Ahidname Nedir, -Türk ve Osmanlı Tarihinde- Ahidnameler, Hakkında Bilgi

AHİDNÂME
 
Hükümdarların emriyle bazı devlet, zümre ve şahıslara özel haklar tanımak üzere düzenlenen belge. Ahidnâme, “Vasiyet etmek, ısmarla­mak, yemin edip söz vermek, eman ver­mek ve zimmetine almak” anlamındaki Arapça ahd ile Farsça nâme (mektup, ki­tap) kelimelerinden meydana gelen bir­leşik bir isimdir.

Türk Tarihi.

Osmanlılar’da ya­bancı devletlere verilen ticari imtiyazla­rı veya sulh antlaşmalarını ihtiva eden belge.

Ahidnâme, lugatlarda “muahede” ve­ya “antlaşma kâğıdı” gibi kısa tarifleri yanında, “antlaşma şartlarını ve iki ta­rafın imzasını taşıyan kâğıt” şeklinde de tarif edilmektedir. Aslında ahidnâ­me, bazan karşılıklı anlaşma sonucu va­rılan şartları, bazan da istenilen imtiyaz­ları ihtiva etmekle beraber, tarafların birlikte imza koydukları bir belge değil­dir. Ancak, bir sulh antlaşması bahis ko­nusu olduğunda, tarafların delegelerin-ce ayrı ayrı imzalanan ve tesbit edilmiş şartlan ihtiva eden temessük* lere gö­re maddeleri belirlenmiş olan metnin başında padişahın tuğrasının yer aldığı bir belgedir.

Ahidnâmeler, İslâm hukukunun pren­sipleri göz önünde tutularak ve şeyhü­lislâmın fetvası alınarak verilmiş belge­ler olup harbî taifesine eman bahsedil­diğini göstermektedir.

Diplomatik” bakımdan ahidnâme, padişaha ait ferman ve beratlarda ol­duğu gibi, Allah’ın adı ile Hz. Peygam­ber ve dört halifenin adlarının zikredilip Allah’ın yardımı, Peygamber’in şefaatinin istendiği davet rüknüyle başlar, bu­nun altında padişahın tuğrası yer alır. Bazı ahidnâmelerde unvan denilen, pa­dişahın sıfatlarının sayıldığı kısma ge­çilmeden Önce beratları hatırlatan “ni-şân-ı şerîf-i âlîşân-ı sultanî…” veya ben­zeri bir başlangıç formülü bulunur. Bu da verilen tarafa bazı haklar bahşeden ahidnâmelerin bir cins berat kabul edil­diklerinin ifadesidir. Ancak diğer berat­larda bulunmamasına karşılık ahidnâ­melerde mutlaka unvan vardır.

Unvandan sonra karşı tarafın sıfatla­rının kısaca sayıldığı elkâb ve duayı mü­teakip dîbâce’de ahidnâmenin veriliş sebep ve şartlan izah edilir. Bu kısmın muhtevası, ahidnâmenin mahiyetine gö­re farklılık gösterir. Yeni tahta geçen bir hükümdarın selefi zamanındaki sulhun yenilenmesi isteği üzerine verilen bir ahidnâmede bu husus zikredildikten sonra, eğer varsa, hudut boylarında yer yer ihlâl edilen antlaşma maddelerine bundan böyle riayet edilmesi şartıyla sulhun yenilendiği belirtilir. Ahidnâme­nin yenilenmesini isteyen taraf, daha önce yapılan sulhta Osmanlı Devleti’ne vergi öder duruma gelmişse,  sulhun, verginin zamanında ödenmesine bağlı olduğuna da işaret edilir (bk. III. Murad tarafından 984/ 1576’da Avusturya’ya ve­rilen ahidnâme: Muâhedât Mecmuası, III, 66-671. Bir savaş sonrasında verilen sulh ahidnâmesinde ise dibacede, bazı se­beplerden dolayı iki devletin bir süredir düşmanca münasebetler içinde olduk­ları, fakat artık iki tarafın tebaalarının refahları için dostluğun yeniden kurul­masının istendiği, eğer barışı sağlamak üzere başka bir devlet aracılık etmişse bu devlet ile ara bulucu rolü oynayan el­çinin adı, barış görüşmelerinin kimler arasında ve nerede yapıldığı, antlaşma­nın kaç madde üzerine tanzim edildiği, hangi tarihten itibaren, ne kadar sürey­le yürürlükte kalacağını belirleyen te-messüklerin teati olunduğu, kararlaştı­rılan maddelerin kabul ve tatbikleri hu­susunda taraflar hükümdarlannca ta­yin edilen süre içinde tasdik edileceği konusunda anlaşmaya varıldığı belirtilir (bk. 1152/1739 Avusturya sulh ahidnâ-mesinin dibacesi BA, Ecnebi Defterleri, nr. 57/1, s 179-180». Ticari imtiyazları ihtiva eden ahidnâmelerin dibacesinde ise ahidnâmenin kimin tarafından isten­diği, tecdid mahiyetinde mi olduğu, yeni maddeler ihtiva edip etmediği gibi hu­suslar da yer alır. Padişahın bahşettiği imtiyazlar için ahidde bulunması, karşı tarafın ihlâs ve sadakatine bağlı oldu­ğundan bu hususa da daima işaret edilir. Hangi tip ahidnâme olursa olsun, di­bacenin sonunda, ahidnâme şartlarına sadık kalınacağına dair söz verilir. XV. ve XVI. yüzyıl ahidnâmelerinde bu hu­sus daha kuvvetli bir şekilde ifade edil­miştir. “…Eymân-ı mugallaza / şedîde ile yemîn ederim ki, yeri ve göğü yaratan Perverdigâr hakkıyçün…” (bk. 1482, 1521 ve 1540 Venedik ahidnâmeleri: Gokbilgin, TTK Belgeler, 1/2, s. 121, I 29 ve V-Vlll/9-12, 43) veya benzeri ifade kullanılan bu yemin tarzına XVIII. yüzyıl ahidnâme­lerinde rastlanmaz. Fakat şartların ka­bul ve tasdik edildiğine dair bir hatt-ı hümâyun ve bir fermân-ı âlî çıkmasını takiben “tuğrâ-yı garrâ-yı cihân-ârâ ile müşerref ahidnâme-i hümâyun’un veril­diği belirtildikten sonra, bazan “madde-be-madde, lafz-be-lafz” (bk. 1012/1700 tarihli Rus ahidnâmesi: BA, Ecnebi Def­terleri, nr. 83/ 1, s 5), “yerlü yerinde riâ­yet ü sıyânet olunacak” (bk. a.y., nr. 57/ 1, Avusturya, s. 180; nr. 164/4, Venedik, s. 20) maddelere geçilir.

Münşeat  mecmualarında  ise tuğra, unvan ve elkâba yer verilmeyip diğer hususlar yedi rükün olarak şöyle sıra­lanmıştır-. 1. Allah’a hamd-, 2. Hz. Pey-gamber’e tasliye* 3. “Halâlet-i ahd ü peymân”; 4. “Muahededen inhirafa ter-hîb”: s. “Ahid in’ikadının tafsili”; 6. “Himmetin ahde sadâkata sarf. niyye-tin tecavüzün men’ine atf olunacağı”; 7. “Allah’tan istikamet” (bk. Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 460, vr 65-‘!.

Sulh ahidnâmelerinde şartlar özel durumlara göre tesbit edilmekle bera­ber genellikle bu defa kararlaştırılan sı­nır belirtilir; nerelerin, ne gibi şartlarla hangi tarafa ait olacağına işaret edilir; kale ve bina inşası ve tamirleri ile istih­kâmların durumu bir prensibe bağla­nır; harp esirlerinin iadesi, harp tazmi­natı gibi hususlarla daha önceki antlaş­malardan hangilerinin yürürlükte oldu­ğu, hangilerinin hükümsüz kaldığı be­lirtilir. Bazılarında dinî konulara da te­mas edilir; meselâ kiliselerin korunma­sı. Osmanlı sınırları içindeki -genellikle adı belirtilen- yerlerde yeni kilise inşası veya tamirine müsaade edileceği, iste­yenlerin Kudüs vb. yerlere gidebileceği gibi maddelerle ticari imtiyazları ihtiva eden maddeler de yer alır (bk. Avustur­ya ahidnâmeleri : I699, M. madde [Muâ-hedât, İli. 99]; 1718, 13. madde [III. 108]; 1739. 11. madde [111. 125-126]; Rus ahid­nâmeleri ; 1701, 10. madde [III. 216]; 1721, 11. madde [ili. 235], 1739, 9 mad­de [III. 248]; 1774, 11 madde [ili. 259-260]).

Ticarî mahiyetteki ahidnâmeler ise müste’min” adı verilen ahidnâmeli dev­letler tebaasına, Osmanlı topraklarıyla kara sularında seyrüsefer, ikamet ve ti­caretleri sırasında tanınan haklarla tâ­bi olacakları şartları ihtiva etmektedir. XVIII. yüzyıl sonlarında müste’min tüc­car, Osmanlı memleketlerinde yaptıkla­rı ticaret bakımından her biri “en çok müsaadeye mazhar millet* statüsüne sahip olmakla birlikte, bu imtiyazları bir defada almış değillerdir. Ayrıca, her bi­rinin ahidnâmeli durumuna girmeleri de farklı zamanlardadır.

Osmanlı Devleti Yakındoğu’yu, coğrafî keşiflerden önceki gibi Uzakdoğu-Avru-pa ticaret yolunun güzergâhı olarak tu­tabilmek, ayrıca kendi topraklan üze­rindeki ticareti de geliştirebilmek için Anadolu Selçukluları. Bizans ve Memlük-ler tarafından Ceneviz ve Venedikliler’e verilmiş olan imtiyazları XIV. yüzyıldan itibaren yenilemiş, XVI. yüzyıldan itiba­ren de Fransa (15361, İngiltere (1580), Hollanda (1612), Avusturya (16161-başta olmak üzere. İsveç 11737), Sicilyateyn 11740), Danimarka ı i 7561. Prusya (17611 ve İspanya’ya 117831, Fransa ve İngüte-reninkilere benzer ahidnâmeier ver­miştir.

Ticarî imtiyazlar veren ahidnâmelerin ihtiva ettiği maddeler belli başlı birkaç grupta toplanabilir:

I- Şahsın Hukuku
 
Osmanlı memleketleriyle ticaret ya­pan ve Osmanlı topraklarında oturan müste’minlere kanunlar önünde bazı haklar tanınmıştır:

1- Hürriyet, haraç ve yağmadan korunma. Müste’min statü­sünde olanlar giyimlerinde ve yaşayış tarzlarında serbest bırakılmışlar; hatta bazı özel durumlarda müslüman kıya­feti giymelerine dahi müsaade edilmiş­ti. Evlerine ise. bir suçlu veya esire ya­taklık etme yahut kaçak mal bulundur­ma gibi çok zaruri bir sebep olmadık­ça girilemezdi. Bu hallerde dahi elçi ve konsolos bulunan yerlerde onlara haber verilerek, tayin edecekleri kimselerle birlikte gidilir ve arama yapılırdı. Evli veya bekâr olsun, müste’minlerden hiç­bir zaman haraç alınmayacağı, malları herhangi bir sebeple yağmalandığı tak­dirde buldurulup iade edileceği ve buna sebep olanların cezalandırılacağı da ga­ranti edilmişti.

2- Veraset, kefalet, borç. Bir müste’min öldüğünde malı ancak kanunî vârislerine intikal ederdi. Vârissiz veya vasiyetsiz ölüm halinde ise malla­rın kime intikal edeceği hususuna ilgili konsolos karar verirdi. Elçilik ve konso­losluklarda vazifeli Osmanlı tebaası ter­cümanların vârissiz ölümleri halinde ise malları beytülmâle kalırdı. Bir kimsenin borcundan ancak kefili mesul tutulabi­lir, herhangi bir vatandaş ödeme yap­maya zorlanamazdı.

3- Müste’min tüc­carın Osmanlı tebaası ile olan davaları kadılar tarafından görülürdü. Ancak da­vaya bakılabilmesi için ticaret ve kefalet gibi konularda daha önce kadıya müra­caatla sicile kaydettirilip hüccet* alın­ması ve elçi. konsolos veya tercümanla­rından birinin de mahkemede hazır bu­lunması gerekliydi. Şahitlik hakkı sade­ce müslümanlara tanınmış değildi; müs­te’min ve zimmî’lerin şahitlikleri de daima kabul edilirdi. Fakat yalancı şa­hit kullanarak itham ve iddialarda bu­lunmaları halinde şer’-i şerifi ihlâlleri­ne müsaade olunmazdı. Kararın âdilâne verildiği konusunda herhangi bir şüphe halinde davanın yeniden görülmesi iste­nebilirdi. Ancak bu ikinci defa aynı yer­de görülemez, başka bir mahkemeye havale edilirdi. 4000 akçeyi aşan dava­lara ise sadece İstanbul’da bakılabilirdi. Diğer devletlere verilen ahidnâmelerden farklı olarak. Avusturya ile Pasarofça’da tesbit edilen esaslara göre verilen ahid-nâmede 15. md.), merkezde görülecek davalar için 3000 akçe sınırı getirilmişti Ibk. Muâhedât, III. 1161.

Aynı milletten iki kişi arasındaki da­valar ise konsolos veya elçi tarafından görülür, Osmanlı adlî makamları müda­halede bulunmazdı.

II- Diplomatik Misyona Tanınan Haklar
 
Osmanlı şehirlerindeki ahidnâmeli devletlerin konsolosları, Osmanlı Devle-ti’nin himayesi altında olduklarından, hiçbir şekilde hapsedilemezler ve evleri mühürlenemezdi. Osmanlı Devleti, ahid-nâmelerde yer almamakla beraber, kon­solos tayinlerini tasvip ettiğinin işareti olmak üzere, konsolosların vazife yer­leri ile hak ve selâhiyetlerini gösteren beratlar verirdi. Bu beratlarda, gece ve gündüz, ikametgâhları içinde veya dı­şındaki hizmetkârları ve hayvanlarına hiçbir şekilde müdahale edilip zarar ve­rilmeyeceği taahhüt edildiği gibi, şahsî mallarının da gümrük resminden mu­af tutulacağına işaret olunurdu. Elçi ve konsoloslar istedikleri şahıslan yasak­çı* ve tercüman olarak kullanabilirlerdi. Konsolosların kendi bayrakları altında­ki gemilerle yapılan ihracat ve ithalât­tan alacakları “konsolosluk hakkı’nın (bu resmin oranı % 2 idi) eksiksiz olarak verilmesi gerekliydi. Zaten bir devletin bayrağını taşıyan gemi. o şehirdeki ken­di konsolosunun izni olmadıkça limanı terkedemezdi.

III Seyr-i Sefayin ve Ticaret
 
Müste’min gemilerinin tam bir emni­yet ve serbestlik içinde Osmanlı liman­larına gelip gitmeleri, tüccarlarının Os­manlı şehirlerinde huzur içinde ticaret yapmalarını temin maksadıyla ahidnâ-melere konuyu açıklığa kavuşturucu maddeler konmuştu:

1- Akdeniz’de sey­redecek gemiler. Ahidnâmeli devletle­rin bayraklarını taşıyan gemiler Osman­lı sularında serbestçe seyreder ve yine Osmanlı limanlarına serbestçe girip çı­kabilirlerdi. Uğradıkları veya hava mu­halefeti gibi sebeplerle sığınmak mec­buriyetinde kaldıkları limanlarda, ücre­tini ödemek suretiyle erzaklarını temin edebilirlerdi. Girdikleri limanlarda her­hangi bir taarruza mâruz kalmayacak­ları taahhüt edildiği gibi, fırtınanın ge-

milerini karaya atması halinde beyler ve kadıların yardımda bulunacağı, kur­tulan mallarının kendilerine teslim edi-leceği hususunda da teminat verilmişti. Müste’min gemilerinin denizde Osman­lı gemileriyle karşılaşmaları halinde de birbirlerine dostça davranacaklarına işa­ret olunmuştu,

2- Ticaret Serbestliği, a) Müste’min tüccar. Osmanlı ülkesine ka­ra ve deniz yoluyla gelip gitme ve ticaret yapma hakkına sahip kılınmıştı. Hatta il. Bayezid devrinde (1482) verilen. Yavuz Selim (1513) ve Kanunî Süleyman’ın cü­luslarından sonra (1521) yenilenen ahid-nâmelerde. “…Trabzon ve Kefe’ye… yaş-dan ve kurudan, Boğaz’ın içinden ve dı­şından…” denilerek (bk. Cökbilgin, TTK Belgeler, V-Vlll, 40, 43), Karadeniz’de de ticarette bulunabilecekleri belirtilmişti. 1540 Venedik ahidnâmesinde ise Kara­deniz limanlarının adı yoktur. 1601 İn­giliz ahidnâmesinde, İngiliz bayrağı ta­şıyan tüccarların Don nehrinden Azak ve Rusya’ya kadar olan memleketlerde ve bu memleketlerle Osmanlı topraklan arasında deniz veya kara yoluyla ticaret yapabilecekleri (bk. Münşeat, II. 476) ifa­de edilmiş ve bu madde daha sonraki ahidnâmelerde de tekrarlanmış olma­sına rağmen. Batı Avrupa devletlerinin Karadeniz’de kendi bayrakları altında ticaret yapma hakkını kazanmaları XIX. yüzyılı bulmuştur, b) Müste’min tüccar, Osmanlı kanunlarına göre memleket dı­şına çıkarılması yasaklanmış olan hubu­bat ile barut ve silâh gibi harp malze­mesi ve pamuk, pamuk ipliği, deri vb. sanayi ham maddeleri müstesna, her türlü malın ihracını yapabiliyordu. Hatta zaman zaman İngiltere ve Fransa gibi Osmanlı Devleti’yle sıkı münasebetler içinde olan devletler, bu mallan da ih­raç edebileceklerine dair ahidnâmelere maddeler koydurabiliyorlardı. Meselâ Fransızlar 1569 ahidnâmesinde pamuk, pamuk ipliği ve sahtiyan ihracı yapabil­me imtiyazı aldıkları gibi (bk. Muâhedât, I, 6). Hollandalılar da 1612 ahidnâme-sine bunlarla birlikte balmumu ve gö­nü de koydurmuşlardı (bk. a.e., ıı, 99).

3- Gümrük Resmi,

a- Ahidnâmelerde, Os­manlı topraklarında ödenecek gümrük resimlerinden de bahis vardır. İlk de­vir ahidnâmelerinde gümrük resminin “âdet ve kanun üzere” alınacağına te­masla yetinildiği halde, daha sonra, alı­nacak resmin yüzde oranı da kaydedil­meye başlanmıştır. Anadolu Selçuklula­rı zamanında XIII. yüzyıl başlarında Ve-nedikliler’e verilen ticarî imtiyazlarda-ki % 2 gümrük resmi Fâtih’in saltanatının başlarına kadar aynı oranda kal­mış, fakat bu devirde önce % 4, sonra da % 5’e çıkarılmıştır. XVI. yüzyıl sonla­rına kadar bu oran muhafaza edilmek­le beraber imparatorluğun her yerinde, bütün milletlerin tüccarları için geçer­li olduğu söylenemez. Birçok gümrükte mahallî kanunlara uyularak her bölge­de değişik oranlarda gümrük resmi alın­maktaydı (Ö. L. Barkan’ın, Kanunlar adlı eserinden faydalanılarak hazırlanmış, fark­lılıkları gösteren tablo için bk. Ş. Turan, TTK Belgeler, IV/7-8 (1969). s. 166-167). Gümrük resmi oranını ilk defa % 3’e indirmeyi başaran millet İngilizlerdir. XVI. yüzyıl sonlarında bir beratla aldık­ları bu imtiyaz, 1601 ahid nâmesinde Halep, Mısır gibi yerlerde ticaret yapan İngilizler’in de sadece % 3 ödeyecekleri şeklinde teşmil edilmiştir. Bu uygulama, % 5 ödeyen diğer devletlerin İngiliz bay­rağı altında ticaret yapmaya başlamaları sonucunu doğurmuşsa da 1612’de Hol-landalılar’a (bk Muâhedât, II, 105), 1616-da ise Avusturya’ya verilen (bk. Muâhe­dât, m, 76) ahidnâmelerde de gümrük-resmi % 3 olarak tesbit edilmiştir. Fran-sızlar’ın gümrük resmini % 3 oranında ödemeye başlamaları 1673, bunun Mı­sır’a da teşmili ise 169O’ı bulmuştur. XVIII. yüzyılda diğer Avrupa devletleri de ahidnâmeler alıp “en çok müsaadeye mazhar millet* sıfatını kazandıkça ay­nı hakka sahip olmuşlardır,

b- Osman­lı ülkesine gelen bir müste’min malın­dan sadece bir defa, ilk karaya çıktığı iskelede veya kara yoluyla gelmişse, sı­nırı geçtikten sonraki ilk gümrükte re­sim alınırdı. Gümrüğü ödenen mal satıl-mayıp başka bir Osmanlı şehrine götü­rüldüğü takdirde ikinci defa gümrük is­tenmezdi,

c- İlk defa 1601 ahidnâmesin-de yer alan. daha sonra diğerlerine de giren bir madde de Osmanlı ülkesine getirilip götürülen altın ve gümüş para­lardan gümrük alınmayacağına dairdir. Beylerbeyi, kadı ve darphane eminleri­nin, müste’min tüccarın ellerindeki pa­rayı akçeye çevirmeleri hususunda ıs­rar etmeyecekleri belirtilmekte, böyle­ce Osmanlı topraklarında yabancıların para ticareti yapmalarına da zemin ha­zırlanmaktaydı,

d- Müste’min tüccara ait malların sahibinin veya kaptanın rı­zası olmadıkça karaya çıkarılmayaca­ğı ve ancak karaya çıkarılan mallardan gümrük alınacağı da ahidnâmelerde yer alan maddelerdendir,

e- Müste’minlere ait gemiler limanı terkederken selâ-metlik akçesi adıyla bir meblağ daha öderlerdi ki 1675 İngiliz ahidnâmesinde bu resmin 300 akçeyi geçemeyeceğine işaret olunmuştur.

Ahidnâmelerin Tatbiki. Ne karşı tara­fın “ihlâs ve sadakat üzere” olacakları­na dair verdikleri sözler, ne de padişah­ların yeminleri, ahidnâme hükümlerinin mutlak surette tatbikini mümkün kıla-bilmiştir. Osmanlı idarî kademelerinde­ki vazifelilerin bazan şartları iyi bilme­mesi, bazan da bilerek uygulamak is­tememesi (meselâ iltizâm* la idare edi­len gümrüklerde kazancı arttırma hırsı). müste’min tüccarın gümrük resmi ver­memek suretiyle kârlarını arttırmak için kaçakçılığa teşebbüs etmeleri, tercüman statüsü kazanan Osmanlı tebaası gayri müslimlerin hem bazı vergilerden muaf olabilmek, hem de imtiyazlı bir durum­da ticaret yapabilmek için ahidnâme maddelerindeki açıklardan faydalanma­ya çalışmaları, elçilik ve konsoloslukla­rın ise bunları desteklemeleri ahidnâ­me hükümlerinin ihlâline yol açmıştır. Bununla birlikte Osmanlı idaresi, ahid­nâmelerin en iyi şekilde uygulanması için büyük bir dikkat ve itina göstermiş, her müracaat veya şikâyette Dîvân-ı Hü­mâyun kayıtlarına başvurarak hakkın yerine getirilmesine çalışmıştır. Hatta farkına varılmadan verilen hükümler ol­duğu takdirde bunların düzeltilmesi yo­luna da gidilmiştir. Meselâ Fransız tüc­carının ödediği gümrük resminin XVII. yüzyıl sonlarından itibaren Mısır dahil Osmanlı ülkesinin her yerinde % 3’e in­dirilmesi kabul edilmiş olduğu halde, 1142’de (1729) Basra’da valilerin hâ­lâ % 5 ve bazı mallarda % 6’ya varan oranlarda gümrük almaları normal kar­şılanmış ve bu hususta istenilen hüküm gönderilmişse de yapılan hata farkedile-rek iki sene sonra Fransız elçisinin mü­racaatı üzerine kayıt silinmişti (BA, MD, nr. 135. s. 434).

Müste’min tüccardan gümrük resmi alınacağı, hediye vb. adlarla başka bir talepte bulunulmayacağı ahidnâmeler­de kayıtlı olduğu halde, zaman zaman idarecilerin haksız bazı isteklerde bu­lundukları da olmuştur. Meselâ Kıbrıs Valisi Fazlı Paşa’nın gönderilen buyrul-du’ya rağmen iskeleye yanaşan Vene­dik gemilerinden “hediye” adıyla zorla para alması şikâyete yol açınca, ahid­nâme şartlarına göre hareket etmesi konusunda hüküm gönderilmişti (BA, A.DVN 1109011.

Ahidnâmelerde müste’minlerin. sade­ce “kifâf-ı nefsleri için şıra sıkıp içme-leri’ne müsaade olunduğu halde bunu bir kazanç vasıtası haline getirmeleri, özellikle müslümanlara satmaları doğru bulunmadığından, bir fermanla içki ya­pıp satmaları yasaklanmış, fakat kon­solosluklardaki tercüman vb. hizmetli­ler için her konsolosa 3000 müdre içki verilmesi hususunda ferman çıkarılmış­tı. Ancak. İzmir’deki konsolosların bu­nunla yetinmeyip şehre gelen üzümden satın alarak kendilerinin içki imal etme­ye başlamaları, Rebiülâhir 1083 ortala­rında (6-15 Ağustos 1672) yeni bir fer­manın çıkarılmasını gerektirmişti (BA, Atîk Şikâyet, nr. 7, s. 126/ 1). Bu hüküm, ahidnâme maddelerinin karşı tarafça kötüye kullanılması halinde, çıkarılan fermanlarla bazı düzenlemelere gidildi­ğini göstermektedir.

Müste’min tüccarın, devleti en fazla meşgul eden riayetsizliklerinin başında ise kaçakçılık geliyordu. Diğer memle­ketlerde tatbik edilenlere göre düşük oranda olmasına rağmen, gümrük res­mini ödememek için türlü tertiplere gi­rişebiliyorlardı. Malı gümrük memurluğu bulunmayan iskelelere çıkarmak veya oralardan ihraç etmek yanında, büyük iskelelere gelmeden önce Ege adaların­dan birine uğrayıp küçük bir menfaat karşılığında oranın gümrükçüsünden edâ tezkiresi* alarak büyük gümrüğe gelindiğinde bunu gösterip resim öde­meden malı karaya çıkarmak, bu kaçak­çılık usullerinden biriydi. Ancak devlet, olayların tekrarlanması karşısında, bu gibi belgelere itibar edilmemesi, güm­rük resimlerinin sadece İstanbul, İzmir ve onlara bağlı gümrüklerde alınabile­ceği, Ege sahillerinden yapılacak ihra­catta ise İzmir gümrüğü eminince ta­yin edilmiş memur ve kâtip bulunma­yan iskelelerde resim tahsil edilmesinin makbul sayılamayacağı hususunda 1135 (1722) tarihinde “emr-i şerir çıkarmıştı.

Elçilik ve konsolosluklar hizmetindeki Osmanlı tebaası tercümanlar meselesi de özellikle XVIII. yüzyılda devleti hayli meşgul eden konulardan biri olmuştur. Herhangi bir elçilikten böyle bir berat satın alan bir gayri müslim, kayıtlı oldu­ğu konsolosluğun bulunduğu şehre hiç gitmeden, ahidnâmelerin tercümanlara tanıdığı bazı hakları kötüye kullanarak müste’min tüccar statüsünde ticaret ya­pabiliyordu. Durumun düzeltilmesi için elçiliklere yapılan resmî müracaatlar ise fayda vermiyordu. İşte bu hal neticede devletin, gayri müslim tebaasına müs-lümanlardan daha fazla haklar tanıya­rak Avrupa tüccarı* denilen sınıfın or­taya çıkmasına sebep olmuştur.

XIX. yüzyıla kadar barış antlaşmala­rı olsun, ticarî imtiyazlar olsun ahidnâ-me adıyla anıldıkları haide, zamanla tek taraflı imtiyaz mahiyetini kaybederek karşılıklı yapılan muahede hüviyeti ka­zanmışlardır. Tine eskisi gibi, başta pa­dişah tuğrasını ihtiva etmekle beraber, dibacenin sonlarına doğru zikredilen ahidnâme kelimesinin muahede olarak değiştiği görülmektedir. Bu da Avrupa hükümdarlarının Osmanlı padişahı ile artık eşit seviyelerde kabul edildiğini göstermektedir. Ayrıca muahede diba­celeri, ahidnâmelerinkine nazaran biraz daha kısadır.

Ahidnâmeler sadece bağımsız devlet­lere verilmiş değildir. Macar kralı (bk. Münşeat, 11, 448-50), Erdel beyi (a.g.e., II, 443-446. 450-453, 469-473, 553-454), Kartil hâkimi {a.g.e., II, 313-314) gibi Osmanlı hâkimiyeti altında bulunan kral ve bey­lere de ahidnâmeler verilmiştir. Ayrıca ahidnâme verilmesi keyfiyeti sadece pa­dişahlara münhasır değildir. Şehzadeler, valilikleri sırasında içeride bazı gruplara ahidnâme verebildikleri (bk. Zarif Orgun, Tarih Vesikaları, U/9 (1942). 166-167), şeyhlerin de halife tayin ettiği müridine ahidnâme verdiği anlaşılmaktadır (bk. Münşeat, Halet Efendi, nr. 760, 646).

Bibliyografya
 
1- Arşiv Belgeleri: BA. Ecnebî Defterleri (her devlet için tutulmuş defterler ayrı ayrı olup bu defterlerde ahidnâme süretleriyle o devlet te­baasına ait meseleleri ihtiva eden hükümler ve gümrük tarife defterleri yer almaktadır);
2-  BA. MD; BA. Atîk Şikâyet Defterleri (bu iki sende ahidnâmeler tatbikatı ile ilgili çok sayıda hü­küm vardır). Yayımlanmış Belgeler ve Muâhedât Mec­muaları: Feridun Ahmed Bey, Münşeâtü’s-se-lâtîn, İstanbul 1275, c. II;
3- Muâhedât Mecmua­sı, İstanbul 1294, ç. !-[[[;
4- Gabriel Efendi Nora-dounghian, Recueii d’actes internationaux de i’Empire Ottoman, Paris 1897 (i. cildin başın­da ahidnâme metinlerinin bulunacağı eserleri gösteren liste vardır), J. de Testa, Recueii des traite’s de la Porte Ottoman auec les puissances etrangeres, Paris 1865-96;
5- ö. Lütfi Barkan. Kanunlar i, İstanbul 1943;
6- Nihat Erim. Devlet­lerarası Hukuku ue Siyasi Tarih Metinleri, An­kara 1953;
7- J. C. Horovvitz, Dipiomacy in the Near and Middle East, Princeton 1956, c. l-ll;
8- Zarif Orgun. “Şehzade Ahmed’in Yayalara Verdiği Ahidnarne”, Tarih Vesikaları, 11/9, İstanbul 1942, s. 166-67;
9- M. Tayyib Gökbiigin. “Venedik Devlet Arşivindeki Vesikalar Külliyatında Kanuni Sultan Süleyman Devri Belgeleri”, TTK Belgeler, 1/2 (1965], s. 119-220;
10- a.mtf.. “Venedik Devlet Arşivindeki Türkçe Belgeler Koleksiyonu ve Bizimle İlgili Diğer Belgeler”, a.e., V-VIII/9-12 (1972), s. 43;
11- Şerafettin Turan, “Osmanlı İmparator­luğu ile İki Sicilya Krallığı Arasındaki Tica­retle İlgili Gümrük Tarife Defterleri”, a.e., IV/7-8 (19691,5. 79-167. İncelemeler: Kapitülasyonlar Itrc. Macar iskender-Ali Reşadl, İstanbul 1330; Alfred C. Wood. A Historu of the Leuant Company, Lon-don 1935;
12- Pakalın. I, 29;
13- A. Nimet Kurat, Türk-lngiliz Münasebetlerinin Başlangıcı ue Gelişmesi (1553-1610). Ankara 1953;
14- Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara 1958;
15- Mübahat S. Kütükoğ-lu, Osmanh-İngiliz iktisadî Münâsebetleri (1580-1838), Ankara 1974, c. I;
16- Ali İhsan Ba­ğış. Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler, An­kara 1983;
17- İsmail Soysal, “Türk-Fransız Dip­lomasi Münasebetlerinin İlk Devresi”, Tarih Dergisi, NI/5-6, İstanbul 1953, s. 63-94;
18- Halil İnalcık, “İm ti yaza t”, El1′()ng ), III, 1179-1189.

 TDV İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski