Gurlular Kimdir Devleti Tarihi, Özellikleri Hakkında Bilgi

Herat’ın doğu ve güneydoğusunda bulunan Orta Afganistan’ın dağlık bölgesiyle Garcistan’ın (Garşistan) güneyi, Cûzcân, Ferahrûd, Herîrûd ve Murgap nehirlerinin yöresindeki topraklara Gūr denilirdi.Herat’ın doğu ve güneydoğusunda bulunan Orta Afganistan’ın dağlık bölgesiyle Garcistan’ın (Garşistan) güneyi, Cûzcân, Ferahrûd, Herîrûd ve Murgap nehirlerinin yöresindeki topraklara Gūr denilirdi. Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun bir kolu olan ve Orta Çağ'da Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan'da hüküm süren Ghaznavi Hanedanı'dır. Bu hanedan, Türk kökenli bir hükümdar olan Sebük Tigin tarafından kurulmuştur.

Gur bölgesi, Herat'ın doğu ve güneydoğusunda bulunan dağlık bir bölgedir. Bu bölge, Cûzcân, Ferahrûd, Herîrûd ve Murgap nehirlerinin etrafında yer alır ve tarihsel olarak Şensebânîler (Gurlular) olarak bilinen bir hanedanın yurdu olmuştur.

Şensebânîler hanedanının kökenleri hakkında efsaneler bulunmaktadır. Bu hanedanın hükümdarları, başlangıçta Gur bölgesinde küçük bir kabile reisi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak zamanla, siyasi ve askeri güçlerini genişleterek büyük bir güç haline gelmişlerdir. Gur bölgesindeki siyasi hakimiyetlerini sağladıktan sonra, etki alanlarını genişleterek bölgede güçlü bir konuma ulaşmışlardır.



Gur bölgesindeki halk genel olarak hak dinlerine inanmaktadır, ancak bazı sınır bölgelerindeki kabile reisleri Müslüman olmuştur. Bu dönemde, Mahmud-i Gaznevi gibi büyük Müslüman hükümdarlar, Gur bölgesindeki isyanları bastırmak ve ticaret yollarını korumak için seferler düzenlemiştir.

Gur bölgesindeki siyasi durum, çeşitli aileler arasındaki çatışmalarla şekillenmiştir. Örneğin, Muhammed b. Sûrî gibi bazı liderler Mahmud-i Gaznevi'nin hükümdarlığı sırasında isyanlar düzenlemiştir. Ancak Mahmud'un ordusu bu isyanları bastırmış ve bölgeyi kontrol altına almıştır. Sonrasında, Şehzade Mesud'un da bölgeye düzenlediği seferlerle, Gur bölgesindeki siyasi durum değişmiş ve Ebû Ali Şensebânî'nin kontrolü altına girmiştir.

Ebû Ali'nin yönetimi altında, Gur bölgesinde çeşitli dinî ve eğitim kurumlarının inşa edildiği ve geliştirildiği belirtilmektedir. Ancak daha sonra yeğeni Abbas tarafından yönetimden uzaklaştırılmıştır. Bu süreç, Gur bölgesindeki siyasi ve toplumsal dinamikleri yansıtan önemli bir dönemi temsil etmektedir.

Abbas'ın Gur'da idareyi ele geçirdiği tarih kesin olarak bilinmemekle birlikte, bu olayın V. yüzyılın ortalarında gerçekleştiği düşünülmektedir. Gur bölgesindeki Şensebânî şehzadeleri, Gazneli ve Selçuklu sultanlarının ilgi duydukları ilimleri öğrenmeye çalışmıştır.

Gur'da yönetimi ele geçiren Abbas'ın oğlu Emîr Muhammed, Gazne sarayı ile dostane ilişkilerini sürdürmüş ve bölgede istikrarı sağlamıştır. Emîr Muhammed'in ölümünden sonra yönetimi Kutbüddin Hasan devralmıştır. Kutbüddin Hasan, Gur'daki isyanları bastırarak bölgedeki hâkimiyetini sağlamlaştırmıştır.

Kutbüddin Hasan'ın ölümünden sonra yerine geçen Melik İzzeddin Hüseyin, kültüre ve ilime değer veren bir lider olarak bilinir. Güçlü komşuları olan Selçuklu Devleti ve Gazneliler ile silahlı bir çatışmadan kaçınarak, bölgedeki istikrarı korumuştur. Melik İzzeddin Hüseyin ve halefi Seyfeddin Sûrî, Gazne Sultanı Behram Şah'ı yenerek "sultan" unvanını almıştır. Şensebânî idarecileri, sultan unvanını benimseyerek yeni fetihlerle topraklarını genişletmişlerdir.

SEyfeddin Sûrî döneminde Fîrûzkûh şehri kurulmuş ve kardeşi Bahâeddin Sâm tarafından başşehir Herat-Gazne arasındaki Estiyâ'dan Fîrûzkûh'a taşınmıştır. Sultan Bahâeddin aynı zamanda diğer dört müstahkem kaleyi de yaptırmıştır. Bu dönemde, Şensebânî hanedanı bölgedeki gücünü sağlamlaştırmış ve genişletmiştir.

Şensebânî hanedanının gerçek şöhretini kazandığı liderlerden biri olan Alâeddin Hüseyin Cihânsûz, yayılmacı bir politika izleyerek başarılı oldu. Ancak onun ölümünden sonra tahta geçen oğlu Seyfeddin Hüseyin, adaletli ve yardımsever bir lider olarak bilinmektedir. Seyfeddin Hüseyin döneminde, babasının zulmüne uğrayan kişilere yardım etmiş, İsmâilî dâîleri ortadan kaldırmış ve Sünnî liderleri desteklemiştir. Ancak hükümdarlığı kısa sürmüş ve Oğuzlar'a karşı düzenlediği bir sefer sırasında öldürülmüştür.

Sultan Seyfeddin Hüseyin'in ölümünden sonra, Sipehsâlâr Ebü'l-Abbas, Garcistan'a giderek orada yeni bir sultan olan Gıyâseddin Muhammed'i tahta geçirmiştir. Ancak, Sultan Gıyâseddin Muhammed ve kardeşi Ebü'l-Abbas'a karşı kin besledikleri için onları öldürtmüşlerdir. Daha sonra, Sultan Gıyâseddin Muhammed'in hükümdarlığı zamanında Gurlu hâkimiyeti zirveye ulaşmıştır. Sultan Gıyâseddin Muhammed, Germsîr, Zemindâver, Herat, Kades, Kelîvân, Seyfrûd, Garcistan ve Tâlekān gibi bölgeleri fethederek topraklarını genişletmiş ve Gazne'yi almıştır.

Sultan Muizzüddin Muhammed döneminde Gazne, ekonomik ve kültürel açıdan gelişmiştir. Hindistan'daki zengin bölgelerin fethedilmesiyle elde edilen ganimetlerle, Gazne bir kültür ve eğitim merkezi olarak yeniden canlanmıştır. Bu dönemde, Gazne ve çevresi, önemli bir kültürel ve ekonomik merkez haline gelmiştir.

Muhammed b. Mansûr, Fahr-i Müdebbir olarak bilinen çağdaş bir müellif, Sultan Muizzüddin Muhammed'in Gazne şehrini Oğuzlar'ın tahribatından kurtardığını ve aynı zamanda Karmatîler'in tehdidine karşı halkın hayatını ve mallarını emniyet altına aldığını belirtir. Güvenliğin sağlanmasıyla birlikte ticaret ve alışveriş canlandı, bölgedeki halkın refah seviyesi yükseldi. İlim adamları ve sanatkârlar himaye edildi.

Sultan Muizzüddin Muhammed, öncelikle Mültan ve Yukarı Sind Karmatî Krallığı'nın topraklarını ele geçirdi. Daha sonra Sind çölü üzerinden Gucerât Hindu Krallığı'nın topraklarına girdi, ancak burada yenilgiye uğradı ve geri püskürtüldü. Bu yenilgi, Hindistan'ın fethiyle ilgili planlarını değiştirmesine sebep oldu. Stratejik olarak Lahor'un Gazneliler için daha iyi bir üs olacağına inandığından, Peşâver'i zaptetti ve buradan Lahor'a yürüdü, ancak şehir kuvvetli bir şekilde tahkim edildiği için başarı sağlayamadan geri dönmek zorunda kaldı.

Karmatîler'in Mültan ve Yukarı Sind'den Aşağı Sind'e kaçmaları ve bölgedeki Gurlu subaylarına karşı tehdit oluşturmaları üzerine, Sultan Muizzüddin Lahor'un fethinden önce onların gücünü kırmaya karar verdi. 1182'de Sind'e girerek Deybül Limanı dahil bütün Aşağı Sind bölgesini Karmatîler'den temizledi. Daha sonra Gazne'ye zengin ganimetlerle döndü.

Sultan Muizzüddin'in hükümdarlığı döneminde Gazne, ekonomik ve kültürel açıdan gelişmiş, Hindistan'ın fethiyle Gurlular'ın siyasi hâkimiyeti Sind'den Bengal körfezine kadar genişlemiştir.

Gurlular'ın şöhretinin artmasıyla birlikte Abbâsî halifesi ile Sultan Gıyâseddin Muhammed arasında diplomatik ilişkiler kuruldu. Abbâsî halifesi, Sünnî Müslümanlar arasında büyük bir itibara sahipti ve İslâm dünyasının meşrû lideri olarak görülüyordu. Bu nedenle, bir ülkedeki sultana yetki vermesi ve onu tanıması, sultanın idaresini meşrulaştırıyordu. Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından ve Gazneli hânedanının ortadan kalkmasından sonra Orta Asya ve Horasan'da hükümdarlığının tasdik edilmesi için halifeye başvuran tek kişi Gıyâseddin Muhammed oldu.

Sultan Alâeddin Tekiş'in 1200 yılında ölümünün ardından, Gurlular Hârizmşahlar'a karşı savaş açtılar. Nîşâbur'u kolaylıkla ele geçirdiler ve ardından Mervüşşahcân'ı ve Serah bölgesini zaptettiler, böylece bütün Horasan Gurlular'ın kontrolü altına girdi. Ancak, Hârizmşah Sultan Alâeddin Muhammed, Horasan'ın kendisine verilmesi halinde Gurlular'ın bir vasalı olarak idare etmek istediğini belirtti, ancak bu istek reddedildi.

Gıyâseddin Muhammed'in kardeşi Sultan Gıyâseddin'in ölüm haberini alır almaz Herat'a döndü. Hânedanın lideri olarak, hâkimiyeti altındaki toprakları akrabaları ve yaşlı aristokratlar arasında paylaştırdı. Daha sonra Gazne şehrine gitti ve Gurlu asillerle birlikte burada kaldı.

Sultan Muizzüddin'in öldürülmesi, Şensebânî hânedanının tarihinde bir dönüm noktasıydı. Şensebânî prensleri arasındaki birlik bozuldu ve bu durum, Hârizmşah Alâeddin Muhammed'in iç çekişmelerden faydalanarak bütün Horasan'ı kontrolü altına almasına olanak sağladı. Ayrıca, Gazne ve çevresindeki bölgelerde bulunan Gurlu idarecilerini de etkisiz hale getirmeye çalıştı. Sultan Muizzüddin'in ölümünden sonra on yıl içinde, Gurlu İmparatorluğu'nun İndus Nehri'ne kadar uzanan bölgeleri Hârizmşahlar'ın, Kuzey Hindistan ise Kutbüddin Aybeg'in hâkimiyeti altına girdi.

Gurlular, idarî sistemlerinde Gazneliler ve Selçuklular'ı örnek aldılar. Hânedanda sultan mutlak hâkim olup idarenin başında bulunuyordu. Tahta geçişinde belirli bir kural olmamakla birlikte, genellikle daha büyük olan evlat hükümdar olurdu. Eğer hükümdarın yaşı küçükse, kardeşleri veya yeğenlerinden biri yerine geçerdi. Sekiz Gurlu hükümdarı babalarına halef oldu, üçü kardeşlerinin, ikisi amcalarının yerine, biri de yeğeninden sonra tahta çıktı.

Devlet işleri Divan-ı Vezâret, Divan-ı Vekîl-i Der, Divan-ı İnşâ, Divan-ı Berîd, Divan-ı Kazâ ve Divan-ı Arz gibi kurullar aracılığıyla yürütülüyordu. Saraydaki en yetkili kişi vezirdi ve idarenin yürütülmesinden sorumluydu. Devletin başlıca gelir kaynakları arasında haraç, ganimet, ihraç edilen mallardan alınan vergiler, tâbi devletlerin ödediği vergiler ve çeşitli hükümdar ve eyalet valileri tarafından gönderilen hediyeler bulunuyordu.

Çeşitli kabilelerin kalelerde garnizonları bulunuyordu ve Gurlu ordusu süvari ve piyade birliklerinden oluşuyordu. Piyadeler genellikle savunma savaşlarında görev alırken, fillerin savaşlarda kullanıldığı da bilinmektedir. Özellikle Karahıtaylar gibi gayri Müslim güçlere karşı düzenlenen seferlere birçok gönüllü (mütavviûn) katılıyordu. Ayrıca, savaş zamanlarında tâbi devletlerin orduları da sipehsâlârın emrine girerdi ve ordunun bütün masrafları Dîvân-ı Arz tarafından karşılanırdı.

Gıyâseddin ve Muizzüddin dönemlerinde kalelerde askerî birlikler yetiştiriliyordu. Muizzüddin devrinde savaşan birliklerin sayısı 120.000 kişiye ulaşmıştı. İslam öncesi dönemde Gur bölgesi, çeşitli düşman kabileler arasında paylaşılmıştı. Ancak Arapların komşu bölgeleri fethetmesiyle İslam, Gur bölgesinde de yayılmaya başladı. Gur'da İslam'ın en geç yayıldığı bölgelerden biriydi ve XI. yüzyıla gelindiğinde halkın büyük bir kısmı Müslümanlığı kabul etmişti.

Ancak, İslam hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlar, Kerrâmiyye mezhebini benimsemişti. Bu mezhebin mensupları, hem Sünnileri hem de Şiileri eleştirerek kendi fikirlerini yaymışlardı. Sultanlar Gıyâseddin Muhammed ve Muizzüddin de başlangıçta Kerrâmiyye mezhebine mensuptular, ancak daha sonra farklı mezheplere dönüştüler. Gıyâseddin Şâfiî mezhebine, Muizzüddin ise Hanefî mezhebine intisap etmişti.

Gıyâseddin, İslam alimlerini himayesine alarak Herat'ı bir ilim ve kültür merkezi haline getirdi. Birçok ünlü alim ve düşünür onun himayesinde bulundu ve Gıyâseddin'in zamanında kültür faaliyetleri Bağdat'tan Herat'a kaydı. Sultan, şairleri ve sûfileri de himaye etmiş ve kültür alanında büyük adımlar atmıştı.

Muizzüddin ise Gazne'yi eski şöhretine kavuşturarak Hindistan'daki Türk sultanlarına ilham kaynağı oldu. Onun cömertliği ve halkın refahıyla ilgilenmesi, Gazne'nin yeniden canlanmasını sağladı ve bu tutumu, Hindistan'daki Türk sultanlarının da dikkatini çekti.

Daha yeni Daha eski