Yaser Arafat Kimdir, Hayatı, Dönemi, Hakkında Bilgi

ARAFAT, Yasir (1929)

Filistinli siyaset adamı. Filistin’in kurtuluşu mücadelesini başlatan el-Feth’in (Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi) kurucusu ve önderi, 1969’dan beri Filistin Kurtuluş Örgütü Yürütme Kurulu başkamdir.

1929’da Kudüs’te doğdu. Gerçek ve tam adının Abdurrahman Abdürrauf Arafat el-Kud el-Hüseynî olduğu söylenmektedir. Filistinliler arasında ve Arap dünyasında Abu Ammar takma adıyla da tanınır. Uluslararası ün kazanmadan önceki yaşamına ilişkin pek az bilgi vardır. Yaşamının önemli bir bölümü, ancak kendisi ve yakınlarınca bilinen bir giz perdesiyle örtülüdür. Filistin Kurtuluş Orgütü’nün resmi belgelerinde çocukluğunun Kudüs’teki Ağlama Duvarı’na çok yakın bir evde geçtiği yazılıdır.

1948’deki ilk Arap-İsrail Savaşı’nın ardından ailesi ile birlikte Gazze’ye göç etti. Gazze, o tarihte geçici olarak Mısır yönetimi altına girmişti. Üniversite öğrenimi için Kahire’ye gitti. Kahire Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği öğrenimi gördü. Mısır başkentindeki öğrencilik yıllarında Filistin Öğrenci Birliği’ni kurdu ve başkanlığını yaptı. Daha sonraki yıllarda birlikte el-Feth’i (Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi) kurduğu ve bugüne değin gerek el-Feth, gerekse Filistin Kurtuluş Örgütü bünyesinde birlikte çalıştığı birçok arkadaşını Filistin Öğrenci Birliği başkanlığı yaptığı bu dönemde tanıdı. Öğrenciliği sırasında askeri eğitim de gördü. Filistinli ve Mısırlı komandoların lideri ve eğiticisi olarak çalıştı. Mısır ordusu saflarındaki Filistin Birliği ile 1956 Arap-İsrail Savaşı’na katıldı. Port Said ve Abu Kabir bölgelerinde Ingiliz ve Fransız kuvvetlerine karşı patlayıcı madde ve sabotaj uzmanı olarak savaştı. 1956 Savaşı’ndan sonra, bir süre Mısır’da inşaat mühendisi olarak çalıştı. Daha sonra Kuveyt’te iş buldu. 1957-1965 arasında Kuveyt’te yaşadı. Bir yandan mühendislik yaparken, bir yandan da Arap dünyasının her köşesine dağılmış Filistinliler’i tek bir örgütte toplamak amacıyla çalışmalar yürüttü. Çalışmalarında Kuveyt’te yaşayan Filistinliler’i temel aldı. Kuveyt’te ve Batı Almanya’daki Filistinli öğrenciler arasında gizli hücreler kurulmasına önayak oldu. Kuveyt’te yaşadığı sekiz yıllık dönem içinde örgüt çalışmalarını yürütmek amacıyla sık sık seyahat etti.

el-Feth’in kuruluşu

Yaşamındaki en önemli dönüm noktalarından biri Filistin silahlı kurtuluş mücadelesini başlatan el-Feth’in kuruluşunda yer almasıdır. el-Feth’in kurucularından biri ve lideri olması, 1969’da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başına geçmesinin ve bu yolla uluslararası politikanın ve yakın tarihin en önemli siyaset adamlarından biri olmasının yolunu açmıştır. el-Feth kurucularından ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ nün ileri gelenlerinden Abu İyad (Salah Halaf), el-Feth’in 10 Ekim 1959’da Kuveyt’te bir evde toplanan birkaç kişi tarafından kurulduğunu açıklayarak şu bilgiyi verir: “el-Feth’in Kuveyt’te kurulmuş olması bir rastlantı değildir. İçimizden birçoğu orada önemli görevler yapmaktaydı. Yasir Arafat, Bayındırlık Bakanlığı’nm saygın ve değer verilen bir mühendisiydi. Faruk Kaddumi (Abu Lütuf), Sağlık Bakanlığı’ mn genel müdürlerinden biriydi; Halit el-Hasan ve Abdülmuhsin el-Kattan yüksek devlet memuruydular. Halil İbrahim el-Vezir (Abu Cihad) ve ben lise öğretmeniydik.”

el-Feth’in kurulmasından sonra da yıllarca yaşamını Kuveyt’te sürdürmesine karşılık, çalışmalarını çeşitli Arap ülkelerinde yürüttü. Yeraltında örgütlenen hareketin görüşlerini yaymak için ilk iş olarak bir dergi çıkarılmasına çalıştı. el-Feth’in görüşlerini yayan Filistinuna (Filistinimiz) adlı dergi, 1959’da Beyrut’ta yayımlanmaya başladı. Dergi daha sonra, Filistin sorununun uluslararası politikada genel bir Arap sorunu olmaktan çıkarılıp “Filistinlileştirilmesi”, başka bir deyişle, Filistinliler’in kurtuluşları için;Arap devletlerinin ve uluslararası kuruluşların vaadlerini beklemek yerine, kendi kaderlerini kendi ellerine almaları gerektiğinin savunuculuğunu yaptı.

Silahlı mücadele kararı

Arafat’ın yaşamında bir başka dönüm noktası, 1964’te toplanan gizli bir el-Feth konferansında silahlı mücadelenin başlatılmasını savunan kanadın içinde yer alması olmuştur. 1962’den başlayarak el-Feth’ir yeraltı hücreleri, bütün çabalarını askeri faaliyeti geçme yönünde yoğunlaştırmıştı. Bu konuyu tartış mak için 1964’te bir örgüt konferansı toplandı Çoğunluk, silahlı mücadelenin 1 Ocak 1965’te başlatılması kararını aldı. Arafat, Filistin halkının kendi kaderini kendi eline almasını simgeleyen olay olarak nitelenen ve Filistin Devrimi’nin başlangıç tarihi olarak kabul edilen 1 Ocak 1965’te, İsrail hedeflerine karşı ilk askeri harekâtı gerçekleştiren silahlı müfrezeye komuta etti.

1967 Haziranı’nda Mısır, Suriye ve Ürdün İsrail karşısında bozguna uğradı. Sina Yarımadası, Mısır denetimindeki Filistin toprağı Gazze Şeridi, Suriye nin Golan bölgesi ve Ürdün egemenliğindeki Filistin topraklarının geri kalan bölümü olan Batı Yakası (Batı Şeria) İsrail işgali altına girdi. Arafat gizlice işgal altındaki Filistin topraklarına geçerek, içerdeki direnme hareketinin örgütlenmesiyle uğraştı. Yaşamının bu kesitini, mücadele arkadaşı Abu Iyad şu sözcüklerle anlatır: “Temmuz 1967 ortasından beri gizlice işgal altındaki topraklarda yaşayan Yasir Arafat’tan raporlar almıştık. Onunkine benzer bir görev yapan arkadaşlar ve Arafat’ın kendisi, Arap yenilgisiyle moral çöküntüsüne uğramayan Şeria’nın Batı Yakası ve Gazze halklarının, ne pahasına olursa olsun savaşın sürdürülmesinden yana olduklarını sevinçle görmüşlerdi. Gerçek kimliğini gizlediği halde, Arafat her yerde kucaklanarak karşılanıyor, besleniyor ve barındırılıyordu. Arkadaşları gibi o da, bir yerden bir yere gitmekte en ufak güçlük çekmedi, hatta birkaç kez doğduğu kent Kudüs’e ve Tel Aviv’e bile girebildi.” Arafat, 1967 Ağustosu’nda işgal altındaki topraklardan ayrılarak Ürdün’e geçti. Arap bozgununun ardından Filistin gerilla mücadelesinin İsrail’e karşı tırmandırılması çabalarını örgütledi. Ürdün Krallığı ile İsrail işgali altına giren Batı Şeria’yı ayıran Şeria (öbür adıyla Ürdün) ırmağı boyunca gerilla üsleri kurdurdu. Gerilla savaşını yönetti. 1967 Sonbaharından sonra adı uluslararası alanda duyulur oldu. Aynı yıl, tüm yönetici kadrolarının gizliliğini koruyan el-Feth tarafından örgüt sözcüsü olarak ilan edildi. Böylece, uluslararası kamuoyunun karşısına, yeni doğan silahlı Filistin mücadelesinin temsilcisi olarak çıktı.

FKÖ’nün çatı örgütü olması

Siyasi yaşamındaki bir başka önemli olay, el-Feth’in önce sözcülüğü, sonra liderliğine ek olarak Filistin Kurtuluş Örgütü Yürütme Kurulu Başkanlığına getirilmesidir. 1969’da Filistin Ulusal Konseyi’ nin Beşinci Toplantısı’nda kısaca FKÖ olarak anılan kuruluşun, tüm Filistinli gerilla örgütlerini içinde toplayan bir çatı örgütü olması gerektiğini savundu. el-Feth, Filistin Ulusal Konseyi’nin (FKÖ’nün Parlamentosu) Beşinci Toplantısı’na etkin olarak katıldı. Toplantı, örgütün Arafat’ın istediği yapıya kavuşması ve kendisinin de Yürütme Kurulu başkanlığına getirilmesiyle kapandı. Arafat, bu göreviyle Arap diplomasisinde rol oynama olanağını da elde etti. 1970-1971 yıllarında Filistin gerillalarının Ürdün’ü terket-meye zorlandıkları ve yaklaşık 40.000 kişinin yaşamını yitirdiği kanlı iç savaşta birkaç kez ölüm tehlikesi atlattı. İç savaş sırasında Filistin güçlerini yönetti. 1971 ’de Ürdün’ü terkederek Filistin mücadelesinin siyasi ve askeri merkezini Lübnan’ın başkenti Beyrut’a taşıdı.

Birleşmiş Milletler’e üyelik

Filistin Kurtuluş Örgütü, 1974’te Fas’ın başkenti Rabat’ta toplanan Arap Devlet ve Hükümet Başkan-ları Zirvesi’nde, Filistin halkının tek meşru temsilcisi ilan edildi. FKÖ’nün kazandığı bu diplomatik ağırlık büyük ölçüde Arafat’ın eseriydi. FKÖ aynı yıl, Birleşmiş Milletler’e gözlemci olarak kabul edildi. Böylece, Birleşmiş Milletler, tarihinde ilk kez, egemen devlet statüsünde olmayan bir kuruluşu üyeliğe kabul etmiş oluyordu. Kendisi de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na konuşmacı olarak katıldı. Konuşmasını “buraya bir elimde bir kurtuluş savaşçısının tüfeği, öbür elimde zeytin dalı ile geldim. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin. Savaş Filistin’den patlak verir, ama barış da Filistin’den filizlenir,” sözleri ile bitirdi. Birleşmiş Milletler konuşmasından sonraki dönemde, uluslararası politikada Filistin silahlı mücadelesinin görüntüsünü değiştiren, Filistin sorununa barışçı bir çözüm yolu arayan usta bir diplomat kimliği ile sivrildi.

1975-1976 yılları, siyasi yaşamının zorlu bir dönemi oldu. Bu yıllarda patlak veren Lübnan İç Savaşı’nda, bir yandan Lübnanlı Hıristiyan örgütlerin oluşturduğu cephenin silahlı güçlerine, öbür yandan Lübnanlı Hıristiyanlar’la ittifak yaparak Lübnan’a giren Suriye ordusunun Filistinliler’e saldırmalarına karşı koydu. Lübnan İç Savaşı, ülkenin fiili bölünmesi ile sonuçlandı. Filistinliler’in denetimi altında kalan bölgelerde, Filistin Kurtuluş Örgütü bir devlet biçimini aldı. Diplomatik çabalara da ağırlık verdi. 1980’lere gelindiğinde FKÖ, 100’den fazla ülke ile diplomatik ilişki kurmuştu.

Arafat, artan siyasi ağırlığı sayesinde, 1977’de Mısır ile Libya arasında arabuluculuk yaptı. 1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin işgali üzerine İran ile ABD, 1980’de patlak veren İran-Irak Savaşı üzerine de söz konusu iki ülke arasında arabuluculuk yapmaya çalıştı. Kıbrıs sorununun çözümü için Türkiye ile Yunanistan arasında arabuluculuk yapmayı önerdi.

Beyrut’un boşaltılması – İç anlaşmazlıklar

Siyasi, askeri ve diplomatik alanlarda inişli-çıkışlı zorlu yaşamının en çetin günlerini, 1982 -1983 yıllarında geçirdi. 1982 Haziranı’nda İsrail, tüm Güney Lübnan’ı işgal ederek Beyrut’u kuşattı. Arafat, Güney Lübnan işgalinin başlaması üzerine, o sırada bulunduğu Suudi Arabistan’dan Filistin gerillalarının askeri yönetimini üstlenmek amacıyla Beyrut’a dönmüştü. Beyrut’ta, İsrail kuşatması altında yaklaşık iki aya yakın tarihin en zorlu kent direnmesini yönetti. İsrail’in boy hedefi olmasına karşın, bir yandan katı bir direniş ortaya koyarak kuşatıldığı kente İsrail güçlerinin girmesini önlerken, öte yandan da usta diplomatik manevralarla zaman kazanarak Filistin gerillalarının kenti boşaltmalarını sağladı. 30 Ağustos 1982’de 12 yıl boyunca Filistin mücadelesini yönettiği, Filistin sorununun uluslararası siyaset gündeminin en üst sırasına yerleşmesini gerçekleştirdiği Beyrut’ tan ayrılarak Tunus’a gitti. FKÖ’nün yeni merkezini Tunus’ta kurdu. Filistin mücadelesinin en bunalımlı deneyiminin ardından 1983 Şubatı’nda Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi’nin 16. Oturumu’nda, yeniden FKÖ Yürütme Kurulu Başkanlığı’na getirildi.1983 Mayısı’nda Suriye ile arasındaki geleneksel uyuşmazlık yeniden patlak verince Suriye’nin başkenti Şam’dan sınırdışı edildi; bir daha Suriye’ye girmemesi istendi. İsrail’e sınırdaş en önemli mücadele bölgesi olan Suriye ve Lübnan’daki Filistin güçleri ile doğrudan bağlantısı koptu. Aynı dönemde, el-Feth içinde kendisine karşı başlatılan, Suriye ile Libya’nın da desteklediği bir ayaklanmayla karşı karşıya kaldı. Filistin mücadelesinin yıllarca rakipsiz liderliğini yaptıktan sonra, bu konumunun devamına ilişkin kuşkular yaratıldı. Uluslararası diplomaside kazandığı deneyime ve özellikle işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’deki Filistin halkı arasındaki saygınlığına dayanarak liderliğine yönelen tehditleri gidermeye çalıştı.

Arafat’ın tüm yaşamı, Filistin davasının aşamalarının bir aynası gibidir. Arafat % 60’ı topraklarının dışında ve dünyanın çeşitli köşelerine dağılmış, % 40’ı da işgal altında yaşayan parçalanmış bir halkı kendi adı çevresinde birleştirebilen tek Filistinli siyaset adamıdır. Hiç evlenmemiştir. “Filistin Devrimi ile nikâhlı olduğu” sözü ünlüdür. Yaşamının gençlik dönemlerini araştıran İsrailli gazeteciler, Kahire’de geçirdiği öğrencilik yıllarında kızlarla hiç ilgilenmediğini, ağzına içki koymadığını, lükse ve rahata düşkün olmadığını; olağanüstü cesareti, alçakgönüllülüğü, basitliği ve yandaşlarına adanmışlığı gibi özellikleri ile çevresinde efsanevi bir kişilik yarattığını yazmışlardır.

Özel yaşamı gibi günlük yaşamı da gizemlidir. Çeşitli suikast girişimleri atlatmıştır. En ciddi suikast girişimi, 1971’de Suriye’deki Filistin birliklerini denetlemekteyken arabası pusuya düşürülerek yapılmış, şoförünün ölümüne karşılık, kendisi yaralanmadan kurtulmuştu. Sayısız düşmanı nedeniyle bir suikaste uğramamak için, Beyrut’ta yaşadığı dönemde aynı yerde üst üste iki gece yatmadığı söylentisi yayılmıştı. Birkaç kez de İsrail saldırılarının doğrudan hedefi olmuştu. 10 Nisan 1973’te Beyrut’a bir harekât düzenleyen İsrail komandoları, Filistin mücadelesinin üç önemli yetkilisini, FKÖ Yürütme Kurulu üyesi ve el-Feth kurucularından Muhammed Yusuf Neccar’ı (Abu Yusuf), el-Feth liderlerinden ve kurucularından Kemal Advan’ı ve FKÖ sözcüsü Kemal Nasır’ı öldürmüşler, ama Arafat’ı bulamamışlardı. 1979’da kendisini hedef alan bir suikastte, özel güvenlik sorumlusu öldürülmüştü. 1981 Temmuzu’nda İsrail savaş uçakları Beyrut’taki çalışma bürosunu bombalamışlar; 300 kişinin yaşamını yitirdiği hava saldırısı sonucunda merkez karargâhının bazı katları yıkılmış, kendisi yine kurtulmuştu. 1982 Yazı’ndaki Beyrut kuşatmasında da sayısız bombardımandan yara almadan sıyrılabilmişti.

Arafat, hareketli siyaset yaşamında üç kez tutuklandı: 1965’te Tapline petrol boru hattına yapılan sabotajdan sorumlu olduğu düşüncesiyle Suriye’de; bir yıl sonra o tarihte Suriye Savunma Bakanı olan Hafız Esad tarafından yine Suriye’de ve salıverildikten kısa bir süre sonra Lübnan-Israil sınırı yakınlarında, İsrail’e bir askeri harekâta girişmek üzereyken Lübnan’da. Son tutukluluğunda Beyrut’un Sablons Hapishanesi’nde üç hafta yatmıştı.

Uluslararası yaşamda asıl ününü eylem adamı olarak yaptı. İdeolojik görüşleri pek yansımadı. Pragmatik bir siyaset adamı ve özellikle en umutsuz koşulları atlatabilen, bir ayakta kalma ustası olarak ün kazandı. Amerikan basını bile onu 1980’lerin önde gelen 20 dünya lideri arasında saydı. “Realpolitik” (Güçler Dengesi Doktrini) kurallarına bağlı bir siyaset adamı, Araplararası ve uluslararası dengeleri gözönüne alarak siyaset saptayan kıvrak bir lider olarak nitelendi. Hiçbir zaman ön plana çıkmamakla birlikte, ideolojik tutumu zaman içinde değişiklikler geçirdi. Siyasi düşüncelerinin biçimlendiği Kahire’de-ki öğrencilik yıllarında, o tarihlerde Mısır politikasında çok etkin olan ve Filistin’in İsrail’den kurtarılması sloganını en ateşli biçimde ortaya atan Müslüman Kardeşler örgütü ve söz konusu örgütün düşünceleriyle yakınlığı olduğu ileri sürülür. İsrailli kimi gazeteciler, Arafat’la ilgili biyografi çalışmalarında Müslüman Kardeşler örgütüne katılmış olduğunu yazarlar. Yakın çalışma arkadaşları ise Müslüman Kardeşlerle 1950’lerin başında yakın ilişkileri olmakla birlikte, hiçbir zaman örgüte üye olmadığını belirtirler. Büyük bir olasılıkla el-Feth’in öbür kurucuları gibi, Müslüman Kardeşler’le ilişkilerine Filistin davasına karşı bu örgütün takındığı militan tutum neden oldu.

Siyasi görüşleri ve ideolojik tutumu, en somut biçimde el-Feth’in ve daha sonra FKO’nün ideolojik-siyasi çizgisinde görülür. Bugüne değin en kararlı biçimde bağlı kaldığı ilke, Filistin hareketinin bağımsızlığıdır. Bununla, Filistin hareketinin kararlarının Araplar tarafından değil, Filistinliler tarafından alınması gerektiği; Araplar’ın rolünün Filistinliler’e destek olmaktan, mücadelelerini sürdürebilmeleri için elverişli koşullar yaratmaktan öteye gitmemesi zorunluluğu anlatılmak istenmiştir. Bu amaçla, “hiçbir Arap Devleti’nin Filistin Devrimi’nin içişlerine karışmaması, buna karşılık Filistin Devrimi’nin hiçbir Arap Devleti’nin içişlerine karışmaması” formülünü savundu. Bu formül, kendisine geniş bir siyasi yelpaze içinde yer alan, çeşitli renkler gösteren her Arap rejimi ve lideriyle yakın ilişkiler kurma olanağını sağladı. Aynı ilke nedeniyle Filistin mücadelesini denetim altında tutmak isteyen Arap rejimleri ve liderleriyle de zaman zaman çok sert çatışmalara girişti. Bu tutumuyla, bir tür “Filistin milliyetçiliği” nin babası sayılabilir. Geniş anlamda ise 1950’lerde Mısır lideri Nasır’m kişiliğinde ortaya çıkan Pan-Arap milliyetçiliğinin içinde kabul edilebilir. 1960’ların sonlarında Filistin mücadelesinin ideolojik tanımını yaparken sık sık “Filistin Devrimi’nin vücudu Filistinli, yüreği Arap’tır” demiştir.

Arafat, Filistin toprakları üzerinde Müslüman, Hıristiyan ve Museviler’in bir arada özgürce barınabileceği laik ve demokratik bir Filistin Devleti düşüncesinin de savunucusu oldu. Bu amaçla, Yahudiler’le, giderek İsrailliler’le ve hatta Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını kabul eden Siyonist İsrailliler’ le bile diyalog gereğine işaret etti. Yahudilerle Araplar’ın diyalogunu savunduğu gibi Filistinlilerarası uyuşmazlıkların da demokratik diyalogla çözümü ilkesini ortaya attı. Bu yönüyle, çoğunluğu sürgünde yaşayan bir halkın siyasi kuramlarının demokratik mekanizmalarla oluşturulmasına katkıda bulundu.

İsrail ve yandaşlarınca uzun yıllar bir terörist olarak nitelenmesine ve kimi zaman savaşçı niteliğini ön plana çıkarmasına karşılık, bu özellikleriyle benzerine pek rastlanmayan bir siyaset adamı tipi çizdi. Yakın tarihin en ilginç devlet adamları arasında yerini aldı.

Tunus

1993’e kadar Arafat ve el Fetih’in harekât merkezi Tunus’un başkentine yerleşti. 1985’de İsrail Hava Kuvvetleri’nin Tahta Bacak Harekâtı’nın bir parçası olarak örgüt merkezini F-15 savaş uçaklarıyla bombalamasından şans eseri kurtuldu. 73 kişinin öldüğü sabah dışarıya koşmaya çıkmıştı.

Birinci İntifada

Arafat 1980’lerde Libya, Irak ve Suudi Arabistan’dan aldığı parasal destekle oldukça yıpranmış olan FKÖ’nü tekrar yapılandırdı. Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde İsrail işgaline karşı Filistin gençliğinin başkaldırısyla Aralık 1987’de başlayan Birinci İntifada sırasında bu yeniden yapılandırma çok yararlı oldu. İntifada kelimesi Arapça’da “başından savma” anlamına gelir ama genel olarak bir başkaldırıyı, isyanı tanımlamak için kullanılır.

İntifada’nın ilk aşaması Erez kontrol noktasında yaşanan bir olaya karşı cevap olarak başladı. Burada bir İsrail askerî aracı bir grup Filistinli sivile çarparak dördünü öldürmüştü. Ancak birkaç hafta içinde Arafat, 1992-93’e kadar sürecek olan bu başkaldırıyı yönlendirmeye çalışıyordu. 16 Nisan 1988’de İntifada tüm hızıyla sürerken Ebu Cihad Tunus’taki eveinde bir İsrail vurucu timi tarafından öldürüldü. Arafat, yerel Filistin liderliğinde bir denge unsuru olarak gördüğü Ebu Cihad için Şam’da bir cenaze merasimi düzenledi.

İntifada sırasında Filistinlilerin kullandığı en yaygın taktik, daha sonra ayaklanmanın sembolü hâline dönüşen, İsrail Ordusu tanklarına taş atılmasıydı. Bazı Batı Şeria şehirlerinde yerel liderler, vergi boykotu ve diğer boykotlar gibi pasif protesto eylemlerine başladı. İsrail buna ev baskınlarıyla yüksek miktarda paraya el koyarak karşılık verdi. Intifada sona ererken yeni silahlı Filistinli örgütler, özellikle Hamas ve Filistin İslami Cihad Örgütü, intihar bombalama eylemleriyle İsrailli sivilleri hedef almaya başladılar, ve Filistinliler arasında iç çekişme de giderek arttı.

Yön değişikliği

15 Kasım 1988’de Filistin Kurtuluş Örgütü bağımsız Filistin Devleti’ni ilan etti. Arafat 13 Aralık ve 14 Aralık tarihindeki konuşmalarıyla, İsrail’e “barış ve güvenlik içinde varolma” hakkını veren Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararını kabul etti ve “devlet terörizmi de dahil olmak üzere her türlü terörizmi” reddetti. Uzun yıllar boyunca ABD ile FKÖ arasında resmî görüşmelerin başlaması için şart koştukları bu koşulların Arafat tarafından kabul edilmesi ABD hükümeti tarafından kabul gördü. Arafat’ın bu sözleri Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ana amaçlarından biri olan İsrail’in yok edilmesinden vazgeçildiğini gösteriyordu. Yeni görüş 1949 ateşkes sınırları içinde bir İsrail Devleti ile Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde bir Arap devleti olarak iki ayrı oluşumun kurulmasıydı. 2 Nisan 1989’da Arafat Filistin Ulusal Konseyi’nin Merkez Konseyi tarafından ilan edilen Filistin Devleti’nin başkanı seçildi.

1990-91’de Körfez Savaşı‘ndan önce, İntifada’nın yoğunluğu azalmaya başladığında Arafat Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalini destekledi ve Irak’a yapılan ABD liderliğindeki koalisyan saldırısına karşı çıktı. Bu kararı el Fetih’in ve FKÖ’nün diğer önde gelen üyelerinin onayını almadan vermiştir. Arafat’ın sağ kolu Ebu İyad tarafsız kalmayıönerdi ve Saddam ile bir ittifaka karşı çıktı. Ebu İyad, 17 Ocak 1991’de Irak yanlısı Ebu Nidal örgütü tarafından öldürüldü. Arafat’ın kararı aynı zamanda Mısır ve petrol üreten ve ABD koalisyon kuvetlerini destekleyen birçok Arap devleti ile olan bağları kopardı. ABD’de birçok kişi Arafat’ın bu kararını barış yanlısı bir kişi olduğunu iddialarını yalanlamak için kullandı. Düşmanlıkların sonunda birçok Arap devleti FKÖ’ne yaptıkları parasal desteği keserek örgütün rakibi olan Hamas ve diğer İslamcı grupları desteklemeye başladı.

1990 yılında Filistinli bir Hristiyan olan Süha Tavil ile evlendi. Evlendiğinde kendisi 61, eşi 27 yaşındaydı. Süha evlenmeden önce müslüman oldu. Evlenmeden önce, Arafat ile Fransa’da tanıştıktan sonra Tunus’ta FKÖ için çalışıyordu. Arafat evlenmeden önce elli Filistinli savaş yetimini evlat edindi.

Arafat, 7 Nisan 1992’de bir kum fırtınası sırasında uçağı Libya Çölü’ne çakıldığında bir kere daha ölümden kıl payı kurtuldu. İki pilot ve bir mühendis ölmüş, Arafat ise yalnızca hafif yara bere ile atlatmıştı.

Filistin Yönetimi ve barış görüşmeleri

1993 Oslo İlkeler Anlaşması

1990’ların başında Arafat ve önde gelen el Fetih yetkilileri 1993 Oslo İlkeler Anlaşması’na yol açacak olan bir dizi gizli görüşme için İsrail hükümeti ile temas kurdu. Anlaşma beş yıllık bir dönemde Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin bazı bölümlerinde Filistinlilerin kendini yönetmesi ve bu bölgelerde İsrail yerleşiminin durdurulup, varolanların taşınması yönündeydi. Anlaşmaya göre yerel halktan ya da yurtdışında yaşayan Filistinlilerden oluşacak bir Filistin polis gücü Filistin yönetimi olan yerlerde devriye görevini sağlayacaktı. Eğitim, kültür, sosyal refah, doğrudan vergilendirme ve turizm gibi çeşitli alanlarda yetki ve idare Filistin geçici yönetimine verilecekti. Her iki taraf da altyapı, sanayi, ticaret ve iletişim gibi özel ekonik sektörlerde kooperasyon ve koordinasyonu sağlayacak bir komitenin kurulmasında anlaştılar.

Anlaşmaları imzalamadan önce Arafat Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başkanı ve resmî yetkilisi olarak şiddeti reddeden ve resmî olarak İsrail’in varlığını tanıyan iki yazıyı imzaladı. Buna karşılık olarak İsrail adına başbakan İzak Rabin resmî olarak Filistin Kurtuluş Örgütü’nü tanıdı.

Anlaşmayı takip eden yıl, Arafat ve Rabin’e Şimon Perez ile birlikte Nobel Barış Ödülü verildi.Filistinlilerin tepkisi karışık oldu. Retçi Cephe anlaşmalara karşı ortak olarak muhalif oldukları islamcıların yanında yer aldı. Ayrıca Lübnan, Suriye ve Ürdün’de bulunan Filistinli mülteciler, birçok Filistinli entelektüel ve yerel Filistinli liderler tarafından da bu anlaşmalar reddedildi. Ancak sözü geçen bölgelerde yaşayanların çoğunluğu anlaşmayı ve Arafat’ın barış ve ekonomik refah sözlerini kabul etti.

Bölgede yönetimin kurulması

Oslo Anlaşmasının koşullarına uygun olarak Arafat’ın Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde FKÖ’nün yönetimini kurması gerekiyordu.Bu yönetimi kurmak için finansal desteğin gerekli olduğu konusunda ısrar etti, bu desteğe bölgede yaşayan Filistinlilerin yönetimi kabul etmesi için gereksinimi vardı. Ancak Arafat’ın her zaman arkasında finansal detek olmuş olan Körfez Arap ülkeleri 1991 yılında Körfez Savaşı sırasında Arafat’ın Irak’a duyduğu sempati nedeniyle FKÖ’ne önemli bir bağış yapmaktan kaçınıyordu.Oslo’da el Fetih uzlaşmacılarının önemli isimlerinden Ahmed Kurey FKÖ’nün iflas ettiğini açıkladı.

1994 yılında Arafat, Filistin Ulusal Yönetimi’nin kontrolü altında bulunan şehirlerden Gazze’ye taşındı. Arafat Filistin Ulusal Yönetimi’nin başkanı, başbakanı, Filistin Kurtuluş Ordusu’nun başkomutanı ve Filistin Yasama Konseyi’nin başkanı oldu. Temmuz ayında Filistin Ulusal Yönetimi Filistinlilerin resmî hükümeti olarak ilan edildi ve temel yasaları üç ayrı versiyon olarak yayımlandı. Arafat Filistin Ulusal Yönetimi’ni yapılandırmaya başladı. Yirmi üyeden oluşan bir kabine kurdu. Arafat ayrıca Gazze ve Nablus gibi önemli şehirlerin belediye başkanlarını da değiştirdi ve yenilerini atadı. Eğitim, sağlık ve sosyal işlerle uğraşan sivil toplum örgütlerinin başına seçimle gelenleri Filistin Ulusal Yönetimi’nin yetkilileriyle değiştirerek kendine bağladı. Daha sonra da Dünya Bankası tarafından yeni Filistin varlığına yardımcı olmak için gelen yardım parasını kontrol eden finans örgütünün başına kendisini atadı.

Arafat 13 Mayıs’ta etkin olan bir Filistin polis kuvveti kurdu. Asıl olarak Filistin Kurtuluş Ordusu askerlerinden oluşan bu kuvvete Önleyici Güvenlik Servisi adı verildi. Arafat bu örgütün başına Muhammed Dahlan ve Cibril Racub’u atadı. Amnesty International, bu polis gücünün siyasi muhalifleri işkenceden geçirip öldürmesi, ve insan hakları eylemcilerini tutuklaması gibi istismarlarının yeterince incelenmemesi nedeniyle Arafat ve Filistin Ulusal Yönetimi liderliğini suçlamıştır. 24 Temmuz 1995’te Arafat’ın eşi Süha Fransa, Sorbonne‘da bir kız çocuk dünyaya getirdi. Arafat’ın ölmüş annesi Zehva’nın adı çocuğa verildi.

20 Ocak 1996’da Arafat %88,2’lik önemli bir çoğunlukla Filistin Ulusal Yönetimi’nin başkanlığına seçildi. Diğer tek aday yardım düzenleyicisi Semiha Halil’di. Hamas ve diğer muhalif hareketler başkanlık seçimlerine katılmama kararı aldığından başka aday yoktu. Arafat’ın bu seçim zaferi Filistin Yasama Konseyi’nin 88 koltuğunun 51’inin el Fetih’e geçmesini garantiledi. Her ne kadar kendinden “general” olarak söz etse de, başkanlığa seçildikten sonra Arafat’tan artık Reis olarak söz edilmeye başlandı. 1997 yılında Filistin Yasama Konseyi’nin, Filistin Ulusal Yönetimi’nin yürütme kurulunu finansal kötü idare ile suçlaması sonucu Arafat’ın kabinesinin dört üyesi istifa etmek zorunda kaldı. Arafat görevinden istifa etmeyi reddetti.

Diğer barış anlaşmaları

1996’ın ortasında Benjamin Netanyahu %1’lik bir farkla İsrail’in başbakanı olarak seçildi. Süregelen anlaşmazlıklarla Filistin-İsrail ilişkileri daha da düşmanca bir tavır aldı. İsrail-FKÖ anlaşmasına rağmen Netanyahu Filistin Devleti fikrine karşı çıktı. 1998’de ABD Başkanı Bill Clinton iki lideri buluşmaya ikna etti. Bu buluşmanın sonucunda ortay çıkan Wye River Memorandumu barış sürecini tamamlamak için İsrail hükümeti ve Filistin Ulusal Yönetimi’nin atması gereken adımları detaylandırıyordu.

Arafat görüşmelere Netanyahu’nun halefi Ehud Barak ile Temmuz 2000’de Camp David zirvesinde devam etti. Hem kendi politik görüşü hem de Başkan Clinton tarafından uzlaşma için ısrar edilmesi nedeniyle Barak Arafat’a Batı Şeria’nın %73’ünde ve Gazze Şeridi’nin tamamında bir Filistin Devleti önerdi. On ile yirmi beş yıllık bir süre içinde Filistin’in iktidar alanı %90’a genişleyecekti. Ayrıca anlaşmada az sayıda mültecinin dönmesine izin veriliyor ve dönemeyenlere de tazmin sözü veriliyordu. Arafat Barak’ın önerisini reddetti ve hemen bir karşı öneri yapmadı. Başkan Clinton’a “Kudüs’ü teslim edecek Arap liderinin henüz doğmadığını” söyledi. Bu hareket kendi kabinesinde bulunan Nebil Amr gibi kişiler tarafından bile eleştirilmiştir.

Görüşmeler Ocak 2001’de yapılan Taba zirvesinde devam etti. Bu sefer Ehud Barak İsrail’de seçim kampanyasını sürdürmek için görüşmelerden çekildi. Ekim ve Aralık 2001’de Filistinli militan grupların yaptığı intihar bombalama eylemleri artarken İsrail karşı saldırıları da yoğunlaştı, sonucunda da İkinci İntifada başladı. Ariel Şaron’un şubat ayında seçilmesinin ardından barış süreci geriye gitti. 2002 yılında yapılması öngörülen Filistin seçimleri ertelendi. Sebep olarak İntifada nedeniyle konulan acil durum önlemleri nedeniyle kampanya yapılamaması ve Filistin toprakları üzerinde İsrail Ordusu’nun hareket serbestliğini kısıtlaması gösterildi. Aynı ay içinde Şaron, İsrail’in el Hüdeyra şehrindeki intihar bombalaması eyleminin ardından Arafat’ın Ramallah’ta bulunan Mukata’a merkezinde kapalı tutulmasını emretti. ABD Başkanı George W. Bush Arafat’ın “barışın önünde bir engel” olduğunu söyleyerek Şaron’un hareketini destekledi.

Siyasette kalma becerisi

Hamas ve diğer militan gruplarla ilişkileri

Orta Doğu’nun siyasi arenasının oldukça tehlikeli olmasına ve suikastların sıklığına rağmen Arafat’ın uzun süre hayatta ve siyasette kalabilme becerisi birçok batılı yorumcu tarafından asimetrik savaş konusunda ustalığının ve taktisyen olarak yeteneklerinin bir işareti olarak görülmektedir. Bazı yorumcular ise hayatta kalmasını, İsrail’in öldürülmesi hatta tutuklanması hâlinde bile Filistin davası için bir şehit olarak görülmesinden korkmasına bağlamaktadır. Başkaları ise İsrail’in Arafat’tan el Fetih üzerinde kontrolü ele geçiren diğer islami hareketler ve Hamas’tan daha az korkması nedeniyle harekete geçmediğine inanmaktadır. ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerin karmaşık ve narin yapısı da Arafat’ın Filistinlilerin lideri olarak bu kadar uzun süre hayatta kalmasına yardımcı olmuştur.

Arafat’ın yeni taktik ve politik durumlara uyum yeteneği Hamas ve Filistin İslami Cihad örgütlerinin ortaya çıkışıyla bir anlamda sınavdan geçti. Bu islamcı gruplar İsrail’e karşı retçi muhalefeti benimseyerek, psikolojik zararı artırmak ve sivillere zarar vermek için özellikle sinema salonları ya da alışveriş merkezleri gibi askerî olmayan hedeflere karşı intihar bombacılarıyla saldırarak yeni taktikler uyguluyordu. 1990’larda bu gruplar, Arafat’ın bir devlet olma amacı taşıyan birleşmiş, laik, milliyetçi bir örgütü bir arada tutabilme kapasitesini zorlar gibi göründü. Bu gruplar Arafat’ın nüfuz alanı dışında hareket ediyor ve el Fetih ile çekişme içine giriyordu. Bazıları ise bu hareketlere, İsrail üzerinde baskı yaratması nedeniyle Arafat tarafından göz yumulduğunu iddia etmekteydi.

2002 yılında Arap Birliği, İsrail’in Altı Gün Savaşı’nda işgal ettiği tüm bölgelerden çekilmesi ve Arafat’ın Filistin Ulusal Yönetimi’nin yönettiği Filistinlilere bir devlet kurulmasına karşılık İsrail’i tanıma önerisi yaptı. Kısa bir süre sonra Hamas militanlarının saldırısı sonucu hamursuz bayramını kutlayan yirmi sekiz İsrailli sivil öldürüldü. Buna karşılık İsrail, Batı Şeria’nın ana şehirlerine karşı Koruma Kalkanı Harekâtı verilen geniş çaplı bir askeri müdahale başlattı.

2002 yılında bazı İsrailli hükümet yetkilileri el Fetih örgütünün silahlı gruplarından El Aksa Şehitleri Tugayı’nın Hamas ile mücadele edebilmek için İsrail’e karşı saldırılara başladığını bildirmiştir. 6 Mayıs’ta İsrail hükümeti, Arafat’ın Ramallah’ta bulunan merkezinin işgali sırasında ele geçirilen belgelerle bir rapor yayımladı. Bu rapora göre El Aksa Şehitleri Tugayı’nın eylemleri için para verilmesine izin veren Arafat imzalı dokümanların kopyaları bulunmaktaydı.

Marjinalize edilme çabaları

İsrail hükümetinin sürekli olarak Filistinlileri temsil edecek başka bir lider arama çabaları sonuçsuz kaldı. İkinci İntifada sırasında ortaya çıkan El Aksa Şehitleri Tugayının liderlerinden Marvan Barguti olası bir aday gibi gözükmüştü ancak İsrail tarafından yirmi altı kişinin ölümünden sorumlu tutularak tutuklandı ve beş kere ömür boyu hapse çarptırıldı.

Arafat’ın sonunda 3 Mayıs’ta bulunduğu yerden ayrılmasına izin verildi. Uzun görüşmeler sonucu varılan anlaşmaya göre Arafat ile birlikte saklanan altı militan İsrail’e tesim edilmeyecekti ama Filistin Ulusal Yönetimi’nin gözetiminde de kalmayacaklardı. Bunun yerine Eriha’da İngiliz ve ABD güvenlik personeli tarafından hapiste tutulacaklardı. Bununla birlikte Filistinlilere Arapça seslenerek İsrail’e karşı saldırılarını durdurma çağrısı yapma şartıyla Arafat serbest bırakıldı. 8 Mayıs’ta böyle bir çağrı yaptı ama daha önceki denemeler gibi dikkate alınmadı. 2003 yılında Arafat başbakanlık görevini Mahmud Abbas’a bıraktı.

2004 yılında ABD Başkanı Bush Arafat’ın görüşmelere katılmasını reddetti. Arafat, diğer Arap devletlerinin liderleriyle çok da iyi ilişkilere sahip değildi. Ne zaman İsrail tarafında baskı altına girse Arap liderlerin desteği artıyordu,örneğin 2003 yılında İsrail Arafat’ı İsrail kontrolü altında bulunan Batı Şeria’dan çıkaracağı kararını verdiğini açıkladığında olduğu gibi. Arap haber kanalı El Cezire ile olan bir röportajda, Ariel Şaron’un Arafat’ın Filistin topraklarından kesin olarak sürgün edilmesi önerisine karşı Arafat şöyle cevap vermiştir: “Burası onun mu [Şaron] vatanı, bizim mi? İbrahim Peygamber buraya gelmeden çok önce biz buraya yerleşmiştik, ama görünen o ki onlar [İsrailliler] ne tarihten ne de coğrafyadan anlıyor.”

Finansal bağlantılar

Ağustos 2002’de İsrail Askerî Haberalma Şefi Arafat’ın kişisel servetinin 1,3 milyar ABD doları olduğunu söyledi, ama bu iddiasını kanıtlayacak kanıt ortaya sunmadı. 2003 yılında Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından Filistin Ulusal Yönetimi’nin denetlenmesi sonucunda Arafat’ın kamu hesaplarından 900 milyon doları kendisi ve Filistin Ulusal Yönetimi Baş Ekonomik Danışmanı tarafından kontrol edilen özel bir hesaba geçirdiği açıklandı. Ancak IMF herhangi bir uygunsuzluk olduğunu iddia etmedi, özel olarak tüm fonların yurtiçinde ve dışında Filistin varlıklarına yatırıldığını belirtti.

2003 yılında Arafat’ın finans bakanı tarafından kirlanan ABD’li muhasebecilerden oluşan bir takım Arafat’ın finans hesaplarını incelemeye başladı. Bu takım Filistinli liderin kişisel servetinin bir kısmının içinde Coca-Cola’nın Ramallah’ta şişeleme tesisi, bir Tunus cep telefonu şirketi ve ABD ve Cayman Adaları’nda risk sermaye hesaplarından oluşan 1 milyar dolarlık gizli bir portföyde olduğunu açıkladı. İnceleme takımının lideri “hernekadar portföydeki para Filistin vergileri gibi kamu fonlarından gelmiş ama hemen hemen hiçbir miktarı Filistin halkı için harcanmamış; tamamı Arafat tarafından kontrol edilmekteydi. Bu bağlantıların hiçbiri daha önce kamuya açıklanmamıştı.” diye belirtmiştir.

Her ne kadar Arafat mütevazı bir yaşam sürdüyse de, ABD Başkanları Bush ve Clinton için müzakerecilik yapan Dennis Ross, Arafat’ın parasının kendisine sadakatı sağlamak için kurulmuş çok geniş bir sistemi beslemek için kullanıldığını iddia etmiştir. Eski bir Dünya Bankası yetkilisi olan ve Arafat tarafından Finans Bakanlığına atanan Selim Feyyad’a göre Arafat’ın emtia tekeli kendi halkını kazıklıyordu, “özellikle de daha da fakir olan Gazzelileri, bu kabul edilemeyecek ahlakdışı bir olaydır.” Feyyad, Arafat’ın kamu fonlarından Önleyici Güvenlik Servisi liderlerine ödemek için 20 milyon ABD doları kullandığını iddia etmektedir.

Avrupa Birliği tarafından Filistin Ulusal Yönetimi’nin kötü yollarda kullandığı fonlarda yapılan incelemeler terörist eylemler için kullanıldığını ortaya çıkarmamıştır. Arafat’ın eski finansal yaveri Fuad Şubaki, İsrail güvenlik servisi Shin Bet’e Arafat’ın yardım paralarından birkaç milyon dolarla silah aldığını ve militan grupları desteklediğini söyledi.

Hastalığı ve ölümü

Arafat’ın doktorları tarafından “grip” nedeniyle tedavi edildiği açıklaması ilk olarak sözcüsü tarafından, bir toplantıda kusması üzerine 25 Ekim 2004’te yapılmıştır. Bunu takip eden günlerde durumu giderek kötüleşti. Tunusi Ürdün ve Mısır dahil olmak üzere farklı doktorların ziyaretinden ve İsrail ile geri dönmesinin engellenmeyeceği anlaşmasının üzerine Arafat Fransız hükümetine ait bir jet ile Paris banliyölerinden Clamart’da bulunan Percy Askerî Hastanesine götürüldü. Doktorlarından birine göre Arafat, bağışıklık sistemi kaynaklı kanda dolanan plateletlerin aşırı derecede azaldığı trombosit yıkımına neden olan idiyopatik trombositopenik purpura hastalığından muzdaripti. 3 Kasım’da giderek kötüleşecek olan komaya girdi. Komayı izleyen günlerde Arafat’ın sağlık durumu zehirlendiği ya da AIDS’e yakalandığı spekülasyonlarına konu oldu. Birçok kaynak Arafat’ın bitkisel hayata girdiğini ya da öldüğünü iddia etti. Ancak Filistinli yetkililer ve Arafat’ın Ürdünlü doktoru beyin ölümü olduğu raporlarını reddetti ve Arafat’ı yaşam desteğinde tutmaya devam etti.

Filistin Ulusal Yönetimi yetkilileri Fransa’ya Yaser Arafat’ı görmeye geldiklerinde Süha Arafat ile aralarında bir anlaşmazlık yaşandı. Süha “Ebu Ammar’ı canlı canlı gömmeye çalışıyorlar” dedi. Fransız yasaları doktorların hastalarının durumu hakkında başkalarıyla konuşmalarını yasaklar, ancak ölümcül teşhislerde yakın akrabalar ile konuşulabilir. Dolayısıyla Arafat’ın sağlığı hakkında verilen tüm bilgiler eşi tarafından onaylanmaktaydı. Filistinli yetkililer Yaser Araft’ın sağlığı hakkındaki bilgilerin eşi tarafından “süzgeçten geçirilmesi” konusundaki üzüntülerini belirtti.

Ertesi gün, Percy hastanesi başhekimi Christian Estripeau Arafat’ın sağlık durumunun kötüleştiğini ve derin bir komaya daldığını bildirdi. Arafat’ın başucunda bekleyen Filistin yönetiminin islami mahkemelerinin başı Şeyh Taissir Tamimi, Arafat’ı yaşam desteğinden çekmenin sözkonusu olmadığını çünkü böyle bir hareketin ona göre İslam dinince yasaklanması gerektiğini söyledi.

Arafat’ın, 11 Kasım sabahı 3:30 ‘da UTC 75 yaşında öldüğü ilan edildi. Hastalığının tam nedeni bilinmemektedir. Tamimi durumunu “çok acı verici bir sahneydi” diye tarif etmiştir. Arafat’ın ölümü açıklandığında Filistin’de herkes yas tutmaya başladı. Camilerden se’lalar okundu ve caddelerde lastikler yakıldı. Ölümü hakkında Socialist World‘de : “Birçok Filistinli Yaser Arafat’ın ölümünü üzüntüyle karşılayacak ve keşke idaresi altında bulunan Filistin Ulusal Yönetiminin hayatlarını karartan yoksulluğu ve baskıyı durdurmak için daha fazla çalışmış olmasını düşünerek karşılayacaktır” denmiştir.

Canard Enchaîné gazetesi Arafat’a ve tıbbi kayıtlarına ulaşabilen bazı kaynakların sızdırdığını iddia ettikleri bilgileri yayımlamıştır. Gazeteye göre, Percy’deki doktorlar Arafat’ın gelişinde kanın içeriğini değiştiren ağır karaciğer lezyonları nedeniyle Arafat’ı hematoloji servisine yatırmış. Lösemi olmadığına kanaat getirilmiş. Aynı kaynağa göre bu siroz teşhisinin açıklanmamasının sebebinin, kamuoyunda genel olarak bu durumun aşırı derecede alkol kullanımıyla bağdaştırılmasıydı. Her ne kadar teşhis alkolik siroz olmasa da, ve Arafat’ın her hangi bir alkol kullanmadığı bilinse de , yine de dedikodu ihtimalleri bulunmaktaydı. Aynı kaynak, Arafat’ın yaşam koşullarının durumu hiç de kolaylaştırmadığını açıkladı. Dolayısıyla hastalığının muhtemel nedenleri çok sayıdaydı, Arafat’ın komaya girmesinin nedeni de sirozun kötüye gitmesiydi. Fransız Le Monde gazetesi doktorların Araft’ın “olağandışı bir kan hastalığı ve karaciğer problemi” olduğunu söylediklerini yazdı.

Arafat’ın ölümünden sonra Fransız Savunma Bakanı, Arafat’ın tıbbi dosyasının yalnızca en yakın akrabasına teslim edileceğini açıkladı. Bu kişinin Arafat’ın yeğeni ve Filistin Ulusal Yönetimi’nin BM temsilcisi Nasır el Kudva olduğuna karar verildi, böylece Süha Arafat’ın kocasının hastalığı hakkında sessiz kalması sorunu aşılmaya çalışıldı. Nasır el Kudva’ya Fransız Savunma Bakanı tarafından Arafat’ın 558 sayfalık tıbbi dosyasının bir kopyası verildi.

Zehir ve AIDS tartışması

Eylül 2005’te İsrail gazetesi Haaretz Fransız uzmanların Arafat’ın hastalığının ne olduğunu teşhis edemediğini yazdı. Gazete İsrailli bir AIDS uzmanının Arafat’ın AIDS’in tüm semptomlarını taşıdığı iddiasını yayımladı. Bu varsayım daha sonra The New York Times tarafından reddedilmiştir.

Arafat’ın yirmi yıldır özel doktorluğunu yapan ve aynı zamanda Ürdün krallarına da hizmet etmiş olan Eşref el Kürdi, Arafat’ın tibbi dosyasında böyle bir enfeksiyonun varlığından sözedilmediğini açıkladı. Bir başka “önemli İsrailli doktor” Haaretz ‘de yayımlanan makalede bunun bakteriyel bir zehirlenme yerine hasta olmadan dört saat önce içinde ricin adlı bir toksin bulunan yemeği yemesi nedeniyle oluşan “klasik bir gıda zehirlenmesi” olduğunu iddia etti. Ancak, Haaretz ‘in raporu yayımladığı aynı hafta, The New York Times Arafat’ın tıbbi kayıtlarına dayandığını iddia ettiği ve Arafat’ın ne AIDS ne de gıda zehirlenmesinden öldüğünü söyleyen ayrı bir rapor yayımladı. Her iki gazete de ölüm nedeninin bilinmeyen bir enfeksiyon ya da başka bir kaynaktan olabileceği üzerine spekülasyonlarda da bulundu. Ancak, özellikle Araplar arasında olmak üzere Arafat’ın zehirlendiği fikri dünyada yaygınlık kazandı. El Kürdi, Arafat’ın eşi Süha’nın ölüm sebebi hakkındaki birçok soruyu cevaplayabilecek otopsiyi reddetmesini üzüntüyle karşıladığını belirtti. 2005’de el Kürdi Arafat’ın şüpheli ölümü hakkında araştırma yapacak bağımsız bir komisyon kurulması için çağrıda bulundu ve “bunların bir zehirlenmenin semptompları olduğunu herhangi bir doktor söyleyebilir” dedi. Daha önce de Associated Press ‘e Arafat’ta HIV virüsü bulunduğunu, bunun da zehirlenmeyi örtbas etmek için verildiğini söylemişti.

Dedikoduları söndürmek amacıyla Fransız milletvekili Claude Goasguen bir parlamento araştırma komisyonu kurulmasını istedi. Fransız hükümeti Arafat’ın zehirlendiğine dair hiç bir kanıt bulunmadığını, aksi hâlde zaten adli bir soruşturma açılmış olacağını söyledi.

2012’de ise diş fırçası, kıyafet gibi eşyalarının üzerinde anormal düzeyde Polonyum bulunduğu açıklandı.

Ölümünden sonra

Cenaze töreni

11 Kasım’da, Paris yakınlarına bir askerî havaalanında Fransız Ordusu Onur Kıtası Arafat için bir cenaze merasimi yaptı. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac “cesaret adamı” olarak tanımladığı bir lidere saygısını göstermek için Arafat’ın cenazesi başında on dakika tek başına saygı duruşunda bulundu. Arafat’ın cenazesi ertesi gün Ramallah’ta gömülmeden önce, kısa bir askerî cenaze töreni için Mısır’ın başkenti Kahire’ye getirildi. Cenaze törenine birçok devlet başkanı, başbakan, ve dışişleri bakanı katıldı. Cenaze namazını Mısırlı el Ezher Şeyhi Muhammed Seyid Tantavi kıldırdı.

İsrail güvenlik sorunlarını öne sürerek Arafat’ın El Aksa Camii yakınına ya da Kudüs’te herhangi bir yere gömülmesine karşı çıktı. Kahire’de yapılan törenden sonra Arafat Ramallah’taki karagâhına getirildi, merasim binlerce Filistinli tarafından izlendi. Şeyh Taissir Tamimi Arafat’ın islami kurallara uygun olmayacak şekilde tabutuyla gömüldüğünü farkettikten sonra 13 Kasım sabahı tekrar gömüldü. 10 Kasım 2007’de Arafat’ın üçüncü ölüm yıldönümünden hemen önce Mahmud Abbas, Arafat’ın anısına geçici mezarının yakınında yapılan bir anıtmezarın açılışını yaptı.

Halefi

Arafat’ın ölümünden sonra Filistin Yasama Meclisi sözcüsü Revhi Fattuh Filistin Ulusal Yönetimi’nin geçici başkanlığı görevini üstlendi. FKÖ Genel Sekreteri Mahmud Abbas FKÖ’nün başına seçildi ve Faruk Kaddumi el Fetih’in başına geçti. Filistin Ulusal Yönetimi ve Lübnan’daki mülteci kampları liderleri Arafat için kırk gün yas ilan etti. Abbas önemli bir oy farkıyla 2005 yılında yapılan başkanlık seçimlerini kazandı ve Arafat’ın halefi olarak Filistinlilerin lideri konumunu sağlamlaştırdı.

•   KAYNAKLAR: C. Çandar, Direnen Filistin, 1976; L.S.Kadi, Basic Political Documents of the Armed Palesti-nian Resistance Movement, 1969; E. Rouleou, Vatansız Filistinli, 1979; Z.Schiff-R. Rothstein, Fedayeen, 1972.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi & vikipedi

Daha yeni Daha eski