CÜNEYD BAĞDADİ ( ? – 910)
Arap, mutasavvıf. Bağdat Tasavvuf Okulu’na bağlıdır. Tasavvufta Şeriat’ın temel olduğunu savunmuştur.
Ebü’l-Kasım b.Muhammed b. el-Cüneyd el-Hazzaz el-Kavariri, Bağdat’ta doğdu ve orada öldü. Doğum yılı bilinmiyor. Ataları ticaret amacıyla İran’ m Nihavend kasabasından gelip Bağdat’a yerleşmiştir. Cüneyd, “hazzaz” lakabından anlaşıldığına göre, önceleri, ipek tüccarı imiş, sonradan kendini tasavvufa vermiş.
Cüneyd’in yetişmesinde başlıca etken dayısı mutasavvıf Seriü’s-Sakati’dir. Cüneyd dayısının evinde düzenlenen toplantılarda Haris el-Muhasibi ile Cafer el-Haddad’ın konuşmalarından yararlandı. İmam Şafiî’nin öğrencisi, Ebu Sevr ve Haşan b. Erefe’den fıkıh okudu. Yirmi yaşında Ebu Sevr’in önünde yapılan sınavda fetva verdi.
Cüneyd’in evi Bağdatlı ve başka kentlerden gelen sufilerin toplanma yeriydi. İpek tüccarlığından edindiği söylenen büyük geliriyle hem geçimini sağlar hem de birçok fakir sufiye yardımda bulunurdu. Bu arada “Tanrı aşkı” konusunda yoğunlaşan düşüncelerini çevresinde toplananlara yayardı.
Gulam Halil, “Tanrı aşkı” görüşüne karşı çıktığından, halife üzerine yaptığı baskıyla Cüneyd ve yandaşları hakkında kovuşturma açtırdı.
Cüneyd, Şeriat’ın temel olduğuna ve Şeriat ilkelerini tümüyle yerine getirmeden tasavvuf yoluna girilemeyeceğine inanır. Ona göre tasavvufun tanımı, arada hiçbir bağ olmadan, Tanrı ile bir olmadır. Yaşadığı dönemde tevhid (Tanrı’nın birliği) sorunu bütün akımlar ve özellikle Mutezile akımı arasında tartışılan bir konuydu. Mutezile tevhidi akıl yoluyla bulmaya çalışırken, sufiler onun his ve ilham yoluyla bulunabileceğine inanıyorlardı.
Cüneyd’in savunduğu düşünceye göre, Tanrı akılla kavranamaz, akıl ancak sonlu olan nesneleri algılayabilir. Tanrı ise sonsuzdur, aklın kavrayış gücünü aşar. Öte yandan Tanrı “madde” olmadığından, mantık yoluyla da bilinemez. Akıl tanrısal ışıkla aydınlandığı zaman, Tanrı’yı kavrama olanağı doğar, bu da kişinin özünü Tanrı’ya vermesiyle olabilir.
Cüneyd’in de bağlı bulunduğu Bağdat Tasavvuf Okulu’nun ilk kurucuları Seriü’s-Sakati ve Haris el-Muhasibi’dir. Okulun ilgilendiği ana konu tevhiddir. Bu nedenle bu okula Erbabü’t-Tevhid denirdi. Okul, tevhid ile ilgili bilgileri ileri boyutlara vardırıp sistemleştirdi. Bunu gizli bir yöntemle öğretti. Bu okula bağlı olanlara göre, kendilerinde bulunan bilgi sırdır. Bu sırrın yayılmasını önlemek için aralarında oluşturdukları özel simgesel kavramlarla yazışmışlardır.
Cüneyd’in tanınmış öğrencileri arasında, fıkıh bilgini Cüreyrî, ünlü sufi Şiblî, hadis bilgini Basralı Ibnü’l-Arabî ve düşüncelerinden ötürü öldürülen Hallac-ı Mansur sayılabilir.
En önemli yapıtı Resa’il (Mektuplar), Devaü’l-Fena, Risale fi’s-Sihr, Kitabü’l-Fena, Kitabü’l-Misak, rur. Bu durumda nesne ya da “parça” özden öncedir. Kavrayış gücü, us gibi yetiler önceden vardır, bilgiyi oluşturan ilkeler de, bu yetilerde önceden bulunur. Önceden varolan bu yetiler aracılığıyla sonradan kazanılan izlenimlerin toplamından ortaya çıkan bütün “tasarım” parçaların toplamından oluşan da özdür. Özlerin sayısı bilinmez. Cürcanî özle ilgili değişik tanımlar öne sürmüştür. Bu tanımların değişikliği, incelediği ve eleştirdiği filozofların görüşlerine verdiği karşılıklar yüzündendir. Nitekim Razi’nin görüşlerini eleştirirken “özü kimi parçalarla da tanımlama olanağı vardır” demektedir. Cürcanî doğruluk kavramı konusunda bilgi sorununa dayanır. Ona göre bilginin doğruluğu bir bilinç olayıdır. Nesneler, duyular yoluyla, bilinçte birtakım izler bırakır. Bu izler bilincin akışı içinde yer alır. İşte, bilgi bakımından, doğruluk bu nesnelerin bilinçte bıraktığı izlerle ilgili olarak, gene bilincin verdiği yârgı ile ortaya çıkar. Dolayısıyla doğruluk bilincin nesne ile ilgili yargısına bağlıdır. Cürcanî’ye göre, böyle bir yargının verilmesinde zamanın da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu nedenle geçmişte ortaya atılan bir yargı ile bugün ve yarın verilecek bir yargı arasında uygunluk gereklidir. Bu uygunluğun sağlanmasında üç türlü tanım biçimi vardır: Nesne ile tanım, özne ile tanım, özne ve nesne ile tanıfn. Birinci tanımda “bilinemez” olanın bilinebilir durumda bulunması gereklidir, ikinci tanımda, nesnenin “bilinmesinden önce” bilinmesi koşulu geçerlidir. Bu durumda nesne, yapılan tanımıyla değil, tanımdan önce
bilinmeli, tanım nesnenin bilinmesinden yola çıkılarak yapılmalıdır. Üçüncü tanımda ise özne ile nesne arasındaki uygunluğun, zamanla değişmemesi, olduğu gibi kalması gerekir.
Cürcanî, İslam düşüncesinde uzun süre etkili olmuş, kendisinden sonra gelen bilginlerin “Taftaza-ni’nin izini sürenler”, “Seyyid Şerif Cürcanî’nin yolunda gidenler” diye ikiye ayrılmasına yol açmıştır. Özellikle Tarifat adlı yapıtı birçok sorunun çözümünde başlıca kaynak olmuştur.
• YAPITLAR (başlıca): Tarifat, (ö.s.), 1837, (“Tanımlar”).
• KAYNAKLAR: Mecdi Efendi, Tercüme-i Şakayık, 1853; Taşköprüzade Kemaleddin, Mevzuatu’l-Ulum, 1895; H.Z.Ülken, İslam Felsefesi Kaynakları ve Tesirleri, 1967.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi