FECHNER, Gustav Theodor (1801-1887) Alman filozof ve doğa bilgini. Evrenin, birbiriyle bağlantılı olan, tin ve özdek gibi iki ayrı tözden kurulu bir bütün olduğu görüşünü savundu. Deneysel ruhbilimin kurucusudur.
19 Nisan 1801’de Gross Sârchen’de doğdu, 18 Kasım 1887’de Leipzig’te öldü. İlk ve ortaöğrenimini doğduğu kentte gördükten sonra Almanya’nın değişik üniversitelerinde fizik, matematik ve felsefe okudu. 1835’te Leipzig Üniversitesi’nde fizik profesörü olarak göreve başladı. 1839’da ışık ve renk olaylarını inceleme amacıyla sürdürdüğü deneylerde görme yeteneği azalmaya başlayınca laboratuvar çalışmalarını bırakarak kendini ruhbilim ve felsefeye verdi. Özellikle ruhbilim alanında uzun süreli gözlem ve deneylere girişti, ruhbilimin başarılı sonuçlar alabilmesi için deneye dayanması, fizikle işbirliği yapması gereğini savundu. Tinle gövde arasında, birbirini bütünleyen bir bağlantının bulunduğunu, bu bağlantıyı ancak deneye dayanan bir ruhbilim ile fiziğin aydınlığa kavuşturabileceğini öne sürdü. Bu çalışma yöntemi nedeniyle deneysel ruhbilimin kurucusu sayılır.
Felsefe-fizik ilişkisi
Fechner, benimsediği bilim anlayışına uygun olarak, felsefe sorunlarına fizikle yaklaşmayı yeğlemiş, fiziğin incelediği konularla felsefe ve ruhbiliminkiler arasında içten bir bağlantının bulunduğunu ileri sürmüştür. Ona göre tinle özdek, ayrı ayrı tözler olmalarına karşılık, birbiriyle içten ilişkilidir. Biriyle ilgili soruna çözüm bulabilmek için ötekinin varlık koşullarını, temel yasalarını bilmek gerekir. Evren bir bütündür, ancak iki ayrı görünüş biçimi vardır. Bunlardan biri tümevarım, gözlem ve matematiğin, fiziğin uyguladıkları yöntemlerle kavranabilir. Bu varlık alanı evrenin dış görünüşüdür, deney bilimlerinin konusudur, ikinci varlık alanı ise iç görünüştür,; deney bilimlerinin yöntemleriyle kavranma olanağı yoktur. İç görünüş ancak bilincin sezgi gücüyle kavranabildiğinden felsefenin konusudur. Deneye dayanan ruhbilim bu alanın anlaşılmasında yararlıdır.
Fechner bu nedenle ruhbilimde deneysel yöntemlerin uygulanması konusunda ilk adımları atmış, uyaranların fiziksel yeğinlikleriyle duyum arasındaki ilişkiyi ayrıntılı bir biçimde incelemiştir. Uyaranların algılanması ve birbirlerinden ayırt edilmesi için gerekli fiziksel niceliklerin ölçümü için bugün de kullanılan yöntemler geliştirmiş ve psikofizik adım verdiği bu alanda kendi adıyla anılan bir yasa önermiştir. E.H. Weber’in’ (1795-1878) de çalışmalarına dayanan bu yasaya göre duyum (örneğin belirli bir frekanstaki bir sesin aynı frekansta, ancak daha yüksek bir sesten “farklı” olarak algılanması) uyaranın yeğinliğinin logaritmasına göre değişir. Uyaranın yeğinliği geometrik diziye göre değişirken, duyum aritmetik diziye göre artar. Fechner bu yasayla tin ile özdek arasında bir bağıntı kurduğunu, dolayısıyla tin ile özdeğin “özdeşlik”ini kanıtladığını ileri sürmüştür. Daha sonra “Fechner Özdeşliği” olarak anılan bu sav yaygın olarak benimsenmemişse de, Fechner bu çalışmalarını içeren, 1860’da yayımladığı Elemente der Psychophysik (“Psikofiziğin Öğeleri”)adlı yapıtıyla deneysel psikolojinin öncülerinden sayılmış, önerdiği yasa S.S.Stevens’in 1930’larda yeni psikofizik yöntemler geliştirmesine dek yaygın olarak kullanılmıştır.
Benzeşim yöntemi
Fechner’e göre evrenin anlaşılmasında tümevarım, gözlem ve deney dışında, birtakım yöntemler daha vardır. Bunların en önemlisi benzeşim (analoji) adı verilen ve birinden yola çıkarak ötekileri kavramayı sağlayan çalışma biçimidir. Birey için, yaşamın yayıldığı bütün varlık alanlarını, en ince ayrıntılarına değin deneyle anlama olanağı yoktur. Burada ancak benzeşimden yararlanılabilir. Birey kendi tini, diriliği, gövdesi konusunda birçok deney yaparak varlığının bütününü kavrayabilir. Başka bireyleri anlamada, kendisine uyguladığı yöntemi benzeşime dönüştürerek kullanabilir. Böylece kendi varlığından yola çıkarak başkalarını anlama, başka varlık alanlarını tanıma olanağı bulabilir. Bu benzeşim yöntemi, sınırları genişletilerek, daha büyük bir varlık alanına uygulanırsa hayvanları, bitkileri, evrenin bütününü kavrama yolu da açılır. Varlık türleri, birer birey olarak, evrene kapalı değildir, aralarında bütünlüğü, birliği sağlayan bir bağ vardır. Hayvanla bitki arasındaki ayrım öylesine incedir ki, kişi deneye, gözleme dayanarak bunlardan hangisinin kesinlikle canlı, hangisinin cansız olduğunu saptayamaz. Fechner’e göre bütün tinler, evrensel tinden birer bölümdür, bu nedenle evren de kendi bütünlüğü içinde ayrı bir dirilik özelliği gösterir. Doğada sayısız canlı vardır, bunlar doğanın geliştirdiği varlıklardır, doğa canlı bir töz taşımasa onun kuşattığı varlıklar da canlı olamaz, nitekim “canlı bir ananın ölü çocuk doğurduğu görülür, ancak cansız ananın canlı çocuk doğurmasına olanak yoktur”. Buna karşın evren bilimin, bilginin değil inanın konusudur.
Evreni, benzeşim ilkesinden yola çıkarak, canlı sayan Fechner’e göre doğru olan bir nesneye inanmak iyi bir davranış olduğu gibi iyi olan bir nesneye inanmak da doğrudur. Böylece doğru olan iyi, iyi olan da doğrudur. En iyi, en doğru bir varlık olan Tanrı evrenin odaklaşan tinidir. Yeryüzünü, öteki göksel varlıkları incelemekle, gözlemlemekle sağlanan bilgi, us ilkelerine uyarak düşünen kişiyi daha yüce ve bilinçli bir varlığa götürür. Bu yüce varlık da Tanrı’ dır. Tanrı en üstün, en yüce bir bilinçtir. Bir ışık kaynağından yansıyan ışınlar gibi bütün bireysel bilinçler de tanrısal bilincin öğeleridir.
Özgürlük anlayışı
Özgürlük sorununa bilinç konusuyla yaklaşan Fechner’e göre oluşun, gelişmenin, ahlak değerlerinin yüce bir kaynağı vardır. Bu kaynak bireysel istençlerle sınırlı olmayan evrensel bir varlık ilkesidir. Felsefenin özgürlük olarak nitelediği de bu ilkedir. Bu nedenle özgürlük evrensel bir varlık ilkesidir, tanrısaldır.
Varlık türlerini biri tinsel öteki özdek diye, ikiye ayıran Fechner, erk sorununa bu anlamda bir çözüm getirmeye çalışmıştır. Ona göre özdekle erk birbirinden ayrıdır, ikisi de bağımsızdır. Özdek dokunulunca algılanan nesnedir, uzayda yer kaplar, devinir. Bu nitelikleri yüzünden de fiziğin konusudur. Erk ise “fizikte denge ve devinim yasalarını açıklamak için kullanılan yardımcı bir kavramdır”. Ancak bu kavram doğal bir olayı, karşılıklı nesnelerin denge kuralına göre devinimlerini gösteren bir yasayı dile getirdiğinden dolayı boş değildir. Fechner’e göre atomlar, tinsel bir varlığın kendi bilincinin ışığında çözüme ulaştırdığı, açıkladığı nesnelerin son öğeleri olarak vardır. Bu nedenle atom bilginin en alt sınırıdır, bilginin tabanıdır. Bilginin son ve en yüksek sınırı da bütün nesneleri kuşatan bir gerçekliği olan evrensel yasadır.
Sanat anlayışı
Fechner’e göre sanat, bir düşüncenin içeriğine en uygun biçimde anlatılması, duyum durumuna getirilmesidir. Sanatın değeri bu anlatıştaki başarı oranına bağlıdır. Sanat ürününde bulunması gereken güzellik bu içeriği anlatış biçimiyle, ortaya koyuş becerisiyle ilgilidir. Bu nedenle güzellikte de bir başarı, bir beceri söz konusudur. Fechner, sanatta güzellik sorununa “mutçuluk” adını verir.
• YAPITLAR (başlıca): Nanna oder über das Seelenleben der Pflanzen, (“Nanna ya da Bitkilerde Tinsel Yaşam Üstüne”), 1848; Zendavesta oder über die Dinge des Himmels und des Jenseits, (“Zendavesta ya da Gök ve Öte Dünya Varlıkları Üstüne”), 1851; Elemente der Psychophysik, 2 cilt, (“Psikofiziğin Öğeleri”); 1860; Vorschule der Aesthetik, (“Estetiğe Giriş Ğkulu”), 1876.
• KAYNAKLAR: I.Hermann, G.Theodor Fechner, 1959; W.Wentscher, Fechner und Lotze, 1925, W.Wundt, Fechner, 1901.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi