Hurufilik Nedir, Tarikatı, Mezhebi, Tarihi, Hakkında Bilgi

Hurufîlik. Fazlullah-ı Hurûfî’nin (ö. 796/1394) kurup geliştirdiği, harflerin esrarına dayanan bâtını bir akım.

Hurufîliğin temeli, eski çağlardan ge­len ve harflerle sayıların kutsallığını ka­bul edip bunlara çeşitli sembolik anlam­lar yükleyen anlayışa dayanır. Çok eski­den beri tabiatta varlığı kabul edilen gizli güçler şekil ve harflerle ifade edilmeye çalışılmış, sonuçta tabiat bilimlerinden önce efsun, tılsım, sihir gibi tekniklerle “hurûf” ilmi adı altında sözde ilimler or­taya çıkmıştır. Hurufîliğin ne zaman ve nasıl doğduğu kesin olarak bilinmemek­le birlikte gerçek anlamıyla milâttan ön­ce IV ve lll. yüzyıllardan itibaren Ortado­ğu’daki Helenistİk-gnostikkarakterlİ din­lerde ortaya çıktığı görülmektedir.

İslâm dünyasında harflerin bazı gizli özelliklere sahip olduğu düşüncesi hayli eskidir. Meselâ II. (VIII.) yüzyılda aşın Şiîler’den Mugîre b. Saîd el-İclî Allah’ı harf­lere benzetmişti. Daha sonra Hurûfî an­layış ve yorumlar, başta bazı mutasavvıf­lar olmak üzere çeşitli İslâmî gruplar ara­sında ilgi görmüş, özellikle İbnü’l-Arabî’nin katkılarıyla bu ilgi daha da artmış, İbn Haldun ve Kâtib Çelebi gibi âlimler bile bu anlayışın etkisine kapılmışlardır. Fakat İslâm dünyasında bâtını düşünce­lerin ışığında Hurufîliği bir sistem şekline sokan ve bir fırka halinde yayan kişi Faz­lullah-ı Hurûfî olmuştur. Timur’un salta­natı döneminde İran, Hârizm, Azerbaycan ve Irak bölgeleri çeşitli tari­katlar ve şeyhlerin yaygın şekilde faaliyet gösterdiği muhitlerin başında gelmek­te, ilim ve tarikat ehline değer veren Ti­mur’un hoşgörüsü de bunların faaliyetini kolaylaştırmaktaydı. Böyle bir kültür at­mosferinde Fazlullah-ı Hurûfî, bâtınî şeyh­lerinden olan ve Serbedârîler’le birlikte Horasan’da isyanlara karışan Şeyh Hasan-ı Cûrt (ö. 743/1342-43) ve onun halifeleri­nin tesiriyle sistemini kurmaya, akidesini yaymaya çalışmıştır. Hurufî­liği kurarken Bâtmîler’in te’vil usullerini başarılı bir şekilde kullanan Fazlullah rü­ya yoluyla gerçeği bulduğunu, bazı sırla­rın kendisine bu yolla bildirildiğini ileri sürerek Arapça’daki yirmi sekiz harf ve bunlara İlâveten Farsça’daki dört harf ile sayılar arasında çeşitli ilişkiler kurmak su­retiyle Hurufîlik sistemini yerleştirmiştir.

Bu sistemde bütün evren ve varlıklar, insanın yüzünde bulunduğu kabul edilen ve birine “hutût-ı ebiyye”, diğerine “hu-tût-ı ümmiyye” denilen yedişer hatlı İki görünüşle açıklanır; bütün dinî hüküm­ler yirmi sekiz ve otuz iki sayısına uygu­lanarak bu hükümlerin insanın yüzünde temsil edildiği ileri sürülür. Âyet ve ha­disleri de Hurufîlik sistemi çerçevesinde bâtını te’villere tâbi tutan Fazlullah ve di­ğer Hurûfîler, özellikle hurûf-i mukattaa-nm müfessirlerce ileri sürüldüğünün ak­sine müteşâbih değil muhkem olduğunu savunmuşlar, sayısı on dördü bulan bu harfleri de insanın yüzündeki hatlarla ilişkilendirerek açıklamışlardır.

Kur’ân-ı Kerîm’de geçen bütün “fazi” (fadl) kelimeleriyle Fazlullah’ın kastedildi­ğine inanan, onu Allah’ın zuhuru şeklinde gören Hurûfîler, Fazlullah’in baş eseri ve Hurufîliğin ana kaynağı olan Câvidânnâ-me’yı ilâhî kitap olarak tanırlar; âyetleri, cennet, cehennem ve âhiret hallerini ve bütün dinî hükümleri yirmi sekiz veya otuz iki harfe irca ederek te’vile tâbi tu­tarlar. Meselâ kelime-i şehâdette geçen Allah lafzında beş harf vardır; bu harfle­rin adlarının yazımından on dört harf or­taya çıkar; yine kelime-i şehâdetteki Mu-hammed lafzında da beş harf bulunmak­ta olup bunların İmlâsı da on dört harfi verir; böylece ikisinin toplamı yirmi sekiz eder; buna kelime-i şehâdetin ilk kelime­sindeki dört harf eklendiğinde sayı otuz ikiye ulaşır. Şu halde kelime-i şehâdet, Arap ve Fars alfabelerinin tamamını ve bunların içerdiği Hurûfî anlamlan ihtiva etmektedir. Bu örnekte de görüldüğü gi­bi Hurufîlik sisteminde istenen sonuca ulaşmak için sayı eksik veya fazla ise ilm-i hurûf usullerine başvurulmaktadır. Me­selâ sayı değeri altmış olan bir rakam yir­mi sekiz ve otuz ikinin toplamıdır. Eğer altmıştan bir eksik ise “bâ”nm nok­tası eklenerek altmış bulunur. Ayrıca sa­yının hal ve mahal durumu göz önünde bulundurularak ihtiyaca göre bir katıyla toplanır veya ikiye bölünür. Farklı sayıla­ra ihtiyaç duyulması halinde mevâlîd-i se-lâse (maden, bitki, hayvan), anâsir-i er-baa, havâss-ı hamse, şeş cihet, seb’a se-mâvât, heşt bihişt ve nüh felek tabirlerindeki sayılar kullanılır. Başka bir yöntem de kabz ve bast usulüdür. Bu usulde harf söylendiği gibi yazılıp oluşan kelimedeki harf sayısından veya ebced hesabına göre çıkan miktardan faydalanılır. Meselâ “kün kelimesinin Hurufîlik sistemine göre yorumu yapılırken bu kelime bastedilir, yani kelimeyi oluşturan iki harfin Arapça okunuşu (kâf nûn) esas alınır, böylece altı harf ortaya çıkar Bu şekilde elde edilen altı sayısı altı yö­nü temsil eder; altı yön ise mekânın aslî özelliklerinden olduğuna göre Allah’ın “kün” emriyle oluşun ve âlemin (kevn ve mekân) nasıl meydana geldiği ifade edil­miş olur.

Hurufîlik akidesinde evren yorumlanır­ken merkezî anlam daima insana verilir. Bu fırkanın inancında ruhun bedeni terkettikten sonraki durumu ile âhiretin varlığı, cennet ve cehennem önemli bir tartışma konusudur. Anadolu ve Bağdat Hurûfîleri’nin önemli bir kısmı ölümden sonra hayat olmadığına, birleşik varlıkla­rın tekrar basit hale dönüşeceğine, insa­nın Hurufîliğin esasını oluşturan otuz iki kelimenin bilincine varınca kendisinden yükümlülüklerin kalkacağına inanırlar. Bazı Hurûfîler’e göre ise “sâhib-i teVîl” de­dikleri Fazlullah-ı Hurûfî bütün dinî so­rumlulukları yerine getirmiştir. Cennette sorumluluk yoktur; buna göre yaşanan an veya zaman da cennetteki an veya za­man gibi düşünülmelidir. Hurufîliğe dair eserlerden edinilen bilgilere göre bu akım­da âhiret ve dinî mükellefiyetlerin çoğu inkâr edilmektedir.

XIV. yüzyılın ikinci yansında bâtinî yo­rumları sayesinde gün geçtikçe taraftar kazanan Fazlullah-ı Hurûfî, düşüncele­rinin şeriata aykırı olduğu yönünde ule­mâ ve fukahanın görüş bildirmesi üzeri­ne Timur tarafından takibata mâruz kal­dı ve Timur’un oğlu Mîrân Şah tarafından yakalanıp Alıncak Kalesi’nde hapsedildi. Yargılama sonunda Şirvan hâkimi Şeyh İbrahim’in kadısı Bâyezîd’in fetvasıyla öl­dürüldü. Doğum yeri olan Esterâbâd’ın dışında Horasan, İsfahan, Cîlân, Tebriz ve Şirvan gibi yerleri dolaşıp buralarda inan­cını yayan ve halifeler yetiştiren Fazlul­lah’ın idam edilmesinden sonra başta en önemli adamı ve başhalifesi Ali el-A’lâ ol­mak üzere çok sayıdaki mürid ve halifesi şiddetli baskılara rağmen Horasan, İsfa­han, Suriye. Azerbaycan ve Anadolu gi­bi yerlerde Hurufîliği yaymaya çalıştılar; inançlarını bazı âlim, şair, sanatkâr ve devlet adamlarıyla seyyidlere benimset­tiler; yetiştirdikleri şairler aracılığıyla halk arasındaki konumlarını güçlendirdiler. Zaman zaman saraylara ve sultanlara da nüfuz eden Hurûfîler “dervîşân-i helâl-hör ve râst-gûy” (helâl yiyen ve doğru söyleyenin dervişleri) diye tanındılar; seyyid, hâce, derviş, emîr ve mevlânâ unvan­larını kullandılar.

Hurûfîler’in İbâhiyyeci ve zındık olduk­larını düşünen ulemânın Hurufîliğe karşı devlet adamlarını uyarması neticesinde çeşitli baskılara uğrayan Hurûfîler bazan katliama mâruz kaldılar; bu durum faa­liyetlerini gizli sürdürmelerine sebep ol­muştur.

Fazlullah-ı Hurûfî’den sonra İran top­raklarında tutunabilen veya saklanabilen­lerin dışında kalan bazı dervişler ülkele­rini terketmiş, bunların bir kısmı Hindis­tan’a gitmiştir. Hindistan’a gidenlerin ba­şında Mahmûd-i Merdûd (Matrûd) gel­mektedir. Hurûfî önderlerinden sayılan Mahmûd. İran kültürünün hâkimiyetini savunduğundan Fazlullah’a ters düşmüş­tür. Ona göre Arap devri bitmiş, Acem devri başlamıştır. Mahmûd, Hindistan’da Hurufîliğin bir şubesi sayılan Noktavîliği kurarak yaymıştır.

XIV ve XV. yüzyıllarda Hurufîliğin yayıl­dığı başlıca merkezler şunlardır: Hora­san. Hurûfîler’in Horasan ve Herat’taki fa­aliyetleri Fazlullah zamanında başlamış­tır. Herat’ta Hurufîliği kabul eden kişiler ve bunların akıbetleri hakkında Şâhruh’a düzenlenen başarısız bir suikast dolayısıy­la kaynaklarda bilgi verilmektedir. Bu bil­gilerden, Şâhruh’un ordusunda Hurufîli­ğin tehlikeli boyutlarda yayılmaya başla­dığı, bu sebeple birçok Hurûfî’nin çeşitli yerlere sürüldüğü, Ahmed-i Lûr isminde­ki bir Hurûfî’nin. cuma namazını kıldıktan sonra camiden çıkan Şâhruh’a kamasıyla saldırıp onu yaraladığı, fakat hemen ya­kalanarak öldürüldüğü (830/1427), bu olayın Herat’ta Hurûfîler’e karşı geniş çap­lı bir harekâta girişilmesine sebep olduğu ve Fazlullah’ın torunu Adudüddin’in de aralarında bulunduğu birçok Hurûfî’nin öldürüldüğü Öğrenilmektedir. Ahmed-i Lûr ile görüşen ünlü şair Kâsım-ı Envâr Semerkant’a sürülmüş, yine Ahmed-i Lûr ile ilişkisi bulunduğundan şüphe edilen bazı kişiler, bu arada Fazlullah’ın torunu Emîr Nûrullah, hattat Mevlânâ Ma’rûf ve Hurufîliğin önemli kaynaklarından İstivâ-nâme’nin müellifi Emîr Gıyâseddin tu­tuklanmış, uzun süren yargılamadan son­ra serbest bırakılmışlardı. Bazı kaynak­larda Hurûfîler’in Herat’ta takibata uğra­malarının gerekçesi olarak bunların Şâh­ruh’un ordusunda İbâhîliği yaymaları gös­terilir. Fazlullah’a intisap ederek onun kı­zıyla evlenen ve Hurufîliğin inanç esasları­nı Mahremnâme (Muharremnâme) adlı eserinde anlatan Seyyid Emîr İshak da Hu­rufîliği Horasan bölgesinde yaymak için faaliyet göstermiş, bu sebeple Horasan mürşidi diye tanınmıştır. Seyyidü’s-sâdât olarak anılan Emîr İshak Cîlân ve Şirvan’­da da Hurûfî propagandası yapmıştır.

İsfahan

İsfahan. Fazlullah-ı Hurûfî İsfahan’ı bir­kaç defa ziyaret edip İsfahan civarındaki Toğcî’de bir süre ikamet etmiş, bir mağa­rada inzivaya çekilmiş, Hurûfî inançlarını yaymaya başlamıştı. Burada ona ilk ina­nan kişiler olarak Fahreddin, Celâl-i Bu-rûcirdî, Fazlullah-ı Horasânî, Mîr Abdul-lah-i İsfahanı, Ali el-A’lâ, Muhammed Nâ-inî ile Deştlİ bir kişiden söz edilir. Bazı kay­naklar bu sayıyı dokuza çıkararak felekle­rin sayısıyla karşılaştırır. Fazlullah’ın idamından sonra bir grup Hu­rûfî ile birlikte İsfahan’a gelen Hacı Surh adlı bir kişi burada propagandaya girişe­rek taraftar toplamış, 835’te (1431-32) bir ayaklanmanın çıkmasına sebep olmuş, bu sırada Şâhruh’un kumandanlarından Emîr Abdüssamed’in iki oğlu da öldürül­müştür. Bunun üzerine Hacı Surh derisi yüzülerek katledilmiş, taraftarları da çe­şitli şekillerde cezalandırılmıştır.

Tebriz. Başlangıçta Hurûfîler”le iyi iliş­kiler içinde olan Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah zamanında Hurûfîler’in Tebriz’­de ayaklandığı bilinmektedir (845/1441). Bu ayaklanma ulemânın da desteğiyle kanlı bir şekilde bastırılmış ve 500 kadar Hurûfî öldürülmüştür. Kaynaklar, Pîr-i Türâbî adında bir kişinin mezarından bahsederken Fazlul­lah-ı Hurûfi’nin kızı Fatma Hatun’un, eşi Ali el-A’lâ’nın idam edilmesinden sonra Tebriz’e gelip yerleştiğini ve burada Hu­rufîliği yaymaya çalıştığını, öldürülünce Pîr-i Türâbî’nin kabrinin yanına defnedildiğini yazar. Bazıları ise bu kadını cezbeli bir derviş olan Pîr-i Türâbî’nin karısı ola­rak gösterir. Kara Yû­suf üe oğlu Cihan Şah’ın Şiî temayülde ol­maları, özellikle Cihan Şah’ın dine ilgisiz­liği Hurûfîler’in faaliyetlerine elverişli bir zemin oluşturmuş, bu durum ulemânın tepkisine, hatta tedbir almadığı takdir­de meşruiyetini yitirmiş sayılacağını ima edip hükümdarı tehdit etmesine yol aç­mıştır. Bunun üzerine başta Mevlânâ Necmeddin olmak üzere ulemâ heyetinin ver­diği fetvaya dayanan Cihan Şah’ın emriy­le S00 Hurûfî Tebriz’de öldürülmüş, ce­setleri yakılmış, bunlarla ilişkileri bulunan çok sayıda kişi de sürgün edilmiştir.

Irak-Suriye
. Derviş Emîr Ali Keyvân, Derviş Sadr-i Ziya. Derviş Hamd-i Nâtık, Hacı îsâ Bitlisi, Hasan Haydarî, Hasan Tîr-ger, Seyyid Tâceddin ve Seyyid Muzaffer Hurufîliğin Irak’taki başlıca temsilcile­ridir. Daha sonra Emîr Nûrullah’la birlik­te Azîz-i Cânî ve Muhammed Tîrger de Irak’a gelmiştir. Bunlar Bağdat’ta propaganda yapıyor, diğer Hu-rûfîler’le de ilişkilerini sürdürüyorlardı. Suriye Hurûfîleri’nin önde gelen ismi Sey­yid Nesîmî Hurufîliği Suriye’de yaymakla kalmamış, Anadolu’da çeşitli yerleri ge­zerek buralarda da faaliyet göstermiştir.

Mısır. Memlükler döneminde Kaygusuz Sultan Tekkesi’nin faaliyete geçmesiyle Hurufîlik Mısır’da da yayılmaya başlamış­tır. Sultan Kansu Gavri Nesîmî’nin şiirle­rine büyük ilgi göstermiş ve ona hayran­lık duymuştur.

Anadolu. Genel olarak kabul edilen bir görüşe göre Anadolu’da Hurufîlik, Fazlul­lah-ı Hurûfî’nin önde gelen halifelerinden damadı Ali el-A’lâ vasıtasıyla yayılmıştır. Bu zat genç yaşta Fazlullah’a bağlanmış, onun idamından sonra Timurlular tarafın­dan Hurûfîler’e uygulanan baskıdan kaça­rak kardeşiyle birlikte Suriye’ye gitmiş, Suriye ve Anadolu’da çeşitli yerleri dola­şarak Hurûfî inançlarını yaymış, Fazlul­lah’ın Câvidânn âm e ‘sin i esas alıp Tevhîdnâme ve Kiyâmetnâme gibi çeşitli manzum eserler yazmıştır. Bu arada Kır­şehir’e de giden Ali el-A’lâ bir müddet Ha­cı Bektâş-i Velî tekkesinde kalmış, kimli­ğini gizleyerek Bektaşî gibi görünmüş, buradaki dervişlere Câvidânndm e’yi Ha­cı Bektâş-ı Velî’nin düşünceleri gibi sun­muş, kitapta yer alan ve dinî hükümleri gereksiz sayan bazı ifadelerin birer İlâhî sır olduğunu söyleyerek bunları gizli tut­malarını istemiştir. Hoca İshak Efendi (ö. 13 i 0/1893) Hurufîliğin Anadolu’ya bu şe­kilde girdiğini söyler ancak daha eski kaynaklarda Ali el-A’Iâ’nın Anadolu’daki faaliyetleri hakkın­da bilgi mevcut değildir. Bazı araştırma­cılar, Hurufîlik hakkında en güvenilir kay­nak olan Emîr Gıyâseddİn’İn İstivana-me’sinde Ali el-A’lâ’nın Anadolu’ya git­tiğine dair bilgi bulunmamasını ve bizzat Ali el-A’lâ’nın eserlerinde bu yönde bir işaretin mevcut olmamasını göz önüne alarak onun Anadolu’ya geldiğine dair bil­gileri ihtiyatla karşılamaktadır. Öte yandan Abdülbaki Göl­pınarlı, Mîr Şerifin Hacndme’sinde kar­deşiyle birlikte Anadolu’ya gittiğini, Hu­rufîliğe dair bazı kitaplarla Fazlullah’ın kitaplarını da yanında götürdüğünü söyle­mesini, yine Fazlullah’ın halifelerinden şair Nesîmî”nin Hacı Bayrâm-ı Velî ile görüş­mek üzere Ankara’ya gelmesini, Anado­lu’da çeşitli yerleri gezmesini, halifeler yetiştirmesini. Beşâretnâme adlı eserin ya­zarı Refîî’nin onun önde gelen halifelerin­den olmasını, Bektaşîler’in Nesîmî’yi ken­dilerinden saymalarını. Alevîler’in onu ye­di büyük ilâhî şairden biri olarak tanıma­larını delil göstererek Hurufîliğin Anado­lu’da yayılmasında ve Bektaşîliği etkile­mesinde Mîr Şerif ile Nesîmî’nin rol oyna­mış olabileceğini ileri sürer.

Hurûfî halifelerinin XV. yüzyılın başın­dan itibaren Tebriz ve Halep yoluyla Ana­dolu’ya gelerek propagandaya başladık­ları; inançlarını tasavvuf, vahdet-i vücûd ve ilm-i esrâr-ı hurûf gibi daha önce mev­cut olan fikir ve inançlar içinde gizleyerek yaymaya çalıştıkları; Horasan, Azerbay­can ve İsfahan’da olduğu gibi Anadolu ve Balkanlar’da da hem halk hem yönetici­ler arasında bir çevre edindikleri ve niha­yet Kalenderîler’in arasına sızdıkları bilin­mektedir. Çelebi Sultan Mehmed ve oğlu Sultan Murad zamanında başlayan Hu­rûfî etkisi Fâtih Sultan Mehmed dönemin­de saraya kadar ulaşmış, Taşköprizâde’-nin ifadesine göre genç padişah bile bir ara bu harekete meyletmişti. Hurûfîler Herat, İsfahan ve Tebriz’de uyguladıkları taktikleri Osmanlı ülkesinde de uygulu­yor, biryandan yeniçeriler arasında taraf­tar bulmaya, bir yandan da padişahı et­kileyerek Hurufîliği devletin resmî mez­hebi haline getirmeye ve iktidarı ele ge­çirmeye çalışıyorlardı. Durumun vehame-tini gören vezir Mahmud Paşa’nın ulemâ­yı uyarması üzerine Fahreddîn-i Acemî Hurûfîler’in cezalandırılması konusunda padişahı ikna etmiş, bunun üzerine yaka­lanan Hurûfîler Edirne’de öldürülmüştür. Hurû­fîler Kanunî Sultan Süleyman dönemin­de de Osmanlı topraklarından sürülmüş­tür. Buna rağmen XVI ve XVII. yüzyıllarda Hu­rufîlik Osmanlı toplumunu etkilemeye devam etmiş, biryandan Bektaşîliğin te­mel inançları arasına girerken öte yan­dan Bektaşîlik’ten bağımsız temsilciler yetiştirmiştir. Anadolu ve Balkanlar’da Hurufîliğin yayılmasında ve yaşamasında Abdülmecid Firişteoğlu ile Nesîmîgibi şa­irlerin büyük etkisi olmuştur. Muhtelif ka­yıtlardan, XVI. yüzyılda Anadolu ve Rume­li’deki çeşitli bölgelerde “ışık adı verilen Hurûfîler’in takip edilme­sine, tutuklanıp cezalandırılmasına dair emirnameler gönderildiği anlaşılmakta­dır. Bektaşî görünen Hurûfîler, gi­derek sayıca azalmalarına rağmen daha sonraki asırlarda da faaliyetlerini gizlice devam ettirmişler, ancak hiçbir zaman devlete karşı ayaklanma gücünü elde edememişlerdir. Horasan, Irâk-ı Acem, Azerbaycan ve Suriye’deki Hurûfîler ise daha erken dönemlerde etkinliklerini yi­tirmişlerdir. Halep, Bitlis, Sivas. Akçahisar, Eskişehir, İstanbul gibi merkezler ya­nında Balkanlar’da Deliorman, Arnavut­luk, Ergirikasrı, Filibe. Varna. Tatarpazarcığı ve ayrıca İskenderiye Hurûfîler’in za­man zaman varlıklarını duyurdukları mer­kezler olmuştur.

Hurûfîler inançlarını yaymak amacıyla pek çok eser kaleme almışlardır. Bu eser­lerde bazı bilgiler üstü kapalı biçimde ve­rilmiş, bazan da harflere ve sayılara bir­takım anlamlar yüklenerek sembolik bir anlatım yoluna gidilmiştir. Bu sebeple Hu­rûfî metinleri ve özellikle Fazlullah’a ait Câvidânnâme zor anlaşıldığından bun­lar için Luğat-ı Esterâbâdî gibi sözlükler yazılmıştır. Sâdık Keyâ’nın Vâjenâme-i Gürgânî adlı eseri de bu niteliktedir.

Hurufîliğin ana kaynağı Câvidânnâ-me’dir. Fazlullah’ın anlaşılması zor olan Esterâbâd (Gürgân) lehçesiyle yazdığı Câvidânnâme’ye Câvidânnâme-i Kebîr, buna nisbetie daha kısa olan Câvidân-ndme’ye de Câvidânnâme-i Şağir de­nilmektedir. Derviş Murtaza adlı bir Bek­taşî Câvidânnâme-i Şağir’i esas alarak 1048’de(1638) eseri Dürr-i Yerim adıy­la Türkçe’ye çevirmiş, Seyyid Kemal Hâ-şimî de Câvidânnâme “yi şerhetmiştir. Abdülmecid Firişteoğlu’nun Işknâme adlı Türkçe muhtasar tercüme­sine de Câvidânnâme veya Câvidânnâ­me-i Sagîr denilmektedir. Fazlullah’ın diğer eseri Muhabbetnâme Abdülme­cid Firişteoğlu tarafından Hidâyetnâme adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir.

Ali el-A’lâ ile Emîr Gıyâseddin’in eserle­ri, Seyyid İshâk-ı Esterâbâdî’nin Tahkik-nâme ve Hâbnâme’su Nesîmî’nin divanı ve Mukaddimetü’l-hakâik’ı, Nesîmî’nin halifesi Refîî’nin Beşâretnâme ve Genc-nâme’si, Firişteoğlu’nun eserleri, Mîr Şe-rîfin Beyânü’l-vâkı’ı, Işkurt Dede’nin Şalûtnâme, Gülbaba’nın Miftâhu’l-gayb adlı eserleri de Hurufîliğin başlıca kaynak­larıdır. Hutbetü’l-beyân ve Miftâhu’l-hayât isimli eserler de Hurûfîlik’te önemlidir.

Osmanlı kültürü ve sanatı, içtimaî ve siyasî hayatı üzerinde Hurûfîler’in önemli tesiri vardır. Hurufîlik inançları bir yandan Bektaşîler aracılığıyla yeniçeriler üzerin­de etkili olmuş, öte yandan Kalenderîler ve Bektaşîler aracılığıyla halk arasında ya­yılmıştır. Hurufîlik, bilhassa İslâmiyet’i ye­ni kabul eden Balkanlar’dakİ halk içinde de taraftar bulmuştur. Bazı Osmanlı dev­let adamları ile şairlerin bu hareketten etkilendikleri, özellikle Nesîmî’nin pek çok Bektaşî ve Alevî şaire tesir ettiği bilinmek­tedir. Refîî, Timinnâî. Usûlî. Kânî. Sarı Ab­dullah Çelebi, Penâhî, Muhyiddin Abdal, Akyazılı İbrâhim-i Sânî. Yemînî, Gülbaba (Misâlî), Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi. Rûhî-i Bağdadî. Âşık Vîrânî, Rûşenî, Diyarbekirli Halîlî, Muhibbî(Kanûnî). Bakî, Aze­rî şairlerinden Habîbî. Hakîki, Hatâî (Şah İsmail), Hayretî, Muhîtî. şair ve tarihçi Ge­libolulu Âlî Mustafa Efendi, Mîr-i Alem Ce­lâl Bik gibi kişilerin Hurufîlik etkisi altın­da kaldıkları belirtilmektedir.

Hurufîlik metinleri üzerinde çeşitli araş­tırmalar yapılmış, bu hareketle ilgili eser­lerin listeleri yayımlanmıştır. Bunların başlıcaları E. G. Brovvne’un “Some Notes on the Literatüre of the Hurufi Sect “Further Notes on the Literatüre of the Hurufis and their Connection with the Bektashi Order of Dervishes Nüvistehâ-yı Hurûfiyyân” adlı makaleleriyle Abdülbaki Gölpınarlı’nın Hurufîlik Me­tinleri Katalog u’üur (Ankara 1973). Hu­rufîliğin Anadolu ve Balkanlar’dakİ etki­leri üzerinde de çeşitli çalışmalar yapılmış olup bunların başlıcaları şunlardır: Harputlu Hoca İshak Efendi, Kâşifü’î-esrâr ve dâfitı’l-eşrâr (istanbul 1291); Ahmed Rifat Mir’âtü’l-Makâsıd (İstanbul 1293); M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar Abdülbaki Gölpınarlı, Hurufilik Metinle­ri Katalogu “Fad-lallâh-i Hurüfi’nin Oğluna Ait Bir Mek­tup “Fad-lallâh-i Hurüfi’nin VVasiyet-nâma’sıveya VVâsâyâ’sı Bektaşilik-Hurufilik ve Fadl Al­lah’ın Öldürülmesine Düşürülen Üç Tarih Hurufîlik ve Mîr-i ‘Alem Celâl Bik’in Bir Mektubu Cemal Muhtar, “Hu­rûfî Türk Şairleri.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski