Akaid Konularına Dair Görüşleri.
- Ahmed bin Hanbel Hayatı
- Şahsiyeti
- Eserleri
- Hadis İlmindeki Yeri
- Fıkıh İlmindeki Yeri
- Akaid Konularına Dair Görüşleri
- İlahiyat Konularında Görüşleri
Ahmed b. Hanbel. akaide dair yazdığı eserlerden ve Mu’tezile’ye karşı yürüttüğü mücadelelerden anlaşıldığına göre, ünlü bir muhaddis ve fakih olmakla birlikte aynı zamanda akaid problemleriyle yakından ilgilenerek selef akidesini savunan ve Ehl-i sünnet inancının yerleşmesine tesir eden bir akaid âlimidir. Onun akaide dair fikirlerinin yayılmasında oğulları Abdullah ve Salih’in yanı sıra Müsedded b. Müserhed, İsmail b. Yahya el-Müzenî. Ebû Bekir el-Hallâl, Ahmed b. Ca’fer el-İstahrî. Abdülvâhid b. Abdüla-zîz et-Temîmî ve Rızkullah b. Abdülvehhâb et-Temîmî gibi râvilerin önemli rolleri olmuştur. Zehebî, bu râvilerin İbn Hanbel’e atfettikleri bütün görüşlere güvenilemeyeceğini belirterek onun itikadî fikirlerini tesbit etmenin zorluğuna işaret eder. Hanbeliler’in, imamları hakkında kabul edilmesi imkânsız bazı mübalağalı bilgiler nakletmeleri, hatta ona muhalefeti Hz. Peygambere ve ashaba muhalefet şeklinde yorumlamaları, bunlara ilâve olarak teşbih ve tecsim görüşünü benimseyen bazı grupların İbn Hanbel’İn gölgesine sığınarak kendi fikirlerini ona aitmiş gibi gösterme çabalan, Zeheb’nin bu tesbitini haklı gösteren sebepler arasında sayılabilir. Diğer taraftan Mu’tezile kelâmcılannın, İbn HanbeH Hz. Peygamber’in getirdiği dini değiştirmekle, hatta Maniheizm’i benimsemekle suçlayacak kadar tenkitte aşırı gitmeleri de onun itikadî cephesini gerçek hüviyetiyle belirlemeyi zorlaştıran hususlardandır. Buna bir de siyasî baskılar ve mihne olayı eklenecek olursa işin daha da karmaşık bir şekil alacağı ortaya çıkacaktır. Zira karşılıklı tenkit ve hücumların, ayrıca devlet eliyle uygulanan işkencenin meydana getirdiği psikolojik gerginlik fert ve toplum üzerinde olumsuz etkilere sebep olmuş, bunun sonucunda aşırılığa sapanlar görülmüştür.
İbn Hanbel’den bahseden kaynakların çoğu, onun naslara sımsıkı bağlı olduğu, bu sebeple kelâm metodunun kullanılmasına karşı çıktığı noktasında birleşirse de bu tür rivayetlerden, onun itikadî konuların aklî istidlallerle teyit edilmesini reddettiği sonucunu çıkarmak kolaylıkla savunulabilir bir görüş kabul edilmemelidir. Zira İbn Hanbel’İn itikadî konuları Mu’tezile mensuplarıyla münakaşa ettiği ve bu münakaşalarda kelâmı sayılabilecek deliller kullandığı bilinmektedir. Meselâ Cehmiyye ve Mu’tezile’nin görüşlerini reddetmek için yazdığı er-Red ‘ale’z-zenâdika ve’l’Cehmiyye adlı eserinde kelâm ilminde sık sık başvurulan “İhtimalleri tartışma” usulünü kullanır. Ayrıca bazı âyetlerde arttığı ifade edilen imanın [bk el-Enfâl: 8/2; et-Tevbe 9/124] eksilebileceğini savunurken. “Artması mümkün olan bir şeyin eksilmesi de mümkündür” şeklinde kıyas yaparak görüşünü ispata çatışır. Bütün bunlar, onun kelâm metoduna yakın bir yol takip ettiğini gösteren işaretlerdir. Ahmed b. Hanbel’in reddettiği şey mutlak mânada kelâm metodu değil, aklı nakilden üstün tutan ve akaid meselelerini, dolayısıyla metafiziği akılla çözmeye çalışan bid’atçıların kullandığı metottur. Ahmed b. Hanbel her ne kadar Hz. Peygamber’İn ve ashabın açıklamaya girişmediği problemleri münakaşa konusu yapmayı bid’at kabul etmişse de karşılaştığı sosyal ve siyasî olayların tesiriyle, teorik olarak benimsediği prensiplerden pratikte vazgeçmek zorunda kalmıştır. Meselâ kendi döneminde önemli tartışma konularından birini teşkil eden hal-ku’l-Kur’ân meselesinde, “Kur’an mahlûk değildir” tezini benimsemiş, Kur’an ve Sünnet’te açık bir şekilde yer almayan bu tezi savunup ispatlamaya kendisini mecbur hissetmiştir. Bu tutumuyla o, prensip olarak benimsemediği ve bid’at olarak nitelendirdiği kelâma girmiş oluyordu.
Kur’an ve Sünnet’in te’vil edilemeyeceği hususunda Ahmed b. Hanbel’e atfedilen görüşler de dikkatli bir tenkit süzgecinden geçirilmelidir. Başta Gazzâlî olmak üzere çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre o. naslan zahirî mânalarında anlamış ve mütcşâbih’lerin asla te’vil edilemeyeceğini savunmuştur. Beyhaki ve İbn Teymiyye gibi selef âlimleri ise İbn Hanbel sadece Cehmiyye ve Mu’tezile’ye ait asılsız te’villeri reddettiği görüşündedirler. Ahmed b. Hanbel’in temel görüşünün de bu olması gerekir; çünkü o Kur’an’daki bazı âyetlerin mecazi mânada kullanıldığını belirtmekte ve bir kısmı “Am”, bir kısmı “Hâs” olan âyetlerin zahirî mânalarına göre açıklanamayacağını ısrarla savunmaktadır. Nitekim er-Red ‘alez-zenâdıka ve’l-Cehmiyye’y. Hz. Peygamber’in yaptığı açıklamaları terkeden, âyetler arasındaki bağlantıları göz Önünde bulundurmadan Kur’an’ı sadece zahirine göre tefsir etmeye çalışan fırkaları reddetmek için yazmış olması, onun te’vil konusundaki tutumuna açıklık getirmektedir. Ona göre Kur’an’ın akide ile ilgili âyetleri müteşâbihtir. Müteşâbihâtın te’vili ise ancak Hz. Peygamber’den rivayet edilen bir açıklama varsa o dikkate alınarak yapılabilir. Meselâ, “Sen beni asla göremezsin” [el-Arâf: 7/143] mealindeki âyeti, “Dünyada asla göremezsin” şeklinde yorumlaması, ayrıca, “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir” [el-Hadîd: 57/4] ve “Biz ona şah damarından daha yakınız” [Kâf: 50/16] âyetlerindeki “Beraberlik” ve “Yakınlık”a ilim, sem’ ve basar sıfatlarını dikkate alarak “Allah’ın yarattıklarından haberdar olması” mânasını vermesi, onun yaptığı te’villere örnek gösterilebilir.
Ahmed b. Hanbel’in, üzerinde önemle durduğu itikadı meselelerin başında Allah’ın (sübûtî ve haberî) sıfatları, rü’yetullah, halku’l-Kur’ân, cennet ve cehennemin ebedîliği, iman, günah ve tekfir konulan yer alır. Onun akaide dair görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür:
TDV İslam Ansiklopedisi