HUMBOLDT, Wilhelm von (1767-1835) Alman, filozof ve dilbilimci. Dilin, insanın bir buluşu değil, uygarlığı yaratan evrensel bir güç olduğu görüşünü savunmuştur.
22 Haziran 1767’de Postdam’da doğdu, 8 Nisan 1835’te Berlin yakınlarında Tegel’de öldü. Ortaöğrenimini doğduğu kentte gördükten sonra Frankfurt ve Göttingen üniversitelerinde felsefe, tarih ve dilbilim okudu. Önce yazın alanında çalışmaya başladı. Goethe, Schiller, Delberg gibi dönemin ünlü ozan ve yazarlarıyla yakınlık kurdu. Bir süre devlet işlerinde görev aldı, 1801-1808 arasında Prusya’nın Roma büyükelçisi oldu, daha sonra içişleri bakanlığına getirildi. Berlin Üniversitesi’ni kurmak, 1810’da da Prusya ulusal eğitimini düzenlemekle görevlendirildi. Alman Birliği’nin gerçekleşmesi için çalıştı.
Humboldt’un felsefesi insanlık sevgisi, evrensellik, bireysellik ve bütünlük sorunlarını içeren, kaynağını dilde bulan bir dizgeye dayanır. Ona göre insanlık sevgisi uygarlığın temelini oluşturan bir ilkedir. Bu ilkeyi benimseyen, onun yayılmasına, gelişmesine çalışan, “evrensel insan”dır. Evrensel insan, belli bir topluma, o toplumu oluşturan belli bireylere değil, bütün evrene açılır, insanlık denen bütünü kapsayan bir görüşü benimser. Evrende, genellikle uygarlık kavramıyla açıklanan, bir gelişme, bir evrim vardır. Bu evrimin içinde görünmeyen, ancak onun oluşunu sağlayan, onu yaratan etkili güçler bireylerdir. Bu bireyler evrimin gerçekleridir. Öte yandan tarihi yaratan güçler de bu bireylerdir.
Humboldt’a göre tarih bir evrimin, bir gelişimin bilimidir. Onun yöntemlerini oluşturan da bu gelişim ilkeleridir. Felsefenin bir görevi de bu ilkeleri, onların biçimlendirdiği yöntemleri açıklamaktır. Gerçekte, insanlık tarihi bireylerin dille açıklanabilen özlemlerinden oluşmuştur. Ancak bu özlemlerin açıklanabilir oluşu, tarihi nedensel bir tabana oturtmaya, tarihin içerdiği olayları belli değişmez nedenlerle açıklamaya elverişli değildir. Tarih nedenselliğin dışındadır. Bu konuda tarihle estetiğin özdeşliği ileri sürülebilir, dahası estetik tarihin yerine geçebilir. Tarihte, ilerleme temel ilkedir; ancak bu ilerleme, varlığı önceden düşünülemeyen, ya da yeterince kavranamayan, birtakım güçlerin etkisiyle gerçekleşir. Tarihi oluşturan gerçeklerin başlıca kaynağı dildir. Bu nedenle tarih sorunlarına dille yaklaşma, dille çözüm arama gereği vardır.
Dil ve evrensel güç
Felsefenin temeline dili yerleştiren Humboldt, bu konuda yeni bir görüş ileri sürer. Ona göre dil, kimi kuramcıların ileri sürdükleri gibi, insanın ya da toplumun bir buluşu olamaz, insan, diliyle insan olduğundan, dilin yaratıcısı, nedeni değildir. Dil, tinin istençten yoksun bir türümüdür (emanatio). Dilde özü açıklanamayan, ancak varlığı düşünülebilen, yaratıcı ve geliştirici bir güç saklıdır. Bu güç, dilin insan emeğinin bir ürünü olmadığım, onun üstünde köklü bir varlık niteliği taşıdığını gösterir. İnsan usunun kavrayış yeteneğini aşan bu güç evrenseldir. Humboldt, dil sorununu açıklarken ulusların özünü oluşturan öğeleri, içyapılarını göz önünde bulundurarak, “uluslar dili doğuş ve biçimleniş nedenlerini bilmeden kullanırlar” demektedir. Ona göre dil ulusun içyapısıyla bağlantılıdır ve “kazanılmış bir veridir.” Humboldt bu “veri”yi bir bütün olarak niteler, birtakım bölümlerden oluşmadığını, sonradan düzenlenmediğini söyler. Değişik dillerin, özellikle ulusal dillerin, Ortaya çıkış sorununa, Humboldt, “evrensel güç”ten kalkarak çözüm bulmaya çalışır. Evrensel bir güç olan dil, ya da dilin evrensel gücü bütün toplumlarda vardır. Bu evrensel güç birtakım engellerle karşılaşır ve yaratıcı eyleme geçer, işte ulusal dillerin oluşmasını sağlayan, bu engellerdir. Ulusların iç yapılarıyla bağlantılı olan bu engeller, dilin ulusa göre biçimlenmesini sağlar. Dil araştırıcısının dili, ulus tininin bir görünümü ve aracı olarak anlaması gerekir. Bu durumda ulus dili bir görünüm ve araç niteliği taşır.
Dil ve tarih
Humboldt’a göre, araştırma yöntemi bakımından, dille tarih arasında bir varlık bağlantısı bulunur. Gerek dil, gerek tarih insan anlığının yalınç bir sorunu değil, insanın düşünme yetilerinin bütünlüğüne katılmadır. Tarih araştırıcısı birtakım tasarılar ileri sürer. Bu tasarıları oluştururken çalışma konusu edindiği bireylerin ve onların yaşadıkları çağların içyapısını bütün ayrıntılarıyla kavrama gereğindedir. Ona göre, geliştirdiği dil-tarih kuramı, başta bilgi olmak üzere felsefenin bütün sorunlarına çözüm arama yönteminin temelini oluşturur. İnsan başarılarının kaynağı dil olduğuna göre ulusların uygarlık alanındaki, gelişim aşamalarını biçimlendiren dil yaratıcı bir ilke olarak, uluslara kişilik kazandırır. Bu nedenle dil-tarih bağlantısı bir varlık koşuludur.
Humboldt’un dille ilgili görüşleri, Avrupa’da yeni bir dil felsefesinin gelişmesine katkıda bulunmuş, özellikle ulusal dillerin doğuşuyla ilgili yeni kuramların ortaya atılmasına, dilin uygarlık alanındaki öneminin vurgulanmasına yardımcı olmuştur.
• YAPITLAR (başlıca): Gesammelte Schriften, (ö.s.), Pre-ussische Akademie, der Wissenschaften (der.), 16 cilt,
1904-1918, (“Toplanmış Yazılar”).
• KAYNAKLAR: S.A. Kaehler, W.v. Humboldt und der Staat, 1963; A.V. Rantzau, W.v. Humboldt, 1939; E.S-pranger, W.v. Humboldt und d. Reform des Bildungswe-sen, 1960; O.Vessler, Humboldt und die deutsche Nation, 1941.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi