Post-Empresyonizm (Geç İzlenimcilik)
Post-Empresyonizm modern resmin gelişiminde izlenimcilik (Empresyonizm) ile Fovizm ve Kübizm gibi akımlar arasındaki dönemde yer alan sanat eğilimleri için kullanılan bir deyimdir. Bu yüzden tek bir hareketi değil, 1880’li yıllarla birlikte Izlenimcilik’in uzantısı olarak gelişen, ancak zamanla ona karşı bir tepkiye dönüşen anlayışları kapsar. Ayrıca Toulouse-L’autrec, Cezanne, Seurat, Gauguin ve Van Gogh gibi sanatçıların izlenimcilik sonrası olgunluk dönemlerindeki sanat anlayışlarını tanımlamak için de kullanılır, izlenimcilik ’in son aşamasında, eşit yoğunlukta bir resim yüzeyi ve sağlam bir yapıdan yoksun, belirsiz bir resim mekânı anlayışına varılmıştı, izlenimci uygulamaların mantığın sınırlarını sonuna dek zorlamasıyla, Monet’de olduğu gibi, resimde derinliğin sığ ve soyut bir düzeye ulaşıp kalacağını sezen sanatçılar, daha yapımcı (konstrüktif) bir anlayışla yeni arayışlara yöneldiler. Renoir ve Degas desenlerinin konturlarını sağlamlaştırarak figür – mekân ilişkileri belirgin bir mekân kuruluşu geliştirdiler. Özellikle Italyan Primitifleri’nden etkilenen Renoir, biraz yapay biraz da kuru olmakla birlikte izlenimcilik’e göre daha somut bir üsluba döndü. Degas ise zaten saf bir izlenimci değildi. Bu yüzden desen ağırlıklı son yapıtları izlenimci renkçilikle klasik bir biçimciliği bütünleştirmeye yöneliktir.
Toulouse-Lautrec bir yandan çizgi ve siluetin bütünleştirilmesine dayanan biçimciliği, öbür yandan da grafik sanatlara dönük deneyleri ile hem Yeni Sanat (Art-Nouveau) gibi süslemeci bir akımı, hem de Bonnard* ve Vuillard gibi sanatçıların üstünde etkili oldu. Cezanne doğadaki kütle ve derinlik duygusunu tuvalin iki boyutluluğunu zedeleyecek bir yanılsamaya neden olmadan vermenin yollarını araştırdı. Onun geliştirdiği yöntemde, doğadaki karşılıklarına göre yan yana getirilen renkler bütünleştiklerinde, resim mekânı içinde temsil ettikleri nesnelerin konumunu belirleyen bir yapı kazanıyorlardı. Cezanne ’ın perspektif deformasyonları, her şeyi geometrik özüne indirgeyen yapımcı tutumu ve resim mekânı ilişkilerini saf renk aracılığıyla kurması, 20. yy’m başlarında Kübizm gibi biçimsel açıdan devrimci bir akımın doğmasına yol açtı. Ayrıca geometrik soyutlama kökenli eğilimlerin tümü de Cezanne’m düşünce ve uygulamalarından kaynaklandı.
Seurat izlenimciler’in renk alanındaki yeniliklerini düzenli, hatta bilimsel bir yöntemle doğal sınırlarına dek zorlayan bir arayışa yöneldi. Saf renk noktacıklarının yan yana getirilmesine dayanan bir anlayış ile klasik kompozisyon temeline dayanan bir mekân kurgusu geliştirdi, izlenimciler’in resimlerindeki bir anlık görüntünün genelleştirilmesiyle oluşan bu yöntem, tutum açısından durağan ve geleneksel bir biçimcilik ile sonuçlandı. Seurat’nın renk kullanımı, geometrik soyut anlayıştaki üsluplara çeşitli açılardan kaynak oldu.
Gauguin estetik deneyin öznelliğini ve gizemsel etkisini vurgulayan, simgesel bir anlatıma varmaya çalıştı. Düz renklerle boyanmış alanlar ve kalın konturlar aracılığıyla zihinsel imgelerin, duyguların ve düşüncelerin karşılığı olan süslemeci biçimleri araştırdı. Gauguin’in böylece elde ettiği ilkel bir etkiye ve çizgisel bir arabeske dayanan üslubu hem Fovizm ’i hem de Kandinsky ile başlayan ve gittikçe çeşitli boyutlar kazanan lirik-soyut anlayışları etkiledi.
Van Gogh ise gördüğünü değil, gördüğü aracılığıyla kendi kendine anlatmaya yönelik dışavurumcu (ekspresyonist) tutumu ile, duygularının fırça vuruşlarında enerjiye dönüştüğü bir üsluba ulaştı. Bu çarpıcı içtenliğiyle sadece ılımlı Fransız Dışavurumculuk’u için değil, şiddetli duygusallığı ve sınır tanımaz anlatım gücü ile belirginleşen Alman Dışavurumculuk’u için de yeni ufuklar açtı.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi