Charles Darwin Kimdir, Hayatı, Kitapları, Hakkında Bilgi

DARWIN, Charles (1809-1882)

İngiliz doğa bilgini. Canlılarda evrimin “doğal seçme” yoluyla gerçekleştiğini öne süren kuramıyla, bilimin ve düşünce tarihinin gelişmesini derinden etkilemiştir.

Charles Robert Dartvin 12 Şubat 1809’da, Shropshire’m Shrewsbury kentinde doğdu. 19 Nisan 1882’de Kent’teki Downe kasabasında öldü. Babası Robert Waring Darwin, ünlü düşünür, şair ve bilim adamı Erasmus Darwin’in oğluydu ve Shrewsbury’ nin başarılı. hekimleri arasında saygın bir yer edinmişti. Annesi Susannah Wedgwood ise, hem sanatçı hem sanayici yönüyle İngiltere’nin en ünlü seramik yapımcılarından biri olan Josiah Wedgwood’un (1730-1799) kızıydı. Annesini sekiz yaşındayken yitiren Darwin’in bakımını büyük ablası Caroline üstlendi. Ne var ki o güne değin hep başarılı bireyler yetiştirmiş, saygıdeğer, varlıklı ve kültürlü iki ailenin bu en küçük üyesi, yakınları için yıllarca üzüntü kaynağı olacaktı. Gerçekten de, gerek kendisinin, gerek Darwin konusunda en yetkili biyografi yazarlarından biri sayılan İngiliz zooloji bilgini Sir Gavin de Beer’in (doğ. 1899) belirttiğine göre, Darwin’in ne çocukluğu ne de gençliği, ileride bir döneme damgasını vuracak büyük bir bilginin yetiştiğini müjdeliyordu. Olağanüstü bir yetenek ya da zekâ belirtisi göstermediği gibi, ailesine sorun olacak kadar bağımsız ruhlu, geç öğrenen, öğretilenlere ilgisiz ve isteksiz bir çocuktu. Kuş ve balık avlamak, yakaladığı hayvanları incelemek,kelebek, böcek, bitki, para, mineral, taş parçası gibi eline geçen hemen her şeyi biriktirmek neredeyse tek tutkusuydu. 1817’de kentteki bir devlet okuluna, ertesi yıl da klasik öğretim programı uygulayan özel Shrewsbury SchooPa gönderildi. Ancak, Latince ve Yunanca gibi ölü dilleri, klasik yazarları, tarih ve coğrafyayı öğrenmek dokuz yaşındaki Darwin için zaman yitirmekten öte bir anlam taşımıyor, belki daha işe yarar bilgiler verebilecek bir teknik okula gönderilmiş olmayı diliyordu.

Gençlik yılları
1825’te bu “can sıkıcı” lise öğrenimini tamamlayınca, iyi aileden yetişmiş, saygıdeğer bir genç için en yararlı ve soylu uğraşın hekimlik olduğuna inanan babasının isteğiyle, tıp okumak üzere Edinburgh Üniversitesi’ne yazıldı. Tıp fakültesindeki dersleri hiç de ilgi çekici bulmayan, üstelik anatomi derslerinde kadavralara elini bile sürmekten çekinen ve ilk kez bir ameliyatı izlediğinde bayılacak gibi olan Darwin, ikinci ders yılının bitiminde hekimliğin kendisine göre bir meslek olmadığını anlamıştı. Anılarında da belirttiği gibi babası, “ailenin yüzkarası” olacağına artık iyiden iyiye inandığı oğluna, son bir umutla, bu kez din adamı olmasını önerdi. İngiliz Kilisesi’nin tüm doğmalarını benimsemiş, Incil’e ve Hıristiyan-lık’a inançla bağlı olan Darwin bu öneriyi olumlu karşılayıp 1827’de Cambridge Üniversitesi’ndeki Christ’s College’da din eğitimine başladı. Yaşamının akışım değiştirecek botanik profesörü John Stevens Henslov’u da orada tanıdı. Darwin’le yakından ilgilenen ve bir zamanların küçük koleksiyoncusundaki doğa tutkusunu alevlendirerek geleceğin doğa bilginine yön veren Llenslow sonradan “mantık gücü olağanüstü, zekâsı çok dengeli, ama büyük bir deha olduğu söylenemez” diye tanımlayacağı Darwin’in yalnız öğretmeni değil ilk gerçek dostu oldu. 1831’de, pek iyi bir dereceyle olmasa da Cambridge’den diplomasını alıp ailesinin yanma dönen Darwin için, yıllar sonra geliştireceği kuramının başlangıcı olan araştırma gezisi olanağını yaratan da gene Henslow’du.

27 Aralık 1831’de Devonport limanından ayrılıp Büyük Okyanus’a ve Güney Amerika kıyılarına doğru yelken açan “Beagle” gemisinin gönüllü ve “amatör doğabilimcisi” Darvin, beş yıl süren bu uzun yolculuktan 2 Ekim 1836’da döndü. Uç yıl sonra da dayısının kızı Emma Wedgwood ile evlenerek Londra’ya yerleşti. Bu süre içinde gezi notlarını derleyip yayıma hazırlamıştı. 1839’da basılan bu gezi raporu Darvin’in ilk kitabıydı ve canlıların doğa tarihinden çok jeoloji bilgilerine ağırlık veriyordu. Aynı yıl Royal Society üyeliğine seçilen Darwin, türlerin kökeni ve evrim konusunda devrim yaratacak başyapıtını hazırlamaya yetecek zenginlikte gözlem ve bilgi birikimi, üstelik çok bol zamanı olmasına karşın, kuramını oluşturduktan sonra, yayımlamak için 21 yıl bekledi. Evrim düşüncesini ilk ortaya atan Darwin olmadı kuşkusuz; ancak, bu evrim sürecinin nasıl gerçekleştiğine inandırıcı bir açıklama getirerek kuşkuyu ortadan kaldırmak demek, bir zamanlar kilisenin hizmetine girmeye hazırlanan inançlı bir Hıristiyan için Incil’in Genesis (Yaratılış) bölümünü yadsımak demekti. Nitekim, 1859’da yayımlanan On the Origin of Species’e (Türlerin Kökeni) en güçlü tepki, Darwin’in de umduğu gibi din çevrelerinden geldi. İnsan yaratılışı konusunda Incil ’e değil Darvin’in evrim savına inanmakla dine, kutsal kitaplara, kiliseye duyulan inanç ve güven çökecek, Tanrı’nın “kendi sureti” olarak yarattığı insanı ayrıcaklı yerinden alıp hayvanların arasına katmak, hele maymunla aynı atadan geldiğini öne sürmekle, üstelik evrim denilen bu gelişmenin “Yaratıcı”nın istemi dışında kendiliğinden gelişen bir süreç olduğunu kabul etmekle Tanrı’nın varlığı bile kuşkuya düşecekti. Darwin’in kuramını kanıtlanması olanaksız bir varsayım olarak değerlendirip eleştiren bazı bilim adamlarının da katılmasıyla büyüyen tartışmalar, 30 Haziran 1860’taki Oxford toplantısında gündeme getirildi. Sınırlı bir evrim düşüncesini benimsemekle birlikte Darwin’in kuramına en sert tepkiyle karşı çıkan Richard Owen ve Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce’un suçlamaları karşısında evrimi savunan Darwin değil, özellikle Thomas Henry Huxley’di.

Huxley- Wilbeforce tartışması Ingiltere dışındaki ülkelerde, örneğin Agassiz’nin önderliğinde ABD’de gelişen tepkileri de hiçbir zaman yanıtlamayan Darwin, tartışma ortamını en yakın dostları ve kuramının en ateşli savunucuları olan Huxley, Hooker, Spencer ve Haeckel’e bırakıp bir araştırmacı ve kuramcı olarak kalmayı yeğledi. Türlerin evrimini açıklamak için ortaya attığı doğal seçme ya da yaşam savaşında güçsüzlerin yok olup en güçlü ve uygunların varlığını sürdürmesi ilkesinin biyolojiden başka alanlara, siyaset, iktisat, sosyal bilimler, antropoloji, psikoloji ve ahlak öğretilerine taşınmasını da çocuksu bir şaşkınlık ve inanmazlıkla izledi. Kendi kuramından yola çıkılarak evrim ve sosyalizm arasında bağlantı kurulması belki en çok Darwin’i yadırgatmıştı; oysa, kuramını oluştururken kendisi de Malthus’ un iktisadi coğrafya alanındaki görüşlerinden büyük ölçüde yararlanmıştı. Nitekim, insan nüfusunun besin kaynaklarından çok daha hızlı artış eğiliminde olduğuna dikkati çeken Malthus’un görüşü, Darvin’e, kimi hayvan ya da bitki türleri yok olurken, besinini daha kolay sağlayan başka türlerin sürüp gittiği düşüncesini esinlemişti. Darwin’den yüz yıl önce, temelde insanın en üstün yaratık olduğunu kabul eden Fransız Aydınlanma Dönemi düşünürleri toplumsal evrim düşüncesini geliştirmekteydi. Örneğin Condorcet 1794’te yazdığı ünlü Esquisse d’un tableau bistorique deprogres del’esprit humain (İnsan Zekâsının İlerlemeleri Üzerine Tarihi Bir Tablo Taslağı, 2 cilt, 1944-1945) adlı yapıtında insanlığın tarihini, her aşaması bir öncekinden daha gelişmiş olan dokuz evrede incelemişti. Ancak Darwin, evrim kuramım geliştirirken Fransız Aydınlanma Dönemi’nin düşünürlerinden çok, insanlığın iyiye doğru evrimine inanmayan ve bunun olanaksızlığını göstermeye çalışan Malthus ve Pailey adlı iki Ingiliz din adamının düşüncelerinden etkilenmiştir. Fransız Devrimi’nin ve Ingiliz Sanayi Devrimi’nin toplum yapısını altüst eden sonuçlarından ürken Malthus, tıptaki gelişmeleri ve yoksullara devlet yardımını, doğal ölüm oranını düşürdüğü için büyük’ bir “iktisadi günah” olarak görürken, Pailey toplumsal uyumun tanrısal kaynağını göstermeye çalışıyordu.

İlk baskısı birkaç gün içinde tükenen ve ölümüne değin altı basım yapan Türlerin Kökeni’nden sonra Darvin, çok kısa aralarla on kitap daha yayımladı. Ne var ki, daha evliliğinin ilk günlerinde başlayan halsizlik, uykusuzluk, sürekli bulantı ve bağırsak krampları giderek sağlığını ve yaşam biçimini etkilemeye başlamıştı. Nitekim, evlendiği yıl Londra’dan ayrılıp, daha güneyde küçük bir kasaba olan Dovne’da bahçeli bir eve yerleşen Darvin, toplumsal etkinliklerini de çalışma saatlerini de iyice kısıtlayarak ömrünün sonuna değin orada yaşadı. 73 yaşında kalp krizinden ölmesine karşın, kırk yıl boyunca yakındığı bu hastalık belirtilerinin, büyük bir olasılıkla “Beagle” seferi sırasında Güney Amerika’da bir tür çeçe sineğinin taşıdığı, kalp ve bağırsak kaslarına yerleşen triponozoma türü bir asalaktan ileri gelen chagas hastalığı olduğu sanılıyor.

“Beagle” ın yolculuğu
Darwin, beş yıl süren “Beagle” seferinde en ilginç gözlemlerini Tierra del Fuego, Yeşilburun (Cabo Verde) Adaları, Galâpagos, Tahiti, Avustralya ve Güney Amerika’nın batı kıyılarında yapmıştır. Yalnız kendisinin değil, bilim tarihinin de dönüm noktalarından biri olan bu gezide derlediği bilgilerle, jeoloji, botanik ve türlerin evrimi gibi üç ayrı alanda çok önemli sonuçlara varabilmesi, Darwin’in çok titiz bir gözlemci olmasından ve her gözlemi tümdengelim yöntemiyle değerlendirmesinden kaynaklanır. Yeşilburun Adaları’ndaki bir yanardağda yaptığı ilk gözlemlerin, jeoloji bilgini Charles Lyell’in görüşlerini doğrulaması Darwin’in düşünce çizgisini de büyük ölçüde etkilemiştir. O yüzyılın başında pek çok jeoloji bilgininin benimsediği, özellikle Fransa’da Cuvier ve İngiltere’de Adam Sedgtvick’in desteklediği jeoloji kuramı, belli aralarla yinelenen çok güçlü doğa olaylarının örneğin yersarsıntısı ya da büyük su baskınlarının hem yeryüzü biçimlerini değiştirdiğini, hem de bazı hayvan türlerinin yok olmasına neden olduğunu, bunu izleyen dinginlik döneminde ise yeni türlerin ortaya çıktığını savunuyordu.

Jeoloji ve botanik incelemeler Lyell, 1830’da ilk cildi yayımlanan Principles of Geology (“Jeolojinin İlkeleri”) adlı yapıtında bu görüşe karşı çıkarak, doğa olaylarının yeryüzünü belli zamanlarda değil sürekli olarak etkilediğini, yüzey biçimlerinin yağmur, rüzgâr ve dalgalarla yavaş ama aralıksız olarak değiştiğini öne sürdü. Darvin jeolojide geçerli olduğunu gözlemlediği bu ilkeyi canlıların değişimine de uygulayarak, evrimin kesintisiz ve yavaş bir süreç olduğu inancına vardı.

Evrim kuramım açıklamadan çok önce jeoloji alanında adını duyuran ve gezi notlarından sonraki ilk üç yapıtında bu tür gözlemlerini derleyen Danvin, özellikle iki konuda Lyell’in görüşlerini çürütecek kanıtlar toplamıştı. Gnays, şist, arduvaz gibi yapraksı yapıdaki kayaçlarda bu katmanlaşma ya da ince yapraklara ayrılma olayının, LyelPin öne sürdüğü gibi tortullaşma sırasında gerçekleşmediğini, jeolojik zamanlarda kayacın uğradığı aşırı basınç ve sıcaklıktan ileri geldiğini belirlemesi, başkalaşım kayaçlarının oluşumuna açıklık getirdi. Atollerin oluşumunu, deniz dibinden yükselen yanardağ ağızlarının çevresinde mercanların birikmesiyle açıklayan LyelPe karşılık Darwin, mercan resifleriyle atollerin deniz tabanının çökmesi sonucunda oluştuğunu öne sürdü.

Darwin’in botanik alanındaki görüşleri de, temelde, daha önce Türlerin Kökeni’nde açıkladığı ve varolma savaşında canlıların en güçlü silahlarından biri saydığı ortama uyum olgusundan kaynaklanır. Orkidelerde, tırmanıcı ve böcek yiyen bitkilerde rastlanılan ilginç uyum örneklerini veren Darvin’in, döllenme konusunda uzun deneylerden sonra vardığı kanı da, çapraz döllenmenin çoğu kez kendiliğinden döllenmeye oranla daha sağlıklı, verimli ve varolma savaşından sağ çıkabilen dayanıklı döller verdiğidir. Mendel’in çaprazlama deneylerinin sonuçları 1900’lerde yeniden keşfedilip gün ışığına çıkarıldığında, Darwin’in melez türler konusundaki görüşü de daha iyi değerlendirilebilmiştir.

Darwincilik
Jeoloji ve botanik alanındaki çalışmalarının önemi yadsmmamakla birlikte, Darwin’in adı her şeyden önce,evrim mekanizmasının işleyişine ilk tutarlı açıklamayı getiren Danvincilik kuramıyla birlikte anılır. Evrim kavramını ilk ortaya atan bilgin olmamakla birlikte Danvin’in öncülüğü, canlıların basit türlerden gelişmiş türlere doğru evriminde izlenen yolu ve bu değişimde rol oynayan etkenleri tutarlı bir biçimde açıklamak olmuştur. “Beagle”la uzun yolculuğuna başlarken, ailesinde biyolojik evrimi savunmuş Erasmus Darwin gibi bir bilgin olmasına karşın, genç Darwin dinsel inancı ve Cambridge’de aldığı din eğitiminin pek yeni etkileri nedeniyle, yeryüzündeki tüm canlıların Incil’ de anlatıldığı gibi yaratıldığından ve ilk biçimini koruduğundan kuşku duymuyordu. Güney Amerika’nın batı kıyıları açığında, Ekvator’un altında yer alan ve on iki büyük, yüzlerce küçük adacıktan oluşan Galâpagos Takımadaları’na ulaştıklarında ilk kuşkuları belirdi. Yanardağ kökenli bu adalarda, kaktüsle beslenen ve tarihöncesi hayvanları andıran iri, zırhlı kaplumbağlarla, kıyıdaki yosunlarla beslenen bir metre boyunda deniz kertenkeleleriyle ve insandan ürkmeyen kuşlarla karşılaştı. Özellikle ayrı adalarda rastladığı on dört ispinoz türünden her birinin değişik bir beslenme biçimi ve bu beslenme biçimine uygun değişik bir gaga yapısının olması Darwin’i çok düşündürdü. Tohumla beslenen ispinozların papağan gagasına benzeyen kıvrık ve güçlü gagalarına karşılık, böcek yiyenlerin avlarını daha kolay yakalamasını sağlayan sivri ve ince gagaları vardı. Yüzey biçimleri ve iklimleri aynı, birbirine komşu adalarda yaşayan ve aralarında bağ olduğu açıkça belli olan ispinoz türlerinin yapı ve beslenme özellikleri arasındaki bu değişiklikler, hepsinin aynı kökenden türediğini, yalnız gaga biçimlerine uygun besinlerin bol olduğu ayrı yerlerde çoğaldığım gösteriyordu. Adalarla en yakın anakarada yaşayan türler arasındaki benzerlik, aynı anakaranın komşu bölgelerinde yaşayan ve aynı türden olmayan canlılar arasındaki yakın akrabalık, belli bir bölgedeki fosillerle yaşayan canlılar arasında gözlemlenen yapısal benzerlikler bütün türlerin ayrı ayrı yaratılmadığını, ortak bir atadan türeyip zamanla değişime uğradığını hemen kabul ettirecek kadar belirgindi. Düşüncelerinin bu aşamasında, LyelPin “yeryüzü bugünkü biçimiyle yaratılmadı, doğa kuvvetlerinin etkisiyle ve çok uzun süren bir değişmenin sonucunda bu biçimini aldı” ilkesinden yola çıkan Danvin, canlıların da yeryüzü ile birlikte değiştiğinden artık emindi. Ama en güç soruna, bu değişmenin nedenlerine ve nasıl gerçekleştiğine yanıt bulamamıştı. İngiltere’ye döndükten sonra, 1837’de vardığı ilk yargı, tarih çağlarından başlayarak tarım ve evcilleştirmenin bitki ve hayvan türlerinde kaçınılmaz bir değişikliğe yol açtığıydı. Tarım için işine yarayacak bitki türlerini seçip, değişik iklimde, değişik topraklara eken, değişik gübrelerle besleyen, birbirleriyle çaprazlayarak melez döller elde eden insan, bilinçli ve bilinçsiz seçimiyle bunca değişikliğe neden olabilirken, doğanın seçimi neler yapamazdı ki? Bu düşünceye ulaşmasında, 1838 Eylül’ün-de okuduğu, Malthus’un Essay on the Principle of Population (“Nüfuslaşma İlkesi Üstüne Deneme”) adlı yapıtının yönlendirici etkisi büyük olmuştur.

O tarihten sonra, doğal seçmenin evrimin tek yolu olmasa bile başlıca yolu olduğuna inanan Dar-win, kuramının ilk taslağını 1844’te yazmaya başladıysa da, ancak on iki yıl sonra, yakın dostlan Joseph DaltonHooker ileCharles Lyell’in yüreklendirmesiyle yeniden ele alabildi. 1858’de Alfred Russel Walla-ce’ın kendisine gönderdiği bir yazıdan, doğal seçme yoluyla türlerin evrimi düşüncesini Wallace’m da hemen hemen aynı terimlerle ve çok inandırıcı bir biçimde açıklamış olduğunu öğrenmek, Darwin’in hiç beklemediği bir gelişmeydi. Wallace, Darwin’den bağımsız olarak Malaya Takımadaları’nm hayvan ve bitki örtüsünü inceleyerek aynı sonuçlara ulaşmıştı. Danvin, yirmi yıldır üzerinde çalıştığı bu varsayımdan ilk söz eden kişi olma onurunu Wallace’a bırakmaya karar verdi. Ancak, Danvin’in eski taslağını okumuş olan Hooker ile Lyell, ikisinin görüşlerini aynı başlık altında birleştirerek 1 Temmuz 1858’de Londra’daki Linnean Society’ye sundular.

Türlerin Kökeni
Evrim konusunda çalışan doğabilimcilerin, Almanya, İngiltere ve Fransa’da hemen hemen aynı anda aynı sonuçlara varmaları ve sağlığının giderek bozulması, Darwin’in çalışmalarına yeni bir hız verdi ve 1859’da Türlerin Kökeni’nm bir özetini yayımlayarak derlediği kanıtları ve kuramının ilkelerini açıkladı: Evrim bireyleri teker teker etkileyen bir süreç değil, tüm bir canlı topluluğunda ortaya çıkan genel bir olgudur. Türlerin değişmesi sonucunda, aynı türün üyeleri arasında bireysel farklar ortaya çıkabilir. Değişime uğrayan türün bireyleri, eğer bu değişim sırasında, beslenme ve korunma savaşına girecekleri başka gruplardan daha üstün nitelikler geliştirebilmişse ortama uyum sağlar ve yaşamını sürdürebilir. Yaşam savaşına girenher canlı grubu ya hızla çoğalarak (çok sayıda yumurta, tohum üreterek ya da yavrulayarak) üremesini sürdürmek zorundadır, ya da düşnanlarından daha güçlü, daha hızlı olan bireyler ortama uyum sağlayacak ve besinleri ele geçirecektir. Bu özellikleri gösteremeyen canlılar, doğal seçimle ayıklanarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Değişime uğrayan türün değişimle kazandığı özellikler yeni döllere aktarılır. Doğal seçme sonucunda yalnızca en üstün ve en dayanıklılar yaşamını sürdürebildiği için, doğadaki tüm canlılar en basitten en gelişmişe doğru evrim geçirmiştir. Yaşamını sürdüren ilkel organizmalar, var olmalarını, bulundukları ortam ve koşullarda kendileriyle savaşacak başka canlıların bulunmayışına borçludur. Yeryüzünün ilk çağlarında, ilkel canlılarda değşinime (mütasyon) yol açacak etkenlerin yaygın olması Darwin’in bu savını doğrular niteliktedir. Gerçekten de, değşinimin en büyük etkeni olan radyoaktif ışınlar o çağlarda bugünküne oranla çok daha fazlaydı; radyoaktif maddeler ışıma sonucunda giderek kararlı bileşiklere dönüştüğünden, bu etken de gücünü zamanla yitirmektedir.

Darwin, kuramının birçok yönünü gözlemleri ve bilgisiyle açıklayabilmişse de, türlerde bireysel farklara yol açan değişimin nedenlerine tutarlı bir açıklama getirememiştir. Gene de, canlıların evrimi konusundaki kuramıyla kendisinin öncüsü olan Lamarck’ın düştüğü yanılgılara, büyük ölçüde onun açıklamalarından yararlanmış olmasına karşın düşmemiştir. Lamarck’a göre, canlılarda çok kullanılan organlar gelişir, kullanılmayanlar ise körelir; gelişme ya da körelme biçiminde kazanılan bu nitelikler de dölden döle aktarılır. Örneğin, yaşayan zürafaların boynunun bilinen zürafa fosillerinden daha uzun olmasını açıklarken, Lamarck, ağaç tepelerindeki yapraklan yiyebilmek için zürafaların boyunlarını sürekli olarak yukarı uzattıklarını, böylece çok kullanılan bu organın geliştiğini ve bu kazanılmış özelliğin yeni döllere aktarıldığını öne sürmüştü. Darsvin ise, zürafa topluluğu içinde ani bir değişimle uzun boyunlu bireylerin oluştuğunu, besinini daha kolay sağlayan bu uzun boyunlu zürafaların giderek çoğalmasıyla kısa boyunluların besin savaşını kaybettiğini ve doğal seçimle ayıklanarak yok olduğunu savunmuştur.

Darwin’in açıklayamadığı kalıtsal değişimin nedeni ve yeni döllere nasıl aktarıldığı sorusunu Mendel 1860’larda kalıtım yasalarıyla yanıtlamıştı. Ne yazık ki Danvin’in bu çalışmadan haberi olmadı ve yıllar sonra yeniden değerlendirilen Mendel yasaları, ardından genetik bilimi, bugün “değşinim” denilen bu kalıtsal değişikliklerin iletilmesinden genin yapısındaki DNA moleküllerinin sorumlu olduğunu kanıtladı.

Eşeysel Seçme
Darwin 1871’de yayımladığı The Descent of Man (“İnsanın Atası”) adlı yapıtıyla, Türlerin Kökeninde yalnızca bitki ve hayvanlar için irdelediği değişim yoluyla evrim konusunu bu kez insan türüne uyguladı. insanın ilk atasını araştırırken, sınıflandırmada maymunlardan bile alt basamakta yer alabilecek kadar ilkel bir canlı olabileceğini öne sürdü; buna karşılık, Oxford toplantısında Piskopos Wilberforce ile Hux-ley arasında sert tartışmalara neden olan insanın maymundan türediği savını Danvin hiçbir zaman ortaya atmamıştır. Gene Türlerin Kökeninde çok kısa bir bölüm ayırdığı eşeysel (cinsel) seçme olgusunu bu yapıtında daha ayrıntılı bir biçimde inceleyen Darwin’e göre, insanın ve çoğu hayvanların evriminde doğal seçme gibi etkin rol oynayan biyolojik ilkelerden biri de eşeysel seçmedir. Aynı eşeyden bireyler, genellikle de erkekler arasında öbür eşeyi elde etmek için yapılan bir yarış niteliğindeki bu seçme olgusu, bir varolma savaşına dayanmadığı ve ölümle sonuçlanmadığı için doğal’ seçme kadar acımasız ve sert değildir. Darwin, renk, kuyruk, yele, boynuz, gövde iriliği gibi eşeyinin üstün özellikleriyle başka bireylere tercih edilen bireyin daha çok döl verme şansına kavuştuğunu belirtmiş, ancak doğal seçmeyle eşeysel seçme arasındaki ilişkiye değinmemiştir.

Darwincilik’in sosyal bilimler üzerindeki etkileri
Darwin’in evrim kuramı sosyal bilimlerde değişik görüşteki bilim adamlarınca yaygın bir biçimde benimsendi. Bu kuramın dinsel dogmaları sarsıcı etkisi, doğadaki sürekli devinime ve bunun önce nicel, giderek nitel değişikliklere yol açtığına ilişkin savları ve bulguları, Tarihi Maddecilik’i benimseyen düşünürlerin toplumsal değişimlere ilişkin savlarına önemli bir destek sağladı. Öbür uçta, 19. yy İngiltere’sindeki rekabetçi kapitalizmin gelişme yasalarını inceleyen Klasik İktisat Okulu’na bağlı bilim adamları da, Darvvin’in türlerin varolma savaşını, en dayanıklılar ve çevre koşullarına uyum gösterenlerin yaşama hakkı olduğu savını kuramlarının önemli bir desteği saydılar. Örneğin, Klasik İktisat Okulu’nun öğretisine göre firmalar arasındaki rekabet küçük ve verimsiz işletmelerin yok olmasına, rekabete dayanabilen firmaların ise büyüyüp güçlenmesine yol açacaktır. Bu da doğal ve sağlıklı bir gelişmedir.

Danvin’in görüşleri psikoloji alanında karşılaştırmalı genetik ve zihinsel kalıtım araştırmalarına yeni bir yön kazandırırken, antropolojide ırk araştırmalarına olan ilginin artmasına katkıda bulunmuş ve bu yönelimin sonunda, bir yanda ırkların gelişimini çevresel etkenlere bağlayan kuramlar, öbür yanda da Aryancılık gibi saf ırkçı kuramlar geliştirilmiştir. Darwin’in kuramının din çevrelerindeki tartışması ve bu kuramın sosyal bilimler alanında da yaygın bir biçimde geliştirilmesinin yarattığı sarsıcı etkiler 20. yy’da da sürmektedir. 1925’te ABD’de, öğrencilerine evrim kuramını anlatan John J. Scones’un yargılandığı ünlü “maymun davası”nda öğretmen suçlu bulunmuş ve bu kuramın okullarda öğretilmesi Tennessee Eyaleti’nde yasaklanmış, ancak 1968’de ABD Yüksek Mahkemesi bu tür yasaların anayasaya aykırı olduğunu kabul etmiştir.

• YAPITLAR– (başlıca): Journal of Researches into the Geology and Natural History of the Various Countries Visited by H.M.S. Beagle, 1839, (“Beagle Gemisiyle Yapılan Yolculukta Dolaşılan Çeşitli Ülkelerin Jeoloji ve Doğa Tarihi Araştırmaları Raporu”); The Structure and Distribution of Coral Reefs, 1842, (“Mercan Resiflerinin Yapısı ve Dağılımı”); Geological Observations on the Volcanic Islands Visited During the Voyage of H.M.S. Beagle, 1844, (“Beagle Gemisiyle Yapılan Yolculuk Sırasında Dolaşılan Volkanik Adalardaki Jeoloji Gözlemleri”); Geological Observations on South America, 1846, (“Güney Amerika’daki Jeoloji Gözlemleri”); A Monog-raphy of the Subclass Cirripedia, 2 cilt, 1851,(“Cirripedia Altsınıfı Üstüne Bir Monografi”); On the Origin of Species by Means of Natural Selection, or the Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life, 1859, (Türlerin Kökeni, 1970); The Variıation of Animals and Plants Under Domestication, 1868, (“Evcilleşmenin Etkisiyle Hayvanların ve Bitkilerin Değişimi”); The Descent of Man and Selection in Relation to Sex, 1871, (“İnsanın Atası ve Eşeyliğe Bağlı Seçme”); The Expreşsion of the Emotions in Man and Animals, 1872, (“İnsanda ve Hayvanlarda Duyguların Dile Getirilişi”); lnsectivorous Plants, 1875, (“Böcekçil Bitkiler”); Climbing Plants, 1875, (“Tırmanıcı Bitkiler”); The Effects of Cross and Self Fertilization in the Vegetahle Kingdom, 1876, (“Bitkiler Dünyasında Çapraz ve Kendiliğinden Döllenmenin Etkileri”); The Povoer of Movement in Plants (oğlu Francis Darsvin ile), 1880, (“Bitkilerde Hareketin Gücü”); Auto-biography, (ö.s.), 1887, (“ÖzyaşamÖyküsü”); Evolutionby Natural Selection, (ö.s.), 1958, G. de Beer (der.), (“Doğal Seçme Yoluyla Evrim”).

• KAYNAKLAR: F. Darwin, Life and Letters of Charles Darıcın, 3 cilt, 1887; F. Darwm ve A. C. Sesvard, More Letters of Charles Darsvin, 2 cilt, 1903; G. de Beer, Charles Darıcın, 1963; Atlas of Evolution, 1964; Darsam and Huxley: Autobiographies, 1971.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski