreden gelen uyarının kişideki direnme gücünü aşmasıyla başlar. Bu durumda birey-çevre uyumu bozulur, çevrenin etkisi büyür, bireyim direnci azalır. Böylece sorun U>D (uyarı>direnç) biçimine döner. U uyarısı D direncine egemendir, ondan büyüktür. Artık bireyin, içinde yaşadığı ortam, evreni bir bütün olarak anlaması, tanıması söz konusu değildir, denge bozulmuştur, birey sarsılmıştır. Bu durumun ortaya çıkardığı sorun derin bir özlem, arananı bulamayışın yarattığı sarsıcı, yıpratıcı özlem biçimindedir. Bu sorunun çözümü bireyin bütün çabasını, gücünü ortaya koymasına, tüketmesine bağlıdır ki, bu da uyarı direnme gücünü aştığından kolay değildir. Burada bir “yabancılaşma”, “yabancılaştırma” sorunu söz konusudur. Bu, bireyle evren arasında ortaya çıkan bir kopukluk, bir uçurum demektir. Bu sorunun çözümünü bulmak, uyumu sağlamak bireyin değil uygarlığın işidir.

Bireydeki direnme gücü çevreden gelen uyarılara baskın çıkar, onları aşarsa yeni bir durum ortaya çıkar. Bu durumda uyarı güçsüz, bireyin direnci büyüktür, güçlüdür; artık D>U (direnç>uyarı) biçimi söz konusudur. Burada bireyin birikmiş, yoğunlaşmış bir erki var demektir. Erk dışa taşar, yuvasından boşalır, yeni özlemler ortaya çıkar. Bu özlemlerin çoğu yaşamla, uygulamalarla ilgilidir. Uygulama olanağı bulunmayan, toplumun, bireyin gücünü aşan aşırı ülkücülük bu D>U durumunun sonucudur. Kötümserlik, bunalım, sarsıntı, dengesizlik, yakınma, düzensizlik, geleceğe güvensizlik gibi olumsuz durumların kaynağı bu D>U biçimidir. Avenarius buna örnek olarak Rousseau’yu gösterir.

 

Bilgi

Bilginin ereği gerçeği kavramaktır. Ancak gerçeği kavrayan bilginin genel geçerliği, kesinliği olabilir. Böyle bir bilgi de arınmış deneyle sağlanır. Birey bilincin ışığında yürüdükçe, arınmış deneye vardıkça çok az bir emek tüketerek evreni, bir varlık alanı olarak, kavramayı başarır.

Bilgi kuramının özünü oluşturan, deney verilerinden kaynaklanan bu durumlar içinde, bireyin varlığı yönünden en önemlisi U>D durumudur. Bu durumun kaynağını bulmak için fizyoloji yöntemlerine dayanmak gerekir. Bireyin sinir örgüsünde yoğunlaşan, odaklaşan bu olay onun gövde-tin-sinir yapısıyla bağlantılıdır. Sinir örgüsünün gelişme süreçlerini bilmek, işleyiş biçimini bütün ayrıntılarıyla tanımak soruna çözüm getirir. Birey, kendisini ilgilendiren sorunların çözümünü ararken kendi durumuyla ilgili birtakım bilgiler verir, kendini açığa vurur. Bu açığa vurma, kendini ortaya koyma, sinir örgüsündeki belirtileri aydınlığa çıkarmadır. Birey, ilgilendiği sorunları, bu sorunların çözümünde karşılaştığı güçlükleri sergilerken sinir örgüsünün çalışma biçimini de açığa vurur. İşte, felsefe sorunlarına çözüm arayan kimsenin üzerinde durması, fizyoloji yöntemini uygulaması gereken olay budur. Bu olay iki ayrı işlemle bağlantılıdır: Öznel işlem, nesnel işlem.

Öznel ve nesnel işlem

Öznel işlem, bireyin kendi özüyle, kendi benliğiyle ilgilidir. Bu işlemde birey kendine dönüktür, kendi benliğiyle baş başadır. Birey duyduklarıyla, sezdikleriyle çevresini değil kendi özünü, kendi sinir örgüsünün bütünlüğü içinde geçen olayları açığa vurur, kendi iç evrenini sergiler.

Nesnel işlem, sinir örgüsünün özünde ortaya çıkan değişmelerden kaynaklanır. Yaşamla ilgili olan nesnel işlem bireyin dışındadır, onunla bağımlı değildir. Sinir örgüsünde ortaya çıkan değişmeler dış etkenlerle, yaşamla bağlantılı olaylarla ilişkilidir, bu nedenle bireyin dışına taşmıştır. Bu işlemin amacı ortaya konan bir soruna aranan çözümün güçlüğü nedeniyle sarsılan birey-çevre dengesini yeniden kurmaktır. Bunun da baskı, emek, kurtuluş gibi üç aşaması vardır.

Baskı, değişik biçimlerle ortaya çıkan olumsuz bir alandır. Bu alanda üzüntü, kuşku, sıkıntı, aşırı gereksinme, aldanma, acı, istek, yapılan bir işten dolayı derin üzüntüye kapılarak usanç duyma gibi durumlar belirir. Bu durumların oluşmasında başlıca etken yaşamın yarattığı gerilimlerdir. Bunların önlenmesi bireyin elinde değildir.

Emek aşamasında, genellikle, eğilim, eylem, savaş, çalışma, araştırma, sorunların çözümüne yönelik sürekli inceleme gibi bir başarıyı gerektiren durumlar söz konusudur. Birey bu aşamada dışa dönük bir atılım içindedir, karşısında kendi “ben”i değil bir nesne vardır.

Kurtuluş, bir başarı sonucu duyulan doyum, kendi kendine yeterli olma duygusunun uyanması, güvenli olma, sorunu çözüme ulaştırma gibi olumlu olaylar sonucu ortaya çıkan durumdur. Sorunların çözüme ulaştırılması kişide yaratıcı gücü yeniden eyleme geçirir, bireyde gelişme başlar. Bu durumda bunalım, tedirginlik söz konusu değildir.

Sorunların çözümünde iki ayrı yöntem vardır. Biri bireyseldir, öteki tümeldir. Bireysel olan kişinin kendi varlığı ile, kendine özellik kazandıran durumu ile ilgilidir. Toplumsal olaylardan kaynaklanan geleneklerle, alışkanlıklarla, inançlarla edinilen veriler bireyseldir. Bu bireysel planlarla bağlantılı sorunların çözümünde bireysel yöntem uygulanır. Tümel yöntem ise bilim ilkelerine uygun olarak edinilen verilere dayanır. Bu tür veriler, genel geçerlik taşıdığından, kişiden kişiye göre değişmediğinden tümeldir. Gerek bireysel (tikel), gerekse bilimsel (tümel) olsun iki yöntem de deneye dayanır.

Avenarius’un ileri sürdüğü “empiriokritisizm” adını alan bu görüş bilginin tek kaynağı sayılan deneyi nedensellik, gerekimlilik, töz (ya da özdek) gibi birtakım önyargılardan doğduğu ortaya atılan kavramlardan arındırma amacını güder. Ona göre, bu önyargıdan kaynaklanan kavramların bilgiye katılması yanlış bir tutumun sonucudur. Bu görüş Ernst Mach’ın elinde daha geliştirilmiş, Yeni-Pozitivizm akımını benimseyenlerce sürdürülmüştür.

•    YAPITLAR: Ueber die beıden ersten Phasen des Şpino-ziscben Pantheismus, 1868,(“Spinoza Panteizmi’nin İlk İki Dönemi Üstüne”); Kritik der re inen Erfahrung, 1888, (“Arınmış Deneyin Eleştirisi”); Der menscbliche Weltbeg-riff, 1892, (“İnsansı Bir Evren Kavramı”).

•    KAYNAKLAR: O. Ewald, R. Avenarius als Begriinder des Empıriokritinsmus, 1905; J. Suter, Die Philosophie von R. Avenarius, 1910.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski