Modern Düşüncenin Ortaya Çıkışı
Modem düşünce, çağdaş felsefe yaklaşımlarının da temelinde olan bir düşünsel biçimdir. Ortaya çıkışının başlıca nedeni olarak 16. ve özellikle 17.yy ‘da meydana gelen, bilimdeki büyük atılımlar gösterilebilir. 16.yy’ın sonlarına doğru, gelişen bilimler, Orta Çağ’dan kalan doğa açıklamalarının temelsiz olduğunu bir bir kanıtlamaya başlamıştı. Bu, ber şeyden önce kilise öğretilerinin hizmetinde olan “resmi”açıklamalar,Eski Yunan’ın büyük filozoflarının görüşlerinin Hıristiyanlık ilkelerine göre yorumlanmasıyla ortaya çıkmıştı. Dünyayı evrenin odağı olarak gören, ereksel (teleolojik) açıklamalara ve doğaüstü etkilere yer veren bu eski bilim, yeni parlayan modem bilimin çok daha başarılı nedensel açıklamaları karşısında hızla yıkılmaktaydı. Bunun sonucu olarak düşünce ve açıklamalar yepyeni bir anlayış içinde biçimlenmeye başladı. Özgürlük ve bağımsızlık bu yeni anlayışın önemli bir niteliğiydi. Resmi öğretilerin yetkesi, yerleşmiş kanıların dogmacı bir biçimde kabul edilmesi, artık geçmişte kalıyordu.
Bu nitelikleri açısından Modem düşünce ile Rönesans arasında belirgin bir benzerlik vardır. Her iki dünya görüşü, her iki bilimsel eğilim de Orta Çağ skolastik düşüncesine bir tepkiyi ve düşüncede yetke ile dogmacılığın yadsınmasını simgeler. Ancak, aralarında karşıtlığa varan çok önemli ayrılıklar da görülür. Rönesans bir geçiş dönemi olarak Orta Çağ düşüncesinin kimi niteliklerini hâlâ korur. Rönesans düşünürü skolastik dogmaları yadsır, ancak hâlâ Orta Çağ mantığını kullanır; görüşlerinin doğruluğunu, hâlâ Platon ve Aristoteles’in yaklaşık yirmi yüzyıl önce söylediklerine uygunluk yoluyla saptar. Bir başka deyişle, Rönesans’ta modem düşünceye göre eksik olan, kendi doğrulama ve güvenilirlik ölçütünü saptayan düşünsel bağımsızlıktır. Modem düşüncenin bağımsızlığım sağlayan ölçüt, ussallık ya da usa uygunluktur. Buna göre bir inanç ya da açıklamanın kabul edilebilir olması, ussal olmasına bağlıdır. Doğa artık “yerleşmiş” inançlara göre değil, insanın bağımsız ussallığı yoluyla açıklanacaktır. Bu eğilim, doğal olarak, bireyin mantıksal bakış açısını ön plana çıkarır. Modern düşüncede nesnel gerçekliğin öznel bir bakış açısından açıklanması eğilimi yaygınlık kazanır.
Modem felsefe ya da modem düşüncenin ortaya çıkışı, bilgiye karşı duyulan büyük bir ilgiyle de nitelenir. 17.yy’ın başlarından itibaren bilgi konusu filozoflar için en temel sorunlardan biri olur. Yeni gelişen bilim eski açıklama dizgelerini yıkmış, tüm bilgi yapısı yeni baştan, bu kez daha sağlam temeller üzerinde kurulmaya başlanmıştır. Bundan başka, yine bilimsel gelişme, doğayı anlamanın pratik, yani uygulamadaki önemini belli etmiştir. Bilgi artık güç kazanmanın bir yolu olarak görülür. Bu olgular felsefeyi her şeyden önce bilgiyi gereği gibi anlamak doğrultusunda yönlendirmiştir. 20.yy ’da da önemini koruyan bilgiyle ilgili iki sorun felsefecilerin vazgeçilmez uğraşı olmuştur. Bunlar bilginin değeri, yani bir inancın bilgi sayılmasının hangi ölçüt ve ilkelere bağlı olduğu sorunu ile bilginin kaynağı, yani bilginin hangi kökenden geldiği sorunudur. Bu son sorunu yanıtlayan düşünürlerden kimi, deneyin bilginin tek kaynağı olduğunu savunmuşlardır. “Deneyci” adı verilen bu filozofların karşısına çıkanlar “usçu” düşünürlerdir. Usçular’a göre, insanın deneyden bağımsız bilgileri de vardır.Modern düşüncenin ussallığı ile usçuluğunu birbirine karıştırmamak gerekir. Önceki bir düşünsel biçim, sonraki bir felsefi savdır. Örneğin Deneycilik Usçuluk ölçüsünde ussalken, Usçuluk ’u yadsır.
Modern düşüncenin filizlendiği 17.yy, bilim ile din arasında giderek büyüyen bir çatışkıya tanık olmuştur. O dönemde bilim ve felsefe belirgin bir biçimde ayrılmış alanlar olmadığından, bilim adına yapılanlar felsefe adına, felsefe adına yapılanlar da bilim adına yapılmış sayılıyordu. Felsefeciler ayın zamanda bilim adamıydılar. “Doğa felsefesi” adıyla anılan alan hem fiziği, hem de metafiziği kapsıyordu. Bilimsel gelişme, kilisenin yetkesini doğa açıklamaları
alanında kırmanın yanı sıra bir başka tehlike daha oluşturmuştu. Aynı bilimsel yöntemlerle insanın ahlak ve tinsel dünyası da açıklanmaya başlanırsa, kilisenin varoluş nedeni temellerinden sarsılacak, belki de yavaş yavaş ortadan kalkmasına yol açacaktı. Bu doğrultuda denemeler başlamıştı bile. Örneğin dönemin önemli filozoflarından Thomas Hobbes’% evrenin dine pek yer bırakmayan özdeksel bir açıklamasını veriyordu. Bu eğilimlere karşın kilise, eski yüzyıllar ölçüsünde olmasa da, aydınlar üzerinde hâlâ önemli bir yetkeye sahipti. Tutucu odaklar olarak, üniveristeler, hâlâ skolastik düşünceyi yaşatmaktaydı. Siyasal güçler de, büyük bir çoğunlukla kilisenin yanındaydı. Bir başka deyişle Modern çağın ilk düşünürleri, Rönesans düşünürlerinin karşılaştığı tehlikelerden henüz pek uzaklaşmış değildi. Ağır eleştiriler, baskılar ve kovuşturma tehlikeleri, bu öncüleri toplum kurumlarmdan yalıtılmış bir yaşam sürmeye itti. Üniversitelere kabul edilmek bir yana, bu kurumlanıl üyelerinin sürekli eleştirisine uğradılar. Bu açıdan 17.yy’m modem düşünürü ya sapkınlıkla suçlanmayı göze alacaktı ya da bilim ile din arasındaki çatışkıyı düşüncesinde uzlaştırmaya çalışacaktı. Böylece, bu çatışkı bir başka temel felsefe sorunu olan tözü yeniden gündeme getirdi. Bu sorun üzerindeki çalışmalar varlığın temel ilkesini belirlemeye yönelikti: Varlık tinsel midir, yoksa özdeksel mi?
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi