20. yy Başında Roman
19. yy in sonlarında doruğuna ulaşan Doğalcılık (NatüraUzm), 1900lere girilirken, sınırlayıcı temel ilkeleri nedeniyle tepki görmeye başladı. Yazarlar, bilimselliğe yaklaşan nesnel gözlem ve nesnel anlatım yöntemlerine karşı çıkıyor, bunun yerine yapıtlarına artık kişisel izlenimlerini, duygu ve düşüncelerini katıyorlardı.
Yeni yaklaşımla ortaya çıkan çeşitli görüşler, kısa süren birçok akımın ve bu akımlara bağlı dergilerin birbirini izlemesine yol açtı. Bu yüzden, edebiyat yapıtlarında hemen hemen bütün ülkelerde belirgin bir artış görüldü. Almanya, Hollanda ve Fransa’da doğala yaşam ve sanat anlayışı, yalnız okurları değil, bu akımın yandaşlarını da bıktırmıştı. Tam anlamıyla Gerçekçilik’in Rus edebiyatındaki Gerçekçilik olduğunu kamtlamaya çalışan Melchior de Vogüe’nin 1886’da çıkan Le roman russe(“Rus Romanı”), adlı yapıtı büyük ilgi uyandırdı. 1891’de K. Hamsun, verdiği dizi konferanslarla gizemli ve düşsel nitelikler taşıyan yapıtların üretilmesi gerektiğini savundu. Kişiliksiz, dış gerçeği yansıtan sanat bezginlik yaratmıştı.
20. yy’ın başlangıcında, çok çeşitli eğilim ve düşüncenin egemen olduğu edebiyat anlayışıma belirgin özelliklerini tanımlamak güçtür. Ana çizgileriyle bu edebiyatın çok kişisel olduğu, gerçeğin yorumunu öznel bir biçimde yaptığı söylenebüir. Bu dönemde Nietzsche’nin düşünüleri ahlak değerlerini yıktı. Bergson’un felsefesi zaman kavramım temelinden sarstı. Psikanaliz, insanların eylemlerini bilinçaltı ve cinsel içgüdülerle açıklamak gerektiğini savundu. Birçok ülkenin romancıları, cinsel yaşamı yeni bir açıklıkla betimlediler. İnsan bedenine ve somut yaşama verilen önem arttı.
Bu yeni yönelimler biçim anlayışım da etkiledi. Birçok dilde düzyazı yalınlaştı ve daha dolaysa bir anlatıma yaklaştı. Bu değişim özellikle Almanca’da gözlemlendi. Yüzyıllar boyunca düşünceyi anlatmak için kullamlmtş ve o türün anlatımına yatkın kalplara yer vermiş olan bu dil, duygulan ve günlük yaşamın karmaşık ilişkilerini aktarabilmek için değişik bir anlatım aracı olarak kullanıldı.
20. yy’da roman başta olmak üzere, tüm edebiyat türlerini etkileyen olaylann en önemlisi de I. Dünya Savaşı oldu. 1914’ten başlayarak hemen hemen bütün ülkelerde savaş romanları yayımlandı. Bu romanlarda ele alman gerçekler, insanların çektiği acılan, bunlara dayanma gücünü ve savaş sırasındaki kahramanltklannı dile getiriyordu.
Bir süre sonra, Fransa’da Alain Fournier, İrlanda’da James Stephens (1882-1950) gibi yazarların bilinmeyeni arayan ve düşselliğe ağırlık veren romanları okuriann ilgisini çekmeye başladı. W. Faulkner ise, romanlarında olağandışı, neredeyse patolojik olaylara yer veriyor ve bunlan büyük bir ustalıkla aktanyordu.
Bu dönemin birçok yazan, olaylan dışardan, zaman içindeki sıralanışlarına göre anlatmak yerine, kahramanlardan birinin kimliğine bürünerek aktarma yolunu benimsedi.
Yazaria yarattığı kahramanının ruhsal özdeşliği, nesnel zaman değerine verilen önemi azalttı. Kısa antlar ve izlenimlerle çağrışımlar, anlatıların temelini oluşturmaya başladı. Söz konusu temel öğelerin okura aktarılması da, genellikle bir “iç monolog’Ta gerçekleşiyordu. Bu tür roman anlayışının tartışmasız en büyük ustalarından biri de James Joyce’tur. Olaylan zaman sıralamasına uymadan, geçmişe ve geleceğe sıçramalarla aktaran anlatı türü Andrey Bely (1880-1934), Boris Pilniyak (1894-1938), ve K.A.Fedin gibi yazarlarla Rusya’da, A.Huxley’ le de İngiltere’de 1920’lerde en atılgan temsilcilerini buldu.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi