İbrahim el-Halebi Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

İbrâhîm b. Muhammed b. İbrâhîm el-Halebî (ö. 956/1549) Osmanlı âlîmi, fakih.

Halep’te doğdu. Doksan yaşlarında ve­fat ettiği göz önüne alınırsa 86O’lı (1456) yıllarda doğduğu söylenebilir. Süyûtî ve şarkiyatçılardan Joseph Schacht isminin başına Burhâneddin lakabını eklerler; ancak Osmanlı kaynaklan ve Halebî’nin kendisi bu lakabı zikretmez. Halebî te­mel eğitimini doğduğu şehirde gördü ve Şam’da da bazı âlimlerden ders aldı. Ha­lep’te bir süre imam olarak görev yap­masının ardından IX. (XV.) yüzyılın sonla­rına doğru Kahire’ye gitti. Kahire’de tef­sir, hadis, fıkıh ve kıraat başta olmak üzere İslâmî ilimleri tahsil etti. Süyûtî gibi devrin ileri gelen âlimlerinden ders okudu. 906 (1500) yılı civarında İstan­bul’a giderek orada yerleşti. Çeşitli ca­milerde imamlık yaptıktan sonra Fâtih Camii’ne imam oldu. Ardından Sadî Çelebi’nin Fatih’te yaptırdığı dârülkurrâya müderris olarak tayin edilen Halebî bu görevde iken vefat etti ve Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. Kabrinin bulun­duğu parsel 1971 yılında yol yapımı se­bebiyle ortadan kaldırılmıştır. Son derece mütevazi bir hayat sü­ren Halebî yumuşak huyluluğu ve neza­ketiyle tanınmıştır. Hemen hemen bü­tün zamanını ibadete ve ilme adamış, özellikle fıkıh, tefsir, kıraat ve hadiste otorite kabul edilmiştir.

Halebi’nin bazı risaleleri bilhassa Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye karşı çok sert ve ağır İthamlarla doludur. Şeriatı, kendi tabiriyle “İbnü’l-Arabî’nin tahrifinden ve şeytanî görüşlerinden” korumak ama­cıyla yazdığı eserlerde onu yalancılıkla, aptallıkla, Kur’an’ın mânasını değiştir­me ve Allah düşmanı olmakla suçlamak­tan çekinmemiştir. Yaşadığı dönemde gerek devlet erkânı içinde gerekse ule­mâ arasında İbnü’l-Arabrnin birçok ta­raftarı bulunmasına rağmen Halebî’nin tenkitlerinde bu derece ileri gitmesi onun ilmî cesareti ve kendine olan güveniyle açıklanabilir.

Eserleri

Halebî yirmiye yakın eser ka­leme almış olup risalelerinin çoğu kendi zamanında tartışma konusu edilen me­selelerle ilgilidir.

1. Mültefta ‘J-ebftur. Kudûrî’nin el-Muhtaşar’ı ile el-Muhtâr, Kenzü’d-dekâ’ik ve el-Vikaye gibi Ha­nefî fıkhının meşhur metinlerine daya­nan kitap Halebî’nin en tanınmış eseri­dir. 17.000’den fazla fıkhî meseleyi ihtiva eden Mülteka’l-ebhur Osmanlı medre­selerinde ders kitabı olarak okutulmuş, aynı zamanda kadıların ve müftülerin başvuru kaynaklarından birini teşkil et­miştir. Molla Hüsrev’in Dürerü’1-hük-kâm’\ ile birlikte Osmanlı Devleti’nin yarı resmî hukuk külliyatı niteliğini taşıyan eser birçok defa basılmış olup (meselâ İstanbul 1252. 1258, 1264, 1288; Bulak 1263; Bombay 1278) üzerine elliden faz­la şerh yazılmıştır. I. M. d’Ohsson, Tableau general de l’Empire ottoman (Paris 1787-1820) adlı eserinde Osmanlı hukuk düzeniyle İlgili açıklamaları bu ki­taba dayandırmıştır.

2. Ğunyetü’l-müte-mellî fî şerhi Münyeti’I-muşaîlî. Sedîdüddin KâşgarVnin (ö. 705/1305) Münyetü’l-muşalfi adlı eserine yazdığı şerh­tir. Taharet ve namaz konularını Hanefî fıkhına göre ayrıntılı biçimde ele alan ki­tap uzun süre medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Birçok defa basılan eser (Leknev 1222, 1323; İstanbul 1253. 1256. 1295, 1300, 1325; Lahor 1310, 1314) Haleb’i kebîr diye tanınır.

3. Muhtaşaru Ğunyeü’l-mütemeliî. Halebî şağîr adıyla bilinir. Birçok baskısı gerçekleşti­rilen eserin (İstanbul 1242, 1268. 1286, 1312, İ316, 1317; Lahor 1889) GÜzelhi-sârî tarafından Hilyetü’n-nâcî adıyla yapılan haşiyesi defalarca basılmıştır. Ki­tap İbrahim Babadâğî(Kazan 1860) ve Hasan Ege (İstanbul 1970) tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

4. Ni’metü’z-ze-rîh fî nuşreti’ş-şerîh (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2880). İbnü’l-Arabî’ye ve özel­likle onun Fuşuşü’l-hikem’mde yer alan görüşlerine karşı yazılmıştır. Fuşûş’tan nakillerde bulunduktan sonra bunları ağır bir dille tenkit eden Halebî. vahdet-i vücûd nazariyesi üzerinde durarak tev-hid meselesinde iki grubun -vahdet-i vücûdcular ve Mu’tezile- mübalağalı hare­ket edip şirke düştüklerini iddia eder. İbnü’l-Arabi’nin kader ve İrade konuların­da yanlış düşünüp Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in görüşlerine hücum ettiğini ifade eden Halebî bu hücumlara cevap verir. s. er-Rahş ve’l-vakş li-müstehilli’r-rakş (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 245/ 7, Tekelioğlu, nr. 900/3, vr. 30-38; Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr 429. vr. 65-72). Sufilerin semâ ve raksla (devran) meşgul olup bunları dinden kabul etmelerine karşı yazılmış bir risaledir. Halebi’ye gö­re semâ ve raks gerçek tasavvufta yeri olmayan çirkin şeylerdir. Bunları dinden sayanlar Allah’a iftira etmektedirler. Da­ha önceki âlimlerin görüşlerine de yer veren müellif raksın haram kılındığı hu­susunda icmâ bulunduğunu, bunu helâl kabul edenin küfre düşeceğini, aynı şe­kilde semâm da haram olduğunu ileri sürer. Yüksek sesle zikir yapılmasına da karşı çıkan Halebî bazı Hanbelîler’in bu­nu mekruh, Hanefîler’in ise haram say­dığını naklederek kendisi bunu bid’at-ı seyyieye örnek gösterir.

6. el-Kıyâm ‘in­de zikri vilâdeti Resûliîlâh (Süleyma­niye Ktp-, Hacı Mahmud Efendi, nr. 4474. 3 varak). Mevlid merasiminin bid’at olup olmadığına temas etmeyen müellif, mev­lid sırasında Hz. Peygamber’in doğu­muyla ilgili bölüm okunduğunda ayağa kalkılmasına karşı çıkarak bunun bir ta­zim olduğunu, Allah’tan başkasına tazi­min ise secde, rükû ve kıyam şekillerin­de yapılması durumunda bunların sıra­sıyla haram, tahrîmen mekruh ve tenzîhen mekruh olacağını söyler.

7. Risale fi’r-red *alâ men i’tekade İslâme Âzer (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 245/ 6). Hz. İbrahim’in babası Âzer’in, daha sonra da Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in İman üzere ölüp ölmedikleri ko­nusundadır. Halebî, bazı âyet ve hadisle­re dayanarak bunların iman üzere ölme­diklerini belirtir.

8. Şerhu’l-ebyât (Sü­leymaniye Ktp., Giresun, nr. 109/8). Şairi bilinmeyen üç beyte yazdığı bu şerhte tasavvufa karşı orta bir yol takip eden Halebî, şeriat ve hakikatin birbirine mez-cedilerek ılımlı bir yol tutulması gerekti­ğini, hakikatsiz şeriatın faydasız, şeriat-sız hakikatin ise değersiz ve boş olduğu­nu söyler.

9. el-Hilyetü’ş-şerîfe (Süley­maniye Ktp., Lâleli, nr. 1543/5; Pertev Paşa, nr. 603). Hz. Peygamber’in şemaili­ne, faziletlerine ve davranışlarına dair­dir. 10. Nazmü sîreti’n-nebî ve şerhuh (Kahire Müzesi, nr B 22.242). Resûl-i Ekrem’in hayatını anlatan altmış üç be­yitten ve bunların şerhinden ibaret olup Halebî’nin şiir kabiliyetini göstermesi ba­kımından önemlidir.

Halebî”nin diğer eserleri de şunlardır: Tesfîhü’1-ğabî fî tenzihi (tebifetî) Ibn ‘Arabî (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr 1437/13; Lâleli, nr. 2452/2; Fâtih, nr. 2880/2); Risale fî hakkı ebevey ne-biyyinâ hleyhi’s-selâm (Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2061/2); Muh-taşarü’l-Cevâhiri’l- mudıyye fî taba- kati’l-Hanefiyye (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1941; Esad Efendi, nr. 605/1, 3699/49); Muhtaşaru Fetâvâyı Tatarhâniyye (el-Müntehab mine’l-Fetâ-ua’t-Tatarhântyye, el-Feoâ’idü ‘l-münte-habe mine’iFetâua’t-Tatarhâniyye) (Sü­leymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 284; diğer nüshaları için bk. DİA, XII, 447); Rİ-sâletü’l-himmeşa (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2070/4; Os­man Huldî, nr. 27/35); Risale fi’1-mesh (GAL SuppL, II, 643); Kitâbü Fuşûii’l-erbaHn (Süieymaniye Ktp., Reşid Efen­di, nr. 241); Şerhu’l-kaşîde (Süleymani­ye Ktp., Esad Efendi, nr. 1441/4); Tari­kat hle’l-Hidöye (Süleymaniye Ktp., Dü­ğümlü Baba, nr. 446/5); Ta’lîkât ıale’l-İşlâh ve’1-îzâh (Süleymaniye Ktp.. Dü­ğümlü Baba, nr. 446/2).

İbrahim b. Mûsâ el-Halebî’nin Dürre-tü’1-muvahhidîn ve dirretü’l-mülhidîn (Köprülü Ktp., nr. 720) adlı eseri Brockel-mann tarafından yanlışlıkla İbrahim el-Haiebrye(G4Z., II, 571), Haiebîşağirve Halebî kebîr de İbrahim b. Mustafa el-Halebî’ye (GAL SuppL, II, 428) nisbet edilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski