Ha­camat Nedir, Tarihi, Faydaları Nelerdir, Hakkında Bilgi

Ha­camat. Sağlığı koruma  veya tedavi amacıyla kan alma.         .

Kelimenin aslı Arapça hicâme(t) olup “emmek” anlamındaki hacm kökünden gelir; hacamat yaptırmaya Ihticâm, bu işi meslek edinen kişiye haccâm, kullandığı fanus ve bardak gibi aletlere de mihcem (mihceme) denir. Bu yöntemle kan al­mak yahut vücudun istenen yerine kan toplamak için, küçük bir fanus ters tutu­larak içine süratle sokulup çıkarılan bir alev vasıtasıyla havası boşaltıldıktan son­ra vücuda kapatılmakta, böylece kanın, üzerindeki hava basıncının azaldığı o ke­sime hücum etmesi sağlanmaktadır. Eğer amaç sadece kan toplamak değil kılcal damarlardan kan almaksa fanus, o ke­sim bir bıçakla çizildikten sonra kapatılır ve bu durumda kan iç basıncın etkisiyle kolaylıkla dışarı çıkar, yani fanus tarafın­dan emilmiş olur. Bu işlemlerden birinci­sine “kuru hacamat”, ikincisine “kanlı ha­camat” denir. Ancak Türkçe’de hacamat denilince akla daha çok ikincisi veya atar ve toplar damarlardan fazla miktarda kan alınması gelmektedir ki bunun adı Arap­ça’da fasddır; bu işi yapana dafassâd adı verilir. Türk halkı arasında kuru hacamat için “şişe çekme” tabiri kullanılır.

Genellikle kuru hacamatın amacı kılcal damarlardaki kanın o bölgeye akışını sağ­lamak, böylece yakın bir bölgedeki kana­mayı durdurmak veya vücudun o kısmını ısıtmak, yahut özellikle bazı cilt hastalık­larında derideki kan deveranını arttıra­rak tedaviye katkıda bulunmaktır. Bu yöntemden modern tıpta da iç organla­ra olan kan hücumunu azaltmak için fay­dalanılmış, fakat sonraları bundan vazge­çilmiştir. Yerini uzun süre önce sülük koymaya bırakan kanlı hacamat ise bugün halk arasında da genellikle terkedilmiş durumdadır.

Tıp tarihinde kan alma yöntemiyle te­davinin ilk defa nerede ve ne zaman baş­ladığı konusunda kesin bilgi yoktur. An­cak bugün de bazı ilkel toplumlarda gö­rüldüğü gibi eski Mezopotamya, Mısır ve diğer Ön Asya uygarlıklarında birçok has­talığın bedene giren cinler ve kötü ruhlar tarafından meydana getirildiğine inanıl­dığı ve hastalığın geçmesi İçin bunların sihir-büyünün yanı sıra kan alma yoluyla vücuttan çıkarılmasına çalışıldığı bilin­mektedir. Zamanla bu tür düşüncelerin yerini tecrübeye ve bilimselliğe bırakma­sıyla hastalardan kan alma gerçek anlamda bir tedavi metodu haline gelmiştir. Grek filozof-hekimi Empedokles’ten (ö. m,ö. 435) itibaren XIX. yüzyılın ortalarına kadar tababette hâkim olan hümoral patoloji teorisine gö­re, dış dünyanın yapı taşları sayılan dört unsura (toprak, su, hava. ateş) karşılık in­san vücudunda da dört sıvı (kan, balgam, sarı safra, kara safra) bulunmakta ve bun­ların denge halinde olması sağlığı, den­genin bozulması ise hastalığı meydana ge­tirmektedir. Hipokrat ve Galen (Câlfnûs) gibi Eskiçağ’ın ünlü hekimleri bu teoriyi benimsediklerinden onları izleyen İslâm hekimleri de dahil bü­tün dünya asırlarca hastadan kan almayı en güvenilir tedavi yöntemi diye kabul et­miştir. Klasik tababette hemen her has­talığın kandan kaynaklandığı kanaati hâ­kim olduğu için tedavi sırasında akla der­hal kan almak geliyor ve ilk önce bu yola başvuruluyordu. Bu yöntemin özellikle XVII. yüzyılda çok yaygın uygulandığı, bu yüzden yetkililerce her hekimin kan al­ma usulünü bilmesinin şart koşulduğu gö­rülmektedir.

Eski tababette hacamat yapmak için insan vücudunda on dört bölge, fasd yön­temiyle kan almak için de otuz ile kırk üç arasında damar tesbit edilmiştir. Klasik tıp kitaplarında hangi bölgeden veya da­mardan kan almanın ne gibi hastalıklara iyi geleceğine dair ayrıntılı bilgiler, hatta bu iş için uygun olan mevsimlerle gün ve saatler verilmekte, meselâ eğer âcil bir durum söz konusu değilse mevsimlerden ilkbaharla sonbahar tavsiye edilmektedir. İbn Sînâ’ya göre kan almak için en uygun vakit ayın ortasındaki gündüzün ikinci ve üçüncü saatleridir; Zehrâvî ise bu konuda vakit tayinine ge­rek olmadığını söyler.

En eski dönemlerden günümüze ka­dar, sebebi bilinsin veya bilinmesin, birçok rahatsızlığın tedavisinde fasd ve ha­camat yöntemleriyle ya da sülük kullan­mak suretiyle hastalardan kan alınmış­tır. Ancak tecrübelerin artması, hasta­lıkların sebebi ve tedavi şekliyle ilgili bilgi ve imkânların değişmesiyle bunun yan­lışlığı ortaya çıkmış ve sonuçta kan alma­nın sadece bazı hallerde uygun olacağı anlaşılmıştır. Bugün modern tıpta da ge­rekli durumlarda kan alma (phlebotomy) yoluna gidilmekte, gerek koruyucu hekim­likte gerekse bazı hastalıkların tedavi­sinde bu usul geçerliliğini belli Ölçüde de olsa sürdürmekte, ancak bu iş için daha kolay ve daha sağlıklı olan şırınga ile doğ­rudan damara girme metodu tercih edil­mektedir.

Genel tıp kitaplarında fasd ve hacama­ta ayrılan Özel bölümler yanında konuyla ilgili müstakil eserler de kaleme alınmış­tır. Bunlar arasında Hipokrat, Galen. İbn Mâseveyh, Ali b. Rabben et-Taberî, Buh-tîşû’ b. Cibrâîl, Huneyn b. İshak, İbn Mâsse. İshak b. İmrân. Kustâ b. Lûkâ, Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî, Fârâbî ve Ali b. Abbas el-Mecûsî’nin Ki-tâb {Risale) ü’l-taşd, Kitâb (Risale) fi’l-hicâme, Kitâbü’l-Faşd, Kitâbü’l-Hicâme gibi adlarla kaleme aldıkları eser ve risaleler sayılabilir. Hisbe ile ilgili eserlerde de haca­matçıların bulundurmaları gereken alet­ler ve tıbbî Ölçüler çerçevesinde uymaları gereken esaslar ayrı bir bölümde ele alın­mıştır.

İslam Fıkhında Hacamat, Takvimi/Tarihleri, Hz. Muhammed’in Uygulamaları,

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski