İBN ME’MUN (1135-1204) Endülüslü İslam filozof ve doğa bilgini. Aristoteles’in töz kuramı ile İbrani düşüncesini uzlaştırmaya çalışmıştır.
Kurtuba’da (Cordoba) doğdu, Kahire’de öldü. Gerçek adı Rabi Moşeh ben Moymon’dur. İslam dinini benimsedikten sonra Ebu İmran Musa b. Me’ mun b. Abdullah adını almıştır. İlköğrenimini Yahudi hahamlarından gördükten sonra, İslam bilginlerinden de İslam bilimleri okudu. Bir süre Fas’ta yaşadı, İslam dinine girmek isteyince kendisinden kuşku duyuldu, yargılandı. Bir Arap bilgininin aracılığıyla kurtulunca 1165’te Akka’ya, sonra Kudüs’e, daha sonra da ölünceye değin kaldığı Mısır’a yerleşti. Hekimlik alanındaki ünü nedeniyle, Selahaddin-i Eyyubi’nin veziri Fazlü’l-Baysami’nin özel hekimi olarak görevlendirildi.
İbn Me’mun’un felsefeye karşı ilgisi Kutsal Kitap’ı incelemekle başlamış, sonra bağımsız bir düşünce dizgesi oluşturmuştur. Ona göre insanın gerçeği kavraması için, önce Kutsal Kitap’ ı anlaması, onun öne sürdüğü sorunların özünü kavraması gerekir. Kutsal Kitap birtakım özel yorumlarla anlaşılmaz duruma getirilmektedir. Kutsal Kitap’ m içeriğini iyi anlayan bir kimsenin anlığı, onun dışında kalan ve insandaki düşünme yetisinin ürünü olan gerçekleri de kolayca kavrayabilir. Çünkü tanrısal gerçekler “vahy” a dayanır. İnsan anlığını yaratan da Tanrı olduğuna göre ikisi arasında bir çelişki söz konusu değildir. Çelişme özle değil görünüşle ilgilidir. İbn Me’mun’un düşüncesi, genellikle, Tanrı ve evren kavramları üzerinde yoğunlaşır, bilgi ve ahlak sorunlarına bu iki varlık açısından bakar.
Tanrı ve evren
Tanrı birdir, önsüz-sonsuzdur, salt istençtir, salt ustur, yaratıcıdır. Onun yaratışı yoktan varediş biçimindedir. Tanrı, kimi düşünürün ileri sürdüğü gibi, insan biçiminde değildir. Onun insana benzeyen nitelikleri tinseldir, gövdeyle, özdekle ilgili değildir. Tann’nın özünü, kendi bütünlüğü içinde, bilme olanağı yoktur. O yalnız olumsuz nitelikleriyle (sıfat-ı selbiye) tanınabilir. Bunlar da onda benzetme yoluyla bulunanlardır.
Evren ise bir bütündür, onda boşluk yoktur. Yer su ile su hava ile, hava ateş ile, ateş de beşinci nesneyle (esir) çevrilidir. Kendi yapısı gereği birçok bireyden oluşan evren, tek bir birey niteliği taşıyan bir bütündür. Evreni oluşturan bu bireyler de canlı, cansız ve tinli olmak üzere belli aşamalara ayrılır. Bu varlık aşamalarının doruğunda tinle donatılmış olan insan bulunur. İnsanda us egemendir. Başlangıçta tek başına var olan Tanrı, evreni ve onu dolduran nesneleri, özgür istenciyle yoktan yaratmıştır. Devinim ve ilinekten oluşan zaman da yaratılmıştır. Evren yoktan yaratıldığı için sonludur, Tanrı ona istediği biçimi verdiği gibi süresini de belirler. Evrenin yaratılışında Tanrı neden, evrenin kendisi ise sonuçtur. Bu yüzden yaratılış olayı zorunludur. Ancak bu zorunluluk da Tanrı’nın özü gereğidir. Özü bakımından yaratıcı olan Tanrı, yaratış eylemini gerçekleştirmeden edemez. Çünkü yaratıcılık yaratmayı gerektirir.
İyilik ve kötülük
İbn Me’mun’a göre doğada, onun yasaları gereği, bir değişme olmayacaktır. Bütün nesneler salt bir zorunlulukla ortaya çıkmıştır ve bu durum sürecektir. Bu evren içinde yaşayan insanın davranışları arasında birtakım tutarsızlıklar vardır. İyilik ve kötülük bunlardan kaynaklanmaktadır. Kötülük tümlüğe göre eksiklik olduğundan, görecedir. Evreni dolduran varlık türleri yokluktan yaratılmıştır, bu nedenle onlarda yoklukla bağlantılı birtakım eksiklikler, yoksunluklar vardır. İşte kötünün kaynağı bu eksiklik ve yoksunluktur. Yokluk kötülükle, iyilik varlıkla bağlantılıdır. Kötülükler üç türlüdür. Birincisi insanın doğuş ve yok oluşundan kaynaklanan kötülüklerdir. Bunlar, sayrılık, gövdenin bir üyesinin eksikliği, gelişmemişliği ile ilgili olan sağırlık, körlük, topallık, çolaklık gibi durumlardır. İkinci türden olanlar da insanların birbirlerine karşı eylemleridir. Bunların başlıcaları saldırganlık, kıyım, acı çektirmedir. Nedenlerinin değişik olması sonucu bunlar birincilerden çoktur. Üçüncü türden olan kötülükler ise insanların kendi eylemleri yüzünden başlarına gelenlerdir. İbn Me’mun, bu kötülük kavramından yola çıkarak ahlak öğretisini geliştirir.
Ahlak sorunlarının çözümü, kişiyi dinle karşı karşıya getirir. Kişinin bir istenç varlığı olarak, Tanrı karşısında sorumlu oluşu onda suç (günah) kavramının doğmasına yol açmıştır. İbn Me’mun’a göre Aristoteles’ten beri gerek filozoflar, gerekse tanrıbi-limciler suç kavramının oluşumunda çelişkiye düşmüş, yeterli bir açıklama getirmemiştir. Oysa bütün canlılar kendi istençleriyle devinirler, bu da Tann’mn önsüz-sonsuz istencine uygun olarak gerçekleşir. Canlıda bulunan özel istenç insana doğru yükseldikçe çoğalır. İnsan, bütün canlılardakinden üstün olan istenci ile iyiyi kötüden ayırır. Ancak, insan eyleminin iyilik ve kötülük bakımından değerlendirilmesi ceza ya da ödül görmesi Tanrı onayına bağlıdır. Tanrı bütün olup bitenleri bilir. Bu sınırsız bilgisiyle bireyin özel istencine dayanarak yaptığı işlerle tanrısal onay arasında bir uyumun sağlanıp sağlanamayacağını önceden görür. İşte bireysel eylemden doğan ve suç ya da ödülü gerektiren karşılığın kaynağı budur.
İbn Me’mun, özellikle töz kavramına getirdiği yorumla, Albertus Magnus ve Spinoza üzerinde etkili olmuş, İslam ülkelerinde, tanrısal istençle bireysel eylem arasındaki bağlantıyı konu edinerek, bunu Tann’mn sınırsız bilgisine göre açıklamaya çalışması ilgi uyandırmıştır. Onun, felsefe ve tanrıbilimle ilgili görüşlerinin toplandığı Delilü’l-Hairin (“Yoldan Çıkanların Kılavuzu”) adh yapıtı uzun süre kaynak kitap olarak kalmıştır.
• YAPITLAR (başlıca): Delilü’l-Hairin,[ö.s.), 3 cilt, 1856-1866, (“Yoldan Çıkanların Kılavuzu”).
• KAYNAKLAR: Simonsen ve Guttmann, Moses Ben Maimon, Sein Leben, Sein Werke und Sein Einfluss, 2 cilt, 1908-1914.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi