Hakkaklık Nedir, Ne Demek, Tarihi, Ne İş Yaparlar, Hakkında Bilgi

Hakkâklar. Taş, maden ve ahşap gibi maddeler üzerine yazı ve şekil kazıma sanatı.

Tarih öncesi devirlerden itibaren bü­tün medeniyetlerde en Önemli sanat fa­aliyetlerinden birini hakkâklık oluştur­muştur. Arapça hakk (it>) “bir şeyi di­ğerine sürtmek, kaşımak, kazımak” kö­künden türetilen terim “taş, maden, fil­dişi, ahşap gibi çeşitli sert maddeler üze­rine oyma ve kazıma yapma sanatı” an­lamını taşımaktaysa da bugün hakkâk­lık denilince akla yalnız taş ve rnaden kazımacılığı (özellikle mühür) gelmektedir. Hakkâklık en itibarlı dönemlerini Akkadlar başta olmak üzere Mezopotamya me­deniyetlerinde, Mısırlılar’da. Romalılar’da, Selçuklularda ve Osmanlılar’da geli­şen mühür sanatlarında yaşamıştır.

Millî kültürlerin bir yansıması olan mühür hakkâklığının en önemli yanı, bu işe yönelenlerin toplum içindeki itibarlı ve güvenilir kişilerin vekâlet ve tavsiyele­riyle mesleğe alınmaları idi. Çünkü yapı­lacak herhangi bir sahtekârlık devleti, kurum ve kuruluşları, şahısları zor du­rumda bırakabilirdi. Özellikle Osmanlılar’ın bu konuda gösterdikleri hassasiyet son derece dikkat çekicidir ve bilindiği kadarıyla zaman içinde herhangi bir mü­hürcülük sahtekârlığına rastlanmamış­tır. Mühür hakkâkları lonca teşkilâtında çok önemli bir yere sahiptiler. Mesleğe yeni giren çırakların güvenilirliklerinin yanında çok kabiliyetli olmaları gerekirdi. Mühürler basıldıkları zaman düz okunabilmeleri için malzemenin üzerine ters kazınırdı. Büyük bir ustalık isteyen bu ters yazı kazıma işlemi esasen zor olan mesleği daha da güçleştiriyordu. Çırak­lar öncelikle hat sanatını iyi öğrenmek mecburiyetinde idiler. Bu sanatı ya iyi bi­rer hattat olan ustalarından ya da onun önerdiği bir hattattan meşkederek Öğ­renirlerdi. Hat meşkinden sonra çırak­lar ustalarının verdiği alıştırmaları yine onun tesbit ettiği malzeme üzerine ka­zımaya çalışırlardı. Hangi ustanın hangi malzeme üzerine hangi karakterde yazı kazıdığı bilinirdi. Bazı ustalar mühürle­rini sülüs, bazıları ta’lik, en ünlüleri ise müşterinin isteğine göre daha değişik hatlarla kazırlardı. Üç taraflı mühürlerin her yüzünde genellikle aynı yazı karakte­ri kullanılırdı.

Evliya Çelebi, IV. Murad dönemi (1623-1640) mühürcüleri hakkında şu bilgileri vermektedir: “Esnâf-ı hakkâkân: 30 dük­kân, 10S neferdir. Pîrleri hakkak Abdul­lah Yümnî’dir. Veysel Karanî’nin kemer-bestesidir. Bunlar dükkânlarında akîk-i Seylân, firuze ve yeşim taşı hakkederler. Esnâf-ı mühr-künân: Pîrleri Hazret-i Os­man’dır; 80 nefer ve elli dükkândır. Bun­ların Murad Han asrındaki ileri gelen üs­tatları Mahmud Çelebi, Rızâ Çelebi. Ferid Çelebi nam kâmillerdir ki bir mührü yüz kuruştan beş yüz kuruşa kadar yazarlar. Vüzerâ mühürlerini de bunlar kazır. Esnâf-ı mühr-künân-ı sîm ve heyâkil: Bun­lar gümüş mühür ve tılsımât kazır başka bir esnaftır. Akîk-i Yemenryi kazıyamazlar. Bunların mâbeynlerinde üstatlar var­dır ki ta’lik, nesih, rik’a, reyhânî tılsımları yazarlar. DükKânları on beş, neferleri kırktır. Pirleri Hazret-i Ukkâşe’dir”.

Hakkâklığın itibarlı bir meslek olması­nın iki önemli sebebi vardır. Birincisi, Os­manlı devlet dairelerinde memurların II. Meşrutiyet’e kadar (23 Temmuz 1908) imza atma yerine mühür basmaları, her türlü belgenin mühürle tasdik edilmesi ve devlet dairelerine başvuran halkın di­lekçelerinde mühür kullanmak zorunda olmasıdır. İkinci sebep, Osmanlı padi­şahlarının bu sanatı diğer Türk-İslâm sa­natları gibi himaye etmeleri ve bazıları­nın da bununla bizzat uğraşmasıdır. Ev­liya Çelebi Trabzon şehrinden bahseder­ken şöyle demektedir: “Esnâf-ı sanâyi-i meşhûre-i Trabzon: Dünyada Trabzon’un kuyumcuları gibi üstâd-ı kâmil zergeran yoktur. Hatta Selînvi Evvel burada do­ğup âlem-i sabâvetinde zernişancılık il­mini tahsil etmiş ve pederleri Bayezid Han ismine Trabzon’da sikke kazımıştır; hakir bu sikkeyi gördüm”.

II. Mahmud’un da mühür kazıdığı ve bunları el altından sattırıp kazancını yok­sullara dağıttığı bilinmektedir.

Osmanlılar’da hakkâklık zaman içinde çok ünlü ustalar yetiştirmiştir. Hattatlar gibi bu ustaların da hayat hikâyeleri bi­linmemekte, varlıkları, geride bıraktıkla­rı sanat şaheseri mühürlerin bir yerine sıkıştırdıkları imzalarından öğrenilmek­tedir. Yakın bir geçmişe kadar Beyazıt Camii bitişiğindeki eski adı Hakkâklar Çarşısı, şimdiki adı Sahaflar Çarşısı olan yerde toplu halde çalışan hakkâklar, ka­zıdıkları mühürleri sahiplerine vermeden önce tuttukları bir deftere basarlardı. Bununla hem kimlere mühür hazırladık­ları bilinir, hem de kaybolan mührün ye­rine yenisi yapılırken eskisine benzeme­mesine dikkat edilerek sahtekârlık ön­lenmiş olurdu. Bir semtte aynı adı taşı­yan iki hakkakin çalışmasına izin veril­mezdi. Mühür üzerine tarih yazma ve imza atma geleneği Osmanlılar’la başla­mıştır; ancak bazı sanatkârlar imza yeri­ne sembolik işaretler kullanmışlar, bazı­ları da ünlü kişiler ve hanım müşterileri için kazıdıkları mühürlere saygılarından dolayı imza koymamışlardır. Son dönem mühür hakkâklarının en ünlüleri Dânâ, Mecdî, Sami, İzzet, Fennî, Fehmî ve özel­likle Yümnî’dir.

Hakkâklar, üzerinde çalışacakları mal­zemeye göre özel kazıyıcı aletler geliştir­mişlerdir. Sertlik derecesi az olan altın, gümüş ve sarı gibi madenler için çelik kalemler kullanılırdı. Usta, ahşap el men­genesine sıkıştırdığı işlenmemiş mührü bir elinde tutar, diğer elindeki çelik ka­lemle de yazısını hakkederdi. Sertlik de­recesi daha fazla olan akik, kan taşı, firu­ze gibi taşlar için elmas kalemler kullanı­lırdı.

II. Meşrutiyetten itibaren memurlar­dan mühür kullanma mecburiyetinin kal­dırılması ve özellikle harf devriminden sonra gerek Latin harflerinin hat sanatı­na uygun olmayışı, gerekse okur yazar oranının artarak imza atma alışkanlığı­nın yayılması sonucu mühür üzerindeki hakkâklık sanatı devrini tamamlamış ve hakkâklar kuyumculuk mesleği içinde yer alan kalemkârlığa yönelmişlerdir. Bun­da, ilerleyen teknolojinin getirdiği klişe ve lastik damga mühürlerle imza kaşele­rinin de büyük etkisi olmuştur.

Mühürcülüğün dışında olan. ancak adını mühürden alan hâtemkârî de (Ar. hâtem “mühür”) ağırlığını hakkâklığın teşkil ettiği bir süsleme sanatıdır. Bu tür çalışmalarda süslenecek sathın üzerine yazı veya motifler yine kalemle, fakat mü­hürdeki gibi ters olarak değil düz biçim­de oyulur. Daha sonra oyulan kısımlara malzemenin cinsine göre onunla uyum sağlayacak başka maddeler yerleştirilir; meselâ bakır üzerine gümüş veya altın, beyaz mermer üzerine renkli mermer ve ahşap üzerine farklı renklerde ahşap (abanoz, gül ağacı vb.), sedef, fildişi, ba­ğa gibi. Bu sanatın büyük bir bölümü kakmacılığa girmektedir. Gümüş üzeri­ne yapılan savat da bir hâtemkârî ürü­nüdür.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski