CLARKE, Samuel (1675-1729)
İngiliz, tannbilimci, düşünür. Leibniz’e karşı Newton’u savundu. Hobbes’un toplumsal anlaşma öncesindeki durumda “iyi” ile “kötü”nün göreceli olduğu görüşünü eleştirdi.
Nortvich’te doğdu, Londra’da öldü. Babası İngiliz Parlamentosu’nda Norwich temsilcisiydi. Önce Norsvich’te, sonra Cambridge Üniversitesi Caius College’da eğitim gördü. Newton’un fiziğine oradayken ilgi duydu. Bunu yalnız başına çalışarak öğrendi. O sıralar üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan, Jacques Rouhault’nun Descartesçı fiziği idi. Clarke bu kitabı Latince’ye çevirerek, dipnotlarda Rouhault’ nun açıklamalarına karşı Newton’unkileri verdi. Daha sonraları, Clarke, Newton’la arkadaş olmuş ve onun Opticks adlı kitabını Latince’ye çevirmiştir. Ingiltere’de Newton’un yeni kuramının Descartesçı fiziğin yerini almasında yararı dokunan Clarke, Leib-niz ile yazışmalarında Newton’un görüşlerini savunmasıyla da ün yapmıştır.
Üniversiteden mezun olduktan sonra papaz oldu. Çeşitli dinsel görevlere atanarak yükselmesini sürdürdü ve sonunda Kraliçe Anne’ın yanma alındı. Westminster’daki St.James Kilisesi başrahipliği olan son görevini, ölene dek, 20 yıl sürdürdü.
Samuel Clarke, bir yandan geniş matematik ve fizik bilgisi olan bir bilim adamı, öte yandan da ahlak ve tanrıbilim konularında yapıt veren bir din adamıydı. Bu değişik yönleri bir araya getirmesi, onu, doğa-biliminde deneyci bir yaklaşım benimserken, ahlak ve tanrıbilimde usçuluğu benimsemeye itti. Bir felsefeci olarak Ingiliz deneyciliğine tepki gösterenler arasında sayılırken, bilim adamı olarak kendi çağında Newton’u en iyi anlayanlar arasındaydı.
Leibniz ile yazışma
Unlü Leibniz-Clarke mektuplaşmasını hazırlayan Caroline, İngiltere’ye gelin gitmeden önce, bilim ve düşünceye değer veren bir kişi olarak, Leibniz ile tanışmıştı. Prenses olduktan sonra İngiliz sarayında karşılaştığı Clarke’tan da çok etkilendi. Caroline 1715’te Leibniz’den yukarıda anılan suçlamayı içeren bir mektup alınca, Newton ve onu izleyenler bir yanıtın zorunlu olduğunu düşündüler. Çünkü New-ton fiziğinin, evrenin sakımı ve varlığının sürmesi için zorunlu olarak Tanrı’yı gerektirdiğine inanıyorlardı. Hıristiyanlık’m akla uygunluğunun bir doğal Tanrı kavramının tısallığından çıkarsanabileceği düşüncesiyle, fiziğin bu dinsel sonucunun savunulmasına büyük önem verdiler. Prenses’in gözetimi altında Clarke, Leibniz’in 5 mektubuna 5 yanıt yazdı. 1716’da Leibniz ölünce Clarke bu yazışmayı ertesi yıl yayımlattı.
Leibniz, Newton fiziğinin İngiltere’deki doğal dinin zayıflamasına yol açtığı savıyla ortaya çıkınca, savunu için hem fiziği hem de tanrıbilimi çok iyi bilen birini bulmak gerekiyordu.
Clarke’ın kendinde bu karşıtlıkları toplaması, Leibniz’e karşı Newton’u savunmak için seçilişinin başlıca nedenidir.
Mektuplarında, Leibniz, suçlamasını Newton fiziğinin iki temel kavramına dayandırmıştır. Yadsıdığı bu temel kavramlardan biri çekimdir (gravity). Leibniz’e göre bu, Orta Çağlar’m “uzaktan etki” kavramının yeniden diriltilmesinden başka bir şey değildir. Çekimin, Tanrı’nın yarattığı nesnelerin bir niteliği ya da Tanrı’nın yarattığı nesnelere verdiği bir “önden kurulmuş uyum” (harmonie preetablie) olarak açıklanması gerekir. Yoksa bunun bir mucize olarak kabul edilmesi sonucu doğacak, bu da Tanrı’nın anlak ve yetisinde bir düzensizlik göstermek olacaktır. Clarke bu eleştiriye bilimsel bir yanıt verir. Önce, Newton’un böyle bir olguyu deneysel olarak saptadığını; deneyin de söz konusu olgunun tutarlı, düzenli ve sürekli geçerlik taşıyan bir doğal gerçek olduğunu ortaya koyduğunu belirtir. Ayrıca, bilimsel tutumu içinde Newton’un, yalnızca çekim olayının varlığını saptadığını, ontolojik nedenleri üzerine bir açıklama yapmayı amaçlamadığını vurgular. Newton bir bilim adamıdır ve bilimsel düzeyde kalması gerekir.
Leibniz’in yadsıdığı ikinci kavram yine Newton fiziğinin temelindeki saltık uzay ve zamandır.Newton gerçek devimi göreceli devimden ayırt edebilmek için uzayın ve onun içindeki her noktanın, göreceli olmayan, saltık bir doğa taşıdığım öne sürmüştü. Gerçek devim, ancak uzayın, bu, devinmez ve saltık noktalarına göre saptanabilirdi. Çünkü, devimi herhangi bir nesneye göre saptamak, bu nesne de devim içinde bulunabileceğinden, gerçek ile göreceli devimi ayırt edememek sonucunu doğuruyordu. Bu bakış açısından Newton, saltık uzay ve zamanı Tanrı’nm algıları (sensorium) olarak niteledi. Leibniz, Tanrı’ya algı organları yüklemenin saçma olduğunu öne sürünce, Clarke Newton’un amacının bu olmadığını, yalnızca Tanrı’nın her an her yerde bulunan kavrayışını kastettiğini belirtti. Leibniz, ayrıca, Newton’un, bu görüşüyle, uzay ve zamanı nesneler durumuna dönüştürdüğünü ileri sürdü. Gerçekte uzayın, nesnelerin bir arada varoluş düzenleri, zamanın ise olayların art arda gelişlerinin düzeni olduğunu savundu. New-ton’u bu alanda eleştirirken sık kullandığı bir tanrıbi-limsel-metafizik varsayım niteliğindeki “yeterli neden ilkesine” başvurur. Eğer, der Leibniz, uzay nesnelerden bağımsız (bu demek ki saltık) olarak varolsaydı, böyle bir uzayın hiçbir kesimi ya da noktasının bir başkasından farkı olmazdı. Bövlece de Tanrı için, nesneleri yerleştirmiş olduğu gibi yerleştirmiş olmasına bir neden bırakılmamış olurdu. Eğer saltık olarak uzayın her yeri aynı, zamanın da her kesimi bir ise, Tanrı’nın evreni yarattığı düzenden çok başka biçimlerde yaratmaması için bir gerekçe kalmazdı. Bu ise Tanrı’nm gerçekte yaratmış olduğunun olanaklı evrenler arasında en iyisi olduğu ilkesiyle çelişir. Clarke buna yanıt olarak nesnelerin oldukları yerde olmalarının yeterli nedeninin yalnızca Tanrı’nın istenci olduğunu ve bu istenci bağlayan başka bir yeterli nedenin bulunamayacağını belirtmiştir. Sonuçta, Leibniz’in yaklaşık iki buçuk yüzyıl sonra bilimsel destek bulacak göreli uzay ve zaman kavramları, tanrıbilimsel boyutta kalan kanıt çabaları nedeniyle Clarke karşısında pek tutunamamıştır.
Tanrı Kanıtı
Clarke’ın felsefeci olarak tanınması 1704 ve 1705’te Londra katedralinde verdiği iki ders yoluyla olmuştur. Sonradan yayımlanan bu derslerin ilkinde özgün bir Tanrı kanıtı sunmaya çalışır. Bu kanıt, “saltık ve yadsınamaz bir anlamda, başlagıcı olmayan evrensel bir varlık bulunduğu kesindir” ve “Önü sonu olmayan bu varlık tek, değişmez ve bağımsızdır” öncüllerinden şu sonucu çıkarsar: “Başlangıcı olmayan1, varlığının bir dış nedeni de bulunmayan bu değişmez ve bağımsız nesne, hem kendi kendine, hem de zorunlu olarak vardır”.
Clarke, Hıristiyanlık’ı doğal anlamda gerekli ve ussal olan bir din kavramı ile temellendirmeye çalıştı.
Bu nedenle “iyi” ile “kötü”nün yapay gerçekler olmayıp doğal olduklarının ortaya konmasının önemi onca büyüktü. Oysa Hobbes, nesnelerin doğasında ortak olan bir iyilik ve kötülükten sözedilemeyeceğini, bir toplumsal anlaşma öncesinde herkesin iyi ve kötüsünün kendine göre olduğunu ileri sürmüştü. Clarke bu göreceliğe karşı, adam öldürmenin bu eyleme karşı yasa koymadan önce de kötü olduğunun hangi ussal nedenlerle yadsınabileceğini sordu. Nesnelerin doğal durumda da birbirleriyle zorunlu ve evrensel kimi ilişkiler içinde bulunmaları gerektiğini belirten Clarke, bu ilişkilerden dolayı da kimi nesnelerin uyum ya da uyumsuzluk içinde bulunmalarının zorunlu olduğunu öne sürdü. Ona göre, bunun doğal durumdaki kişilere uygulanması açısından, böyle insanların kimi davranışlarının “uygun” kiminin ise “uygunsuz” olacağı aynı anlamda zorunludur. Bu ise bir doğal yasa olan “herkese, aynı durumda onların bize davranmalarım istediğimiz gibi davranmalıyız. Tümel bir iyilik eğilimi yoluyla tüm insanların rahat ve mutluluğunu aramalıyız” ilkesini temellendirir.
Özgün bir felsefe dizgesi getirmemesine karşın usçuluk açısından ilginç görüşler öne süren Clarke’m adının sonraki yüzyıllara kalmasının önemli bir nedeni Leibniz’le yaptığı yazışmadır.
• YAPITLAR (başlıca): The Works of Samuel Clarke, (ö.s.), 1738-1742, (“Samuel Clarke’m Yapıtları”).
• KAYNAKLAR: G.R. Cragg, Reason and Authority in the Eıghteenth Century, 1964; W.R. Sorley, A History of English Pbilosophy, 1920; Charles Vereker, Eıghteenth Century Optimısm, 1967.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi