27 Mayıs Darbesi Nedir, Tarihi, Nedenleri, Hakkında Bilgi

27 MAYIS

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki egemen unsurlar ordu kökenli olduğu için uzun yıllar Silâhlı Kuvvetler’de iktidar hevesi şöyle dursun, iktidarın eleştirisine bile pek rastlanmazdı. Devletin kuruluşunu izleyen yıllardaysa ordu doğrudan doğruya yürütmenin desteği ve yapılanların bekçisiydi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu durum değişmeğe başladı. Siyaset adamları yeni dünya koşulları içinde Türkiye’de de yeni bir siyasi ortamın yaratılması için çaba harcarken askerler de gelişmeleri yakından izliyordu. Bununla birlikte, bu izleme amatörce bir merakın ötesine de geçmiyordu. Bu konuda bir bilinçlenme için somut bir durumun ortaya çıkmasına gerek vardı. Nitekim 1945’te çok partili siyasi hayata geçildikten sonra 1946 seçim sonuçları üniformalı kadrolar arasında da geniş yankılar ve tepkiler yaratmıştı. Bunun sonucu 1950 seçimleri öncesinde Kenan Esengin, Seyfi Kurtbek, Cemal Yıldırım, Şefik Erensü gibi, binbaşı ile albay rütbesindeki bazı subayların kulislerde darbe hazırlıklarına giriştikleri, hattâ kendilerine lider aradıkları, bu arada korgeneral Fahri Belen ile temasa geçtikleri çok sonra yapılacak araştırmalarda ortaya çıkacaktı.

1950  seçimleri bir anlamda sivil darbe yerine geçerek siyasal tedirginlikleri tümüyle giderince ortalık birkaç yıl için durulmuş oldu. Ne var ki, 1954’ten sonra yeniden kıpırdanmalar görülmeğe başlandı. İktisadî durumun bozulmağa yüz tutması halk arasında hoşnutsuzların artmasına sebep oluyor, aynı nedenle iktidar ve muhalefet ilişkileri de gitgide gerginleşiyordu. D.P. iktidarının Silâhlı Kuvvetler’de kendine bağlı lider arama eğilimi de gözden kaçmıyor, bu da hoşnutsuzluğun bu çevreye de yayılmasına yol açıyordu. 1955’te ve ertesi yıl iktisadi ve siyasi koşullardaki bozulma derinleşirken Silâhlı Kuvvetler topluluğunda siyasî konulara ilgi genişliyordu. Bu defa Orhan Kabibay, Dündar Seyhan, Sadi Koçaş gibi genç subaylar bir yeraltı örgütlenmesinin ön çalışmaları içine girmişlerdi. Müdahale hedefi iktidardı ve böyle olunca 1950 öncesinin tam aksine öfkeler C.H.P. yerine D.P.’ye karşı bilenmiş oluyordu.

örgüt genişliyor

1956’da Ankara ve İstanbul’da başlayan yeraltı örgütlenmesi 1957’de daha yaygın bir hücre çalışmasına dönüşmüştü, hattâ ayrı hücreler arasında bağlantı çalışmaları oluyordu. Bu dönemde sahneye, daha sonra olayların merkezinde yer alacak Talât Aydemir, Adnan Çelikoğlu, Sezai O’kan, Refet Aksoyoğlu gibi yeni kişilerin çıktığı görülüyordu.

1957    seçimlerinin çok gergin bir hava içinde geçmesi, hemen arkasından Gaziantep ve Mersin’de patlak veren olaylar rakip siyasî grupları barışmaz düşmanlar haline getirirken Silâhlı Kuvvetler’de de iktidarın düşmanlarını büyük ölçüde artırdı. Hattâ bunlar artık lider aramağa bile başlamışlardı. Bu arada Milli Savunma bakanı Şemi Ergin’e yakınlık duyanlar vardı. Bununla birlikte, hücre çalışmalarının genişlemesine rağmen, harekete geçmek için bir anlaşmaya varılamadı.

1958 yılı başında da (15 ocak), bir ihbar üzerine Silâhlı Kuvvetler’deki yeraltı çalışmaları, sadece bir hücre halinde de olsa ortaya çıktı. Daha sonra tarihe Dokuz Subay Olayı diye geçecek olan olay fazla yaygınlaştırılmadan bastırıldı. Bu sonuç bile, darbe hazırlığının sadece örgütlenme yönünden değil, kendini kollama bakımından da oldukça olgunlaştığını gösteriyordu.

Darbe yaklaşıyor
Toplumsal huzursuzluğun siyasî ve iktisadi nedenlere dayalı olarak aşırı dereceye vardığı Türkiye’de 1959 sonunda ve 1960 başlarında hemen her an bir patlama bekleniyordu. Sivil kadrolar böyle bir patlamanın Silâhlı Kuvvetler’den gelebileceğini düşünmeksizin bekleyiş dönemine girmişlerdi. Silâhlı Kuvvetler’de ise artık harekât planlarının hazırlanmasına başlanmıştı. Ankara ve İstanbul grupları harekete geçiş tarihi üzerinde duruyor, atamalarla son kadro ayarlamaları yapılıyordu. Bu arada Sadi Koçaş, Londra’ya atanmış, iktidarın bazı şüphelere kapılması üzerine kendisine güvenilemeyen Muhafız Alayı komutanı değiştirilerek yerine Osman Koksal getirilmişti.

Muhalefet lideri İnönü’nün Kayseri ve Uşak’a yaptığı gezilerde kendisine karşı hazırlanan tertipler, birçok gazetecinin arka arkaya cezaya çarptırılması, Mec-lis’te iktidar ve muhalefet milletvekilleri arasında geçen ağır tartışmalar, hattâ dövüşmelerin gündelik olaylar haline gelmesi, Meclis’teki olayların etkisi altında teşkilât kademesindeki partililerin de yer yer birbirleriyle çatışmaları, iktidarın üniversiteye karşı sert bir tutuma girmesi ve bu kurumda köklü değişiklikler yapılacağı hakkındaki haberlerin yaygınlık kazanması ve bu niyetin D.P. grup toplantılarında sık sık açıklanması, nihayet Silâhlı Kuvvetler’i hedef alan eleştiriler  darbe ortamını hızla olgunlaştırıyordu. 1960 nisanında basın ve muhalefet hakkında soruşturma yapacak özel bir komisyon kurmak için harekete geçilmesi ve hazırlanan tasarının en kısa zamanda Meclis genel kuruluna getirilmesi bardağı taşıran damla oldu. Bu kanun vesilesiyle muhalefet, özellikle de ana muhalefet partisi lideri İnönü iktidara karşı Meclis kürsüsünde en çetin mücadelesini verirken 28 nisanda İstanbul’da, 29 nisanda da Ankara’da üniversite gençliği ayaklanma düzeyinde protesto gösterilerine girişti. Bu girişimlere karşı iktidarın çok sert tedbirler alması ve olayların kanlı bir biçimde bastırılmağa kalkışılması göstericileri geriletmek yerine toplulukların sokağa dökülmesi sonucunu verdi. Mayıs başından itibaren Ankara’nın Kızılay kesimi gençliğin sürekli gösteri yeri haline gelmişti. İstanbul’da da, 2 mayısta bu şehirde yapılacak NATO ile ilgili toplantı için gelen yabancı delegelere ve basın mensuplarına bildiriler dağıtılmış, üniversite çevresinde gösteriler sürdürülmeğe başlamıştı.

555 K
O günlerde Ankara’daki üniversite gençliğinin 555 K (5. ayın 5. günü, saat 5’te Kızılay’da) parolasıyle düzenlediği gösteri halkın ilgisini çekerken Başbakan Menderes’in olaylara, sokakta adam yakalamağa çalışarak, müdahale etmeğe kalkışması halkın olaylarla daha yakından ilgilenmesine yol açmış, polis tedbirlerinin artırılması, geceleri yapılan baskınlar ve aramalarsa girişilecek bir darbenin destek kadrosunu genişletmekten başka bir işe yaramamıştı. Bu arada, hükümetin kendisine fazla güven duymadığı, buna karşılık Silâhlı Kuvvetler’de geniş bir sevgi çevresine sahip olan Kara Kuvvetleri komutanı orgeneral Cemal Gürsel’e izin verilmesi, Gürsel’in de izinli olmayı reddederek Kara Kuvvetleri’ne bir veda demeci yayımlaması ve ayrıca zamanın Millî Savunma bakanı Etem Menderes’e bir mektup yazarak olaylar karşısındaki düşüncelerini ve temennilerini 12 madde halinde sıralaması (3 mayıs) iktidarı çember içine alan darbe zincirinin halkalarını tamamlamış oluyordu. 21 mayıs günü Harp Okulu öğrencilerinin, başlarında komutanları olduğu halde Kızılay’da sessiz bir protesto yürüyüşü yapmaları ve kendilerine müdahale etmek isteyen sıkıyönetim komutanı korgeneral Namık Argüç’ü hırpalamalarıyle dönüşsüz yola girilmişti.

Darbe başlıyor

27 Mayıs 1960 sabahı saat 03.30’da Silâhlı Kuvvetler’in yönetime elkoyduğunu radyodan ilân eden ses türk kamuoyunun pek sık işitmeğe alışık olmadığı bir açıklama yapıyordu. Ancak, bu açıklamaya halkın gösterdiği ilgi ve hemen her taraftan yükselen onay sesleri askerlerin ortamı oluşturmada yeterince sabır gösterdiklerini, psikolojik koşulların olgunlaşmasını iyi hesapladıklarını gösteriyordu.

Esas itibariyle Ankara ve İstanbul’da yapılan askerî harekâtla sabahın erken saatlerinde amacına varan darbenin harekât planı Ankara’da Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın ve Başbakan Adnan Menderes’in Eskişehir yakınında tutuklanması, D.P.’li parlamento üyelerinin birkaç saat içinde toplanarak Harp Okulu’na götürülmeleriyle tamamlanmıştı. Bu arada İzmir’de bulunan Kara Kuvvetleri komutanı orgeneral Cemal Gürsel Ankara’ya getirilerek girişimin lideri ilân edilmiş, hemen ardından bazı hukukçu üniversite öğretim üyeleri çağrılarak hukuk alanında gerekli düzenlemelerin yapılmasına başlanmıştı. Bu ana kadar darbenin fiilî lideri, o gün Ankara komutanlığını üzerine alacak olan tuğgeneral Cemal Ma-danoğlu’ydu. Madanoğlu Harp Tarihi Dairesi’nde kurduğu karargâhında darbe hareketini tam bir kontrol altında tutuyordu. Silâhlı Kuvvetler adına yapılan müdahalenin nasıl sürdürüleceği ise o gün harekâta katılan çeşitli rütbelerdeki subaylardan, kuvvetlerin temsili ilkesi de göz önünide tutularak seçilen 37’sinin Millî Birlik Komitesi olarak örgütlenmesi ve bu komitenin dağıtılan T.B.M.M.’nin yerine yasama organı gibi çalışması kararıyle çözümlenmişti.

Bunları 30 mayısta yeni bir hükümetin kurulması izledi. O arada 29 mayıs günü eski iktidarın İçişleri bakanı Namık Gedik Harp Okulu’nda intihar etmişti. Bu olav-dan sonra sanıkların yargılanması hazırlıklarına hız verilmiş ve 18 haziranda bütün sanıklar Yassıada’da toplanmıştı.

27 Mayıs hareketinin darbe aşaması tamamlandıktan sonra, birtakım iç anlaşmazlıklar başgöstermeğe başladı.

Kurucu Meclis hazırlıkları sürerken bir yandan da yeni bir anayasa için ön çalışmalar yapılıyordu. Devlet Planlama Teşkilâtı ve Devlet Personel Dairesi gibi İktisadî yapıyle ve yönetimle ilgili önemli adımlar atılmıştı. Siyasî partiler gelişmeleri dikkatle ve biraz da kaygıyla izliyordu. Kaygının nedeni de darbeyi gerçekleştiren ve Millî Birlik Komitesi adiyle örgütlenen topluluğun içinde yönetimin sivil kadrolara devri konusunda görüş ayrılıklarının belirdiği söylentileriydi. Devrimin güçlü kişilerinden olarak görünen ve Başbakanlık müsteşarlığı görevini yüklenmiş olan Alparslan Türkeş’in organı olarak çıkan Öncü gazetesinin yayınlarından açıkça çıkan anlam da Türkeş ve yakınlarının devlet yönetimine egemen olmağa devam etmek istedikleriydi. Çok geçmeden bu grubun Ülkü Kültür Birliği adiyle bir örgüt meydana getirmek için hazırlıklarını tamamladığı ve tasarlanan örgütün Hitler ve Mussolini zamanlarında Almanya ve İtalya’da kurulan gençlik örgütlerine aşırı derecede benzerliği de ortaya çıktıktan sonra siyaset adamları arasında telâş başgösterdi. Karşı çıkışı en sert biçimde, bir an önce seçime gidilmesi isteğiyle, C.H.P. lideri İnönü yapıyordu.

Seçimler yapıldıktan sonra

Milli Birlik Komitesi içinde ortaya çıkan görüş ayrılığı, ihtilâl ekibinin bir dönem iktidarda kalması tezini savunan Alparslan Türkeş ve 13 arkadaşının 13 kasım 1960 gecesi tutuklanmaları ve daha sonra da yurt dışında elçilik danışmanı olarak görevlendirilmeleriyle sonuçlandı. M.B.K.’nin geri kalan üyelerine ise Anayasa ile süresiz tabiî senatörlük hakkı tanındı. Bu konuya Anayasa’nın 70. maddesinde yer verilirken 157 sayılı Kurucu Meclis Kanunu’nda imzası bulunanlardan söz edilerek 13 kasım günü tutuklanan üyeler Senato tabiî üyeliği dışında bırakıldı. Bu tasfiyenin sonucu olarak Kurucu Meclis’in işe başlaması ve bu meclisçe yapılacak işlerin vaktinde sonuçlandırılabilmesi sağlandı ve 27 Mayıs’ın en önemli eseri sayılabilecek olan Türkiye’de, özellikle özgürlükler ve gerek sosyal, gerek siyasal haklar alanında yeni bir düzey getiren yeni Anayasa’nın temmuzda halkoyuna sunulmasından sonra aynı yılın ekim ayında seçimler yapılabildi.

Ne var ki, seçimlerde, hiç bir parti salt çoğunluğu sağlayamamış, bu da 27 Ma-yıs’ı gerçekleştirenler arasında ve Silâhlı Kuvvetler’de tedirginliğe yol açmıştı. Tedirginlik, parti liderleri düzeyinde yapılan bir yuvarlak masa toplantısında varılan anlaşmayla giderilebildi ve yönetim sivil kadrolara devredildi.

Daha yeni Daha eski